İslam dünyası toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne denilebilir? “Dijital sömürgecilik” gerçekliğinden bahsedebilebilir mi? Aksa Tufanı’nın Siyonist-evanjelist sömürgeciliğe karşı direnişini nasıl düşünmek gerekir? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Sömürgecilik" dosyasında Dr. Ahmet Emin Dağ'a sorduk.
1- Sömürgecilik nedir? Modern ve klasik sömürgecilik arasında fark var mıdır? Edward Said’in “oryantalizm, sömürgeciliğe keşif kolu hizmeti sunmuştur.” tespitini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sömürgecilik, en basit anlamıyla güçlü bir devletin, daha zayıf bir bölgeyi ya da ülkeyi askeri, ekonomik ve kültürel yollarla kontrol altına alması sürecidir. Bu anlamda sömürgecilik, sadece ekonomik çıkar sağlamakla kalmaz, aynı zamanda kültürel hegemonyayı da pekiştiren bir araçtır. Sömürgecilik, halkların bağımsızlıklarını ve özgürlüklerini gasp ederek, onları yalnızca fiziksel olarak değil, manevi ve kültürel olarak da boyunduruk altına alır. Bu sürecin temelinde, Batılı emperyalistlerin başta İslam dünyası olmak üzere Batı dışı dünyanın değerlerini, kültürünü ve özgür iradesini yok etmeye yönelik bilinçli bir çaba olduğu görülür. Batı, bu süreçte sadece toprakları değil, aynı zamanda halkların kimliklerini ve dini değerlerini de hedef almış, bu yönüyle de kültürel emperyalizm uygulamıştır. Klasik sömürgecilik, 15. yüzyıldan itibaren Avrupalı devletlerin Asya, Afrika ve Amerika’daki toprakları işgal etmesiyle başlar. Bu süreç, daha çok doğrudan askeri müdahale, yerleşim ve köle ticareti gibi şekillerde gerçekleşmiştir. Batılı güçler, İslam coğrafyasını işgal ederken hem topraklarını hem de ruhlarını ele geçirme amacını gütmüşlerdir. Yalnızca ekonomik kaynakları sömürmekle kalmamış, aynı zamanda bu coğrafyalardaki adaleti alt üst ederek insani ilkelerini yozlaştırmaya çalışmışlardır. Bunun en somut örneklerinden biri, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve sonrasında gelen emperyalist müdahalelerdir. Batı, başta Ortadoğu olmak üzere işgal ettiği İslam topraklarında yalnızca askeri anlamda değil, kültürel anlamda da kendi hâkimiyetini kurma çabası içinde olmuştur. 19. ve 20. yüzyıllarda başlayan modern sömürgecilik ise, emperyalist güçlerin, doğrudan toprak kazanma yerine ekonomik ve kültürel hegemonyalarını daha fazla dayattıkları bir yapıyı ifade eder. Modern sömürgecilik, günümüzde de devam eden bir olgudur ve Batı, yeni sömürgecilik biçimlerini, özellikle ekonomik bağımlılık, kültürel etki, uluslararası ticaret düzenlemeleri gibi dolaylı yollarla şekillendirmiştir. İslam dünyasının o tarihten itibaren başlayan tam bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi, Batı’nın hem siyasi ve ekonomik hem de kültürel hegemonya kurma çabalarına karşı bir direniştir. İslam, adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün teminatıdır; ancak Batı’nın kapitalist çıkarları, bu evrensel ilkelerle çelişir ve sömürgeci zihniyetin devamını sağlar. Edward Said’in "oryantalizm, sömürgeciliğe keşif kolu hizmeti sunmuştur" tespiti, Batılı bakış açısının Doğu’yu bir “öteki” olarak inşa etmesiyle sömürgeciliği destekleyen bir mekanizmanın oluştuğunu anlatır. Oryantalizm, Batı’nın, Doğu’yu bir kültürel ve entelektüel alan olarak sadece kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirmesini ifade eder. Bu anlayış, Doğu toplumlarını geri, barbar, ve mistik olarak tanımlayarak Batı’nın üstünlüğünü meşrulaştırmıştır. Oryantalizm, Batı’nın kültürel sömürüsünü bir ideolojik zemine oturtmuş ve Batılı düşünürlerin, İslam dünyasını ve onun derin medeniyetini yanlış anlamalarına, hatta kasıtlı olarak çarpıtmalarına neden olmuştur. Batı’nın, İslam’ı barbarlıkla, çağdışılıkla ve gericilikle ilişkilendirme çabası, bu kültürel hegemonyanın bir parçasıdır. Ancak Batı'nın doğru bildiği yanılgılarla kurduğu bu hegemonyanın karşısında, İslam’ın gerçek öğretileri, halkları doğru yolda birleştirici bir güç olarak durmaktadır. Bu bağlamda, sömürgeciliğin sadece ekonomik bir sömürü aracı olmanın ötesinde, bir kültürel soykırım olduğu da anlaşılmaktadır. Batılı emperyalistler, sadece toprakları işgal etmekle kalmamış, aynı zamanda İslam'ın özünden uzaklaştırılmaya çalışan halkları kendi değerleriyle yozlaştırma amacını gütmüşlerdir. Bu duruma karşılık, İslam’ın güçlü ahlaki temelleri, adalet ve özgürlük anlayışları, emperyalizmin bu dayatmalarına karşı koymak için en güçlü silah olmuştur. Modern dünyada, İslam coğrafyasının yaşadığı sorunların kökeni, işte bu emperyalist ve kültürel sömürgecilikten kaynaklanmaktadır. Müslümanlar, tarihi boyunca bu tür zorbalıklara karşı daima direnmiş ve bağımsızlık mücadelesi vermiştir. İslam, yalnızca bir din değil, bir özgürlük ve adalet arayışı olduğu için Batı’nın emperyalizmi karşısında, İslamcı bir duruş, halkların bağımsızlık mücadelesinin temel taşlarından biri olmaktadır.
2- İslam dünyası toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu bağlamda Malik b. Nebi’nin “Sömürgecilik kötüdür. Ancak daha kötüsü sömürülmeye elverişli olmaktır.” tespiti hakkında ne söylemek istersiniz? Malik b. Nebi'den sonra İslamcılar sömürülebilirlik sorunu üzerine ne kadar eğildiler?
İslam dünyası, sömürgecilik tecrübesiyle derinden sarsılmış bir coğrafyadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte, 19. ve 20. yüzyıllarda İslam dünyası Batılı emperyalist güçlerin açık hedefi olmuştur. Batı’nın sömürgecilik pratiği, yalnızca toprakları değil, aynı zamanda İslam kültürünü, toplumsal yapıyı ve değerleri de hedef almıştır. Batılı emperyalizm, İslam coğrafyasını sadece askeri güç ve ekonomik baskılarla değil, aynı zamanda kültürel bir tehdit olarak da şekillendirmeye çalışmıştır. Bu bağlamda Batılı güçlerin, İslam medeniyetinin en değerli miraslarını yok etme çabaları, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birini oluşturmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, aynı zamanda Batı’nın İslam dünyasındaki geleneksel değerleri, adalet anlayışını ve toplumsal düzeni altüst etme sürecinin başlangıcıdır. Batı, bu süreçte sadece toprakları işgal etmekle kalmamış, aynı zamanda halkların kimliklerini, dinlerini ve kültürlerini değiştirmeye yönelik uzun vadeli stratejiler geliştirmiştir. Yukarıda da işaret ettiğim gibi bu sömürgeleştirme süreci sadece fiziksel bir işgal değil, aynı zamanda manevi ve kültürel bir işgal olarak da okunmalıdır. Batı, İslam dünyasında hem ekonomik bağımlılık yaratmış hem de halkların manevi direncini kırmaya çalışmıştır. Sömürgecilik, bir halkın kimliğine, kültürüne ve inançlarına yapılan bir saldırıdır. Bu bağlamda Malik b. Nebi’nin tespiti çok derin bir anlam taşır. Sömürgecilik, dışarıdan gelen bir zulüm iken, sömürüye elverişli olmak, toplumsal bir hastalıktır. Bu, içsel bir zafiyetin, toplumun kültürel ve ekonomik alanda bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinden vazgeçmesinin bir sonucudur. Bir toplumun öz benliğini kaybetmesi, onun emperyalist güçlere karşı direncinin zayıflamasına yol açar. Bu, yalnızca dışsal bir tehdit değil, aynı zamanda içsel bir çözümsüzlük ve zafiyetin ürünüdür. Batılı emperyalizme karşı verilen mücadele, aynı zamanda bir içsel yenilenme mücadelesidir. Toplum, önce kendi içindeki değerleri ve kimliğini yeniden keşfetmek zorundadır. Bunun için, İslam dünyasının önce kendi köklerine dönmesi, Batılı kültürel etkilerden arınması ve asli değerlerine sahip çıkması gerekmektedir. Malik b. Nebi’nin bu tespiti, İslamcı düşünürlerin sosyal adalet, direniş ve bağımsızlık mücadelesine nasıl odaklandıklarını ve sömürüye karşı sadece dışsal düşmanlara değil, aynı zamanda toplumsal yapıdaki zayıflıklara da dikkat ettiklerini gösterir. Bu, İslam’ın sosyal adalet anlayışının ne denli güçlü olduğunu ve her türlü sömürüye karşı bir direnç gösterdiğini ortaya koyar. İslamcılar, sömürüye karşı mücadelede yalnızca Batılı emperyalist güçlere değil, aynı zamanda kendi içlerinde de bir yenilenme, bir içsel direniş geliştirmeye çalışmışlardır. Çünkü, Batı’nın kültürel hegemonyasına karşı koymak, yalnızca askeri ya da ekonomik yollarla değil, aynı zamanda toplumsal ve manevi değerlerin güçlendirilmesiyle mümkündür. Bu bağlamda, İslamcı düşünürler, yalnızca fiziksel bağımsızlık değil, manevi bağımsızlık mücadelesinin de önemini vurgulamışlardır. Malik b. Nebi’den sonra, özellikle 20. yüzyılda İslamcı düşünürler, sömürülmeye elverişli olmanın, sadece ekonomik zafiyetle ilgili değil, aynı zamanda kültürel, entelektüel ve manevi zafiyetle de ilgili olduğunu vurgulamışlardır. Batılı güçler, İslam dünyasını önce kültürel olarak işgal etmek, ardından da ekonomik bağımlılık yaratarak tam anlamıyla kontrol altına almak istemişlerdir. Bu yüzden, sömürüye karşı verilen mücadelede sadece dışsal düşmanlarla değil, içsel yabancılaşma ve kültürel yozlaşma ile de mücadele edilmesi gerekmektedir. İslamcı düşünürler, Batı’nın kültürel emperyalizmine karşı, kendi değerlerini savunarak bu savaşı sürdürmüşlerdir. Bu bağlamda, İslamcılar, sömürüye karşı bir direniş stratejisi geliştirmek için, önce kendi iç yapılarındaki zafiyetleri aşmaya ve kendi değerlerine sahip çıkmaya odaklanmalıdır. Toplumların, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin temeli, önce kendi kimliklerini ve değerlerini koruma kararlılığında yatmaktadır. Batı’nın kültürel hegemonyasına karşı koymanın yolu, İslam’ın özünden beslenen, adalet ve eşitlik üzerine kurulu bir toplumsal yapıyı yeniden inşa etmekten geçer. İslam, bir toplumun sadece dini değil, aynı zamanda toplumsal düzeninin, adaletin ve özgürlüğün teminatıdır. Bu yüzden, Batı’nın ekonomik ve kültürel baskılarına karşı verilen mücadelede, İslam’ın sunduğu manevi ve toplumsal ilkeler, en güçlü silah olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü, sömürgecilik yalnızca toprakları işgal etmekle sınırlı kalmaz; bir halkın kültürünü, inançlarını ve kimliğini de hedef alır
3- Modern tarihe özgü ideolojik akımları, Avrupa’ya mahsus sosyal gerçekliğin küreselleşmesine hizmet etmesi bakımından, sömürge aparatları olarak nitelemek mümkün mü? Neden? Bir sömürge aparatı olarak aydına nasıl bir konum biçiyorsunuz?
Evet, modern ideolojik akımlar, Avrupa’nın sosyal gerçekliğinin küreselleşmesine hizmet etmiştir ve bir nevi sömürge aparatları olarak nitelendirilebilir. Kapitalizm, sekülarizm, liberalizm gibi ideolojiler, sadece Batı toplumlarının iç meselelerini şekillendirmekle kalmamış, aynı zamanda dünya genelinde egemen güçlerin sömürgecilik pratiğini de meşrulaştırmıştır. Bu ideolojiler, Batı'nın kendisini modern, ilerici ve medeni olarak tanımlaması, geri kalmış veya barbar olan diğer kültürleri ise kendisini modernleştirmesi gereken yerler olarak tanımlaması şeklinde işlemiştir. Modern ideolojiler, Batı’nın üstünlüğünü ideolojik bir temele oturtmuş ve diğer toplumların sadece fiziksel topraklarını değil, kültürel ve manevi değerlerini de sömürmeyi haklılaştıran bir söylem üretmiştir. Bu bağlamda, kapitalizm sadece bir ekonomik sistem olmanın ötesinde, aynı zamanda Batılı egemen güçlerin dünya üzerindeki çıkarlarını sürdürebilmesi için bir araç haline gelmiştir. Kapitalizm, Batı’nın kaynakları sömürmesinin yanı sıra, İslam dünyasının tarihi ve kültürel zenginliklerini de yok etmek için bir mekanizma olarak kullanılmıştır. Bu ideolojiler, emperyalizmin kültürel ve manevi sömürüsünü de pekiştiren bir yapı oluşturmuş ve her türlü direnişi bastırmak için kullanılmıştır. Ayrıca, sekülarizm, ironik biçimde Batı’nın dini öğretileri ve değerlerini küresel düzeyde dayatma çabası olarak ortaya çıkmıştır. İslam dünyasında, Batılı emperyalistlerin seküler ideolojiyi yayma çabaları, sadece dini inançları değil, toplumların kültürel kimliklerini de hedef almıştır. İslam, her zaman dünyevi ve uhrevi değerlerin dengesini sağlamış bir medeniyet olarak var olmuştur. Ancak Batı, sekülarizmi bir araç olarak kullanarak, İslam’ın toplum hayatındaki yerini zayıflatmak ve halkları kendi çıkarlarına göre şekillendirmek istemiştir. Bu ideolojik savaş, sadece ekonomik çıkarlar için değil, aynı zamanda Batılı değerlerin, özellikle de sekülerizmin, tüm dünyaya dayatılması için sürdürülmüştür. Sekülarizm, Batı’nın kültürel ve manevi hegemonyasını pekiştiren bir ideolojik silah olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam toplumları, bu ideolojik saldırıya karşı direnmiş ve kendi değerlerine, inançlarına sahip çıkmıştır. Liberalizm ise, bireysel özgürlük ve eşitlik gibi kavramları, Batı’nın kendi ekonomik ve sosyal çıkarlarını meşrulaştıran bir şekilde yeniden tanımlamıştır. Batılı güçler, liberalizmi yalnızca kendi toplumları için değil, aynı zamanda sömürgeleştirdikleri toplumlar için de bir ideolojik silah olarak kullanmışlardır. Bu ideoloji, sömürgeciliği ve emperyalizmi, "özgürlük ve eşitlik" adına haklı çıkarmış ve bu kavramları Batılı egemen güçlerin çıkarlarını pekiştirmek için kullanmıştır. İslam dünyası, liberalizmin dayattığı bireysel özgürlük anlayışına karşı, toplumsal değerleri, adalet ve eşitlik anlayışlarını esas alarak bir direniş geliştirmiştir. İslam, bireylerin özgürlüğünü kabul eder, ancak bu özgürlüğün toplumsal sorumluluklarla dengelenmesi gerektiğini savunur. Batılı liberalizmin aksine, İslamcı bakış açısında özgürlük, yalnızca bireylerin değil, toplumun genelinin de iyiliği için şekillenen bir kavramdır. Bu ideolojiler, Batı'nın kendisini modern, ilerici ve medeni olarak tanımlaması, geri kalmış veya barbar olan diğer kültürleri ise kendisini modernleştirmesi gereken yerler olarak tanımlaması şeklinde işlemiştir. Batılı emperyalizm, sadece askeri ve ekonomik olarak değil, kültürel ve ideolojik olarak da kendini dayattığı için diğer toplumları kendi değerleriyle şekillendirmeye çalışmıştır. Bu çaba, Batı'nın sadece Batı dışındaki halkları sömürmesiyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda onları "gelişmiş" Batı değerlerine boyun eğdirmeye yönelik ideolojik bir savaş halini almıştır. İslam dünyası ise, Batı’nın bu kültürel saldırısına karşı direnişini sürdürmüş ve kendi kimliğine, değerlerine, kültürel mirasına sahip çıkmıştır. Bu, yalnızca bir kültür mücadelesi değil, aynı zamanda bir inanç, adalet ve özgürlük mücadelesidir. Batı, kendi modernleşme ve ilerleme anlayışını tüm dünyaya dayatırken, İslam dünyası özgürlüğünü, bağımsızlığını ve manevi değerlerini koruyarak, Batı’nın kültürel ve ideolojik hegemonyasına karşı bir direnç geliştirmiştir. Aydın, bu bağlamda önemli bir figürdür. Modern sömürgeci ideolojilerin üreticisi ve savunucusu olan Batılı aydınlar, kendi kültürlerini evrensel bir norm olarak sunarak, diğer kültürleri alt sınıf olarak tanımlamışlardır. Bu aydınlar, Batı’nın kültürel hegemonyasını savunarak, sadece kendi toplumlarının çıkarlarını değil, aynı zamanda tüm dünyanın kültürel çeşitliliğine karşı bir tehdit oluşturmuşlardır. Batılı aydınların bu ideolojik çabası, sadece Batı’daki güç odaklarının çıkarlarını meşrulaştırmakla kalmamış, aynı zamanda sömürgeci ve emperyalist politikaların da ideolojik bir zemin kazanmasına olanak sağlamıştır. İslamcı düşünürler ise, bu durumu fark etmiş ve Batı’nın kültürel saldırısına karşı, kendi medeniyetlerinin değerlerini savunmak adına entelektüel bir direniş geliştirmişlerdir. Aydın, sadece Batı’nın düşünsel hegemonyasını sürdürme aracı değil, aynı zamanda kendi toplumlarının kültürel bağımsızlık ve manevi direnişini güçlendiren bir figürdür. Aydın, halkını doğru bir şekilde eğitmek, Batı’nın ideolojik kuşatmasını kırmak ve İslam’ın evrensel değerlerini hayata geçirmek adına önemli bir rol üstlenmelidir. Bu anlamda, aydın, Batı’nın ideolojik baskılarına karşı bir karşı güç olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda aydın, sadece entelektüel bir figür olmanın ötesinde, Batı'nın kültürel ve ideolojik sömürüsünün bir aracı olmuştur. Aydın, bir toplumun manevi ve entelektüel bağımsızlık mücadelesinin öncüsü olmalıdır.
4- Tekno-endüstriyel çağda yapay zekanın baskın karakteri sömürgeciliği dijital platformlara da taşımış görünüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Artık “dijital sömürgecilik” gerçekliğinden bahsedebilir miyiz?
Evet, dijital teknolojilerin yükselişiyle birlikte, "dijital sömürgecilik" artık somut bir gerçeklik haline gelmiştir. Büyük teknoloji şirketleri, dijital platformlar üzerinden verileri toplayıp bu veriler üzerinden büyük ekonomik çıkarlar elde ederken aynı zamanda geçen yüzyıldaki sömürü pratiğinin daha rafine bir biçimini geliştirip tüm insanlığı bir tüketim pazarı haline getirmiştir. Bu tür bir sömürü, sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve manevi bir etkidir. Dijital platformlar, Batı’nın kültürel hegemonya ve değerlerini küresel ölçekte yaymak için güçlü bir araç haline gelmiştir. İnsanların verileri, kültürel tercihleri ve davranışları, dijital sömürgecilik aracılığıyla manipüle edilmektedir. Bu manipülasyon, Batı'nın değerlerinin evrenselmiş gibi sunulması ve diğer kültürlerin, özellikle İslam kültürünün, kendi kimliklerini kaybetmesi amacıyla işleyen bir stratejidir. Batı’nın değerleri, özgürlük ve bireysel haklar gibi kavramlar üzerinden dikte edilmekte ve bu kavramlar, çoğu zaman Batı’nın kendi çıkarlarını koruma ve bu çıkarları dünya genelinde yayma amacını taşımaktadır. Küresel dijital dünyada, Batı'nın bu kültürel ve ideolojik sömürüsü daha da derinleşmekte ve yerel kültürler, gelenekler, inançlar ve toplumsal yapılar üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Dijital sömürgecilik, sadece Batı'nın ekonomik gücünü pekiştiren bir araç değil, aynı zamanda bir kültürel hegemonyanın yayılmasında kullanılan en etkili mekanizmalardan biridir. Dijital platformlar aracılığıyla Batı’nın bireysel özgürlük, sekülarizm ve liberalizm gibi ideolojileri, dünyanın dört bir yanındaki toplumlara aşılanmakta ve bu ideolojiler adeta birer kültürel sömürge aracı haline gelmektedir. İnsanların fikirlerini, inançlarını, hatta duygusal tercihlerini bile şekillendiren algoritmalar, Batı'nın kültürel baskısının incelikli bir biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç, geleneksel sömürgecilikten farklı olarak doğrudan askeri güç veya ekonomik baskıdan bağımsız, daha yumuşak bir şekilde işlemektedir. Ancak sonuçta, toplumsal yapıların kökünden değiştirilmesi ve kültürel kimliklerin yok edilmesi anlamında çok daha etkili bir sömürü biçimi ortaya çıkmaktadır. Kaba sömürgeciliğin zorla dayattığı kültürel değerleri, bugünün dijital araçları gönüllü bir tutsaklık olarak kolaylıkla kabul ettirmektedir. İnsanlar, dijital platformlarda vakit geçirirken, bu platformlar üzerinden Batı’nın kültürel ve ekonomik çıkarlarına hizmet eden içeriklerle sürekli bir şekilde beslenmektedirler. İslam dünyasında ise bu durum, Batı’nın seküler değerlerinin İslam’ın manevi ve toplumsal yapısıyla örtüşmeyen yönlerini zayıflatmak ve toplumu Batılılaştırmak amacıyla bir tehdit oluşturmaktadır. Dijital sömürgecilik, İslam’ın öz değerlerine dayanan toplumsal düzeni ve adalet anlayışını, Batılı tüketim ve bireysellik kültürüne dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bu hem İslam toplumlarının manevi zenginliklerini hem de kültürel ve sosyal yapılarının özgünlüğünü tehdit etmektedir. Batı’nın dijital hegemonyası, yalnızca ekonomik bir boyutta kalmayıp, aynı zamanda toplumsal yaşamın her alanına sızarak, adeta bir kültürel işgal yaratmaktadır. Dijital sömürgecilik, ayrıca gelişmekte olan ülkelerde dijital uçurumu daha da derinleştirirken bu ülkelerin küresel teknoloji alanındaki bağımsızlıklarını engellemektedir. Gelişmekte olan ülkeler, Batı’nın teknoloji devlerinin dijital altyapıları ve platformları üzerinde yoğunlaşan hakimiyeti karşısında büyük bir bağımlılık içerisindedir. Batılı güçler, bu ülkelerde teknolojik çözümler ve platformlar sunarken, aynı zamanda ekonomik ve kültürel bir bağımlılık oluşturmakta, yerel endüstrilerin gelişmesini engellemektedir. Bu ülkeler, dijital dünyada Batı'nın belirlediği standartlarla şekillenirken, kendi kültürel kimliklerini ve bağımsızlıklarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Dijitalleşme süreci, gelişmekte olan ülkelerin Batı'nın küresel teknoloji ağlarına dahil olmasını sağlayarak, onların ekonomik bağımsızlıklarını da tehlikeye atmaktadır. Küresel düzeyde bağımsız bir dijital ekonomi oluşturamayan bu ülkeler, Batı'nın teknolojik gücüne ve dijital hegemonya stratejilerine mahkûm kalmaktadır. Bu bağlamda, Batı’nın teknoloji devleri, dijital dünyada da egemenliklerini sürdürmektedir. Dijital sömürgecilik, sadece ekonomik sömürüyle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir işgal biçimi olarak da işlev görmektedir. Batı'nın dijital platformları, kullanıcıların davranışlarını, tercihlerini ve düşüncelerini etkilemekte ve bu şekilde Batı'nın ideolojilerini, kültürel değerlerini dünyaya dayatmaktadır. Batı'nın internet üzerindeki bu hegemonik yapısı, her bir dijital platformu bir araç olarak kullanarak küresel ölçekte bir kültürel saldırıyı sürdürmektedir. Sonuç olarak, dijital sömürgecilik, Batı'nın egemenliğini sadece askeri ve ekonomik değil, kültürel ve ideolojik düzeyde de sürdürmesinin bir aracı olmuştur. Bugünün dijital dünyasında, Batı’nın emperyalist çıkarları, küresel dijital platformlar üzerinden insanlığın düşünsel, kültürel ve manevi yönlerini şekillendirerek devam etmektedir. İslam dünyası, dijital sömürgeciliğe karşı, kendi kimliğini, kültürünü ve değerlerini koruyarak, Batı’nın bu kültürel hegemonyasına karşı durmalıdır.
5- İnsanlık son yüzyılda iki büyük dünya savaşı gördü. İçinde bulunduğumuz koşullar yeni bir dünya savaşına kapı aralayabilir mi? 19.yüzyılda olduğu gibi enerjinin merkezde olduğu yeni bir sömürgecilik çağı mı başlıyor? İçinde bulunduğumuz durum hakkında ne dersiniz?
İçinde bulunduğumuz dönemde, küresel güçler arasında artan gerilimler ve kaynak mücadeleleri, yeni bir dünya savaşının kapılarını aralayabilir. Sadece enerji kaynakları, su, gıda gibi temel stratejik kaynaklar üzerinden yaşanan rekabet değil, aynı zamanda küresel ticarete hakimiyeti ve yapay zekâ teknolojilerine dayalı dijital hakimiyetin içinde olduğu yeni bir sömürgecilik çağını başlatabilir. Bu savaşlar, Batı'nın küresel egemenliğini sürdürme çabalarının bir parçasıdır. Batı, tarihsel olarak olduğu gibi, bugün de dünya üzerindeki en değerli kaynakları kontrol etme amacı gütmektedir. Küresel ekonomik sistemdeki bu egemenlik, doğrudan askeri müdahalelerden çok daha ince, dijital araçlar ve ekonomik baskılarla sürdürülmektedir. Batılı güçler, sadece askeri üsler ve silahlarla değil, aynı zamanda küresel ticaret, teknoloji ve dijital platformlar aracılığıyla dünya üzerinde hakimiyet kurmayı hedeflemektedir. Yapay zekâ teknolojileri, Batı'nın kültürel ve ideolojik sömürüsünü derinleştirmek ve küresel pazarları tekelleştirmek için kullanılan yeni bir araç haline gelmiştir. Bu araçlar, yalnızca ekonomik çıkarlar sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda Batı'nın değerlerini, kültürlerini ve yaşam biçimlerini dünya geneline yayarak, daha önce hiç olmadığı kadar kapsamlı bir kültürel ve ideolojik hegemonya inşa etmektedir. Ancak, yukarıda kısmen işaret ettiğim gibi, İslam dünyası ve gelişmekte olan ülkeler için bu, sadece Batı'nın saldırganlığıyla değil, aynı zamanda kendi iç zafiyetleriyle de ilgilidir. Batı'nın küresel egemenliğine karşı koyabilmek, sadece askeri güç ya da ekonomik stratejilerle değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bağımsızlıkla mümkündür. İslam dünyası, kendi kültürel değerlerine ve manevi mirasına sahip çıkmadan, Batı'nın dayattığı kültürel modernleşme ve sekülarizme karşı bir direniş gösteremez. Batı'nın küresel hegemonik yapısı, sadece askeri ve ekonomik açıdan değil, kültürel ve ideolojik bir sömürü aracı olarak da işlemektedir. Bu nedenle, İslam dünyası ve diğer gelişmekte olan ülkeler, sadece Batı'nın saldırganlıklarına karşı değil, aynı zamanda kendi toplumlarının içsel zayıflıklarına karşı da mücadele etmelidirler.
6- Türkiye’deki yayın dünyasının sömürge karşıtı literatüre ilgisi hakkında ne söylersiniz? Bu bağlamda Türkiye akademik-entelektüel havzasının ve İslami hareketlerin sömürgecilik hakkındaki duyarlılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki yayın dünyasında, özellikle son yıllarda sömürge karşıtı literatüre ilgi artmıştır. Bu ilgi, İslami hareketlerin ve akademik çevrelerin, sadece Batı'nın tarihi sömürgecilik pratiğini değil, aynı zamanda günümüzdeki yeni sömürgecilik biçimlerini anlamaya yönelik çabalarını yansıtmaktadır. Son on yıllarda, İslamcı düşünürler ve hareketler, Batı'nın küresel egemenliğine karşı bir direniş geliştirmek için, yalnızca geçmişin sömürge deneyimlerine değil, günümüzün modern sömürgecilik biçimlerine de karşı dikkatli olunması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Modern sömürgecilik, ekonomik bağımlılıklar, kültürel hegemonya ve dijital sömürgecilik gibi yeni araçlarla devam etmektedir. Bu anlayış, İslam dünyasında, Batı'nın sömürgeci geçmişini sorgulamak ve bu geçmişin izlerini günümüz toplumsal yapılarında, kültürel normlarda ve politik güç ilişkilerinde görmek için bir temel oluşturmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başlayan süreçte İslamcı düşünürler, Batı'nın sadece askeri müdahaleleriyle değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik saldırılarıyla da İslam dünyasına egemen olduğunu belirtmektedirler. Batı, tarih boyunca olduğu gibi, modern dünyada da sadece ekonomik gücünü değil, kültürel, manevi ve ideolojik üstünlüğünü de dayatmaktadır. Türkiye, bu kültürel hegemonya karşısında kendi kimliğini koruma mücadelesini verirken, aynı zamanda İslam dünyasının kültürel direnişinin önemli bir aktörü olmaktadır. Türkiye, bu bağımlılığı aşmak için kendi ekonomik modelini oluşturma çabalarını sürdürüyor. İslamcı düşünürler, ekonominin sadece Batı'ya bağlı kalmaması gerektiğini, yerel kaynakların ve değerlerin ön plana çıkması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu bağlamda Türkiye, sadece ekonomik büyüme için değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bağımsızlık için de kendi stratejilerini geliştirme bağlamında büyük bir mesafe kat etmiştir. Sonuç olarak, Türkiye, sadece geçmişin sömürge deneyimlerinden ders alarak değil, Suriye, Filistin ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi aynı zamanda günümüzün yeni sömürgecilik biçimlerine karşı bir mücadele stratejisi geliştirerek İslam dünyasında önemli bir rol oynamaktadır. Batı'nın dijital, kültürel ve ekonomik egemenliğine karşı bir direnişin temelleri hem geçmişteki sömürge deneyimlerinden hem de bugünün modern sömürgecilik biçimlerinden öğrenilen derslerle şekillenmektedir. Türkiye, İslam dünyasında sadece Batı'nın karşısında durmakla kalmayıp, aynı zamanda kendi bağımsızlık mücadelesini güçlendirerek, İslam dünyasının direnişinin liderliğini üstlenecek potansiyele sahiptir.
7- Aksa Tufanı’nın Siyonist-evanjelist sömürgeciliğe karşı direnişi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu direnişin küreselleşme imkanı var mı?
Aksa Tufanı, tarihsel olarak bir yeniden doğuşu, direnişi ve adaletin yeniden tesis edilmesini simgelemektedir. Bu, Filistin topraklarında, özellikle Kudüs etrafında dönen bir kavganın ve direnişin simgesel bir ifadesidir. Filistin’deki direniş, Siyonist hareketin bölgedeki egemenliğine karşı ortaya çıkan ve İslam’ın kutsal değerlerine dayanan bir mücadelenin parçasıdır. Siyonist-Evanjelistler, Filistin topraklarında Yahudi yerleşimlerini desteklemekle kalmamış, onu "Tanrı'nın bir planı" olarak gördüğü için, Batı’daki siyasi güçlerin Filistin’deki işgali meşrulaştırmasına katkı sağlamıştır. Evanjelistlerin, Kutsal Topraklara dair dini inançları, Siyonist hareketle birleşerek, bölgedeki zulmün ideolojik altyapısını oluşturmaktadır. Bu şer cephesine karşı başlatılmış olan Aksa Tufanı, aslında yüz yılı aşkın süredir devam eden Filistin halkının varoluş mücadelesi ve Kudüs’ün kurtuluş savaşının son sahnesi simgelemektedir. Kudüs, sadece bir toprak parçası değil, aynı zamanda İslam’ın ilk kıblesi, Müslümanların tarihi ve manevi mirasıdır. Bu nedenle, Aksa Tufanı, sadece coğrafi bir mücadele değil, aynı zamanda kültürel ve dini bir direniştir. Bu bağlamda, Filistin'deki direnişin önemi, sadece toprakları geri almak değil, aynı zamanda İslam'ın değerlerini ve haklarını savunmaktır. Aksa Tufanı'nın karşılaştığı küresel güçler yalnızca Siyonist ve Evangelist ittifakları değil, aynı zamanda bu güçlerin finansal, medya ve askeri araçlarıyla küresel ölçekte yaydıkları hegemonik etkilerdir. Filistin’deki direnişin küreselleşmesi, dünyanın farklı bölgelerinde yer alan Müslümanlar, adalet arayan halklar ve sömürüye karşı çıkan gruplar için bir ortak payda oluşturabilir. Küresel ölçekte, Filistin davası, sadece Filistinlilerin mücadelesi değil, tüm insanlığın zulme karşı verdiği bir direniş olarak görülebilir. Bu bağlamda, Müslüman toplumlarının dayanışması, adaletin ve özgürlüğün savunulması küresel bir direniş hareketi yaratabilir. Bu direnişin küreselleşebilmesi için, dünya çapında adaletin savunucusu olabilecek bir koalisyonun kurulması gerekmektedir. Bu koalisyonun yalnızca Orta Doğu'dan değil, Afrika, Asya ve Latin Amerika'dan da destek alması önemlidir. Bu, özellikle küresel medya, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları savunucularının desteğiyle mümkün olabilir.