Abdurrazık Makri: Islahın Öncelikleri: Siyasetten Önce Medeniyet Fikri

04 Ocak 2025

Malik bin Nebi Uyanışın Şartları kitabında siyaset ve fikir meselesini incelemeye şu güzel ifadeyle başlar: "Söz; kutsaldır ve bireyin vicdanına bıraktığı güçlü tesir ile sosyal fenomenin oluşumuna büyük ölçüde katkı sağlar. Bireyin kalbinin derinliklerine nüfuz eder, anlamları oraya yerleşir ve böylece onu ilke ve misyon sahibi bir insan kılar. İnsanın söylediği bir söz ruhlarda dünya hadiselerini değiştirecek fırtınalar kopardığında sosyal bir faktöre dönüşebilir."

Siyaset Kuruntuları

Aynı eserde bin Nebi, fikrin ülkesindeki etkisi hakkında Cezairli Müslüman Alimler Birliği'ni örnek vererek şöyle söyler: "Diriliş mucizesi Bin Badis’in ağzından dökülen kelimelerden fışkırıyordu. İşte uyanış saatlerinin çaldığı o an gelmişti ve uyuşmuş Cezayir halkı yeniden hareket etmeye başlamıştı. Göz pınarları hâlâ uyku akan bir halkın ne güzel ve ne mübarek uyanışıydı o! Ne ki değişim arzusu halkın kalbine işlenmişti ve halk konuşmalarında değişimi düstur edindi. Toplumsal anlam böylece yeniden uyandı ve ferdî münâcat halkın sözüne dönüştü."

Daha sonra bu uyanış, Alimler Birliği'nin kendisini de aştı ve Kasım Devrimi bizzat uyanışın temiz sonuçlarından biriydi. Devrimden önce Kasım, 1954 yılının aynı ayında yayınlanan birinci bildirideki bir sözden ibaretti. Bildirinin hedefleri; özgürlük, toplumsal dayanışma ve İslami ilkeler çerçevesinde bağımsızlığa ulaşmak ve Kuzey Afrika'dan başlayıp doğal süreci takiben Arap-İslam milletlerine uzanan ümmetin birliğini gerçekleştirme çağrısında bulunmuştu. Yürüyüş henüz tamamlanmamıştı, sömürgeciliğin ve onun işbirlikçilerinin desiseleri karşısında devam ediyordu.

Bin Nebi'nin söylediklerine göre tüm bu ihya hareketleri, toplumsal bir fenomen olarak medeniyetin oluşumunun, ilk medeniyetin doğduğu koşullarda ve şartlarda, Medine-i Münevvere ortamında gerçekleşebileceği düşüncesini temele alarak faaliyet gösterdi. Eğer fikir bu koşulları üretmeye devam ederse, medeniyetin yeniden doğması kaçınılmazdı. Eğer siyasetler, kurumlar, yapılar ve yöntemler fikri takip ederse ve fikri asla terk etmezse, ne kadar zorluk ve meydan okuma olursa olsun, Allah'ın izniyle yeni bir şafağın doğuşuna ulaşacaktı.

Ne var ki bin Nebi, Cezayirli Müslüman Alimler Birliği'ni eleştirdi. Çünkü Birlik 1925-1936 yılları arasında sadece on yıllık süreç içerisinde Cezayir toplumunu uyandırdığını ve bireysel-sosyal olarak sömürgeden kurtulmaya hazır hale getirdiğini düşünüyordu. Bu yüzden Birlik 1936'daki İslam Konferansı'nda, siyasi elitlerle birlikte – ki siyasi elitler ne medeniyet fikrine ne de kültürel yöne sahipti, sömürgecilerden koşullarını iyileştirmesinden başka bir şey istemiyordu- reformlar ve haklar meselesinde sömürgecilerin taleplerine düşüncesizce atıldığında, fikirsel temelinin hilafına siyasetin kuruntularının peşine düşmüştü.

Islaha Suikast

Bin Nebi, Cezayirli Müslüman Alimler Birliği'nin liderlerinin niyetlerini suçlamamıştı ve kendi ifadesiyle temiz ve masum niyetlerinden dolayı art niyetin bulaşmadığı ulemanın hatası karşısında üzüntüsünü beyan etmişti. Ancak 1936 yılında ulema, ıslah fikrinin Fransız sol hükümetinin hesapsızca savurduğu vaatlerin tuzağına düşmesine izin verdiğinde, aslında hükümet ıslahın suikastını gerçekleştirmek için çalışıyordu.

Malik bin Nebi'nin 1930'ların sonlarında Müslüman Alimler Birliği'nin kusurları olarak belirttiği ve üzüntüsünü dile getirdiği aynı kusurların, günümüzde İslami akımdaki ihya hareketlerinde var olduğunu söyleyebiliriz. İhya hareketleri geçen yüzyılın sonunda ümmeti uyandırmış ve halklarının uyanışını gerçekleştirmişti. Ne var ki siyasetin savaş alanına fikirlerini koruyarak geçiş yapmak yerine, bu hareketlerin çoğu toplumda davet alanından modern devlet kurumlarına kendilerini özgün kılan fikirlerinden yoksun bir şekilde geçiş yapmak için yarışır hale geldi. Sahte bir demokratik faaliyet içerisinde siyasi varlığın kıyı köşelerinde kendilerine izin verilmesi, liderlerinin düşüncesinin ulaşabildiği son sınır oldu. Bu yüzden aynı minval üzere önümüzdeki yüz yıl boyunca çalışmaya devam etseler dahi bulundukları kıyı köşelerin düşük çatısı değişim gerçekleştiremez.

Bu yeni pragmatik siyasi perspektif zımnında bu hareketlerin bariz -ve belki de tek- tezahür biçimi, ülkelerimizde ve tüm dünyada hegemonyasını sürdüren Batılı düşünce ve medeniyet sistemine entegre olmuş partisel tezahür oldu. En iyi durumda bile bu tezahür, fikir seviyesini aşacak ve İslam ümmetinin medeniyet düzeyinde geri dönüşünü sağlayacak ciddi projeler ortaya koymaksızın kimliğin görünümleri ve medeni hukukla ilgilenen muhafazakar partiler olmaktan öteye geçemedi.

"Düşüncebilim"

Küresel kapitalizmin hegemonyasından sonra, İslami güçleri "ideoloji"yi bırakmaya ve siyasal uygulamalarında yalnızca insanların çıkarlarıyla ilgilenmeye çağıran aldatıcı sesler yükseldi. Bu çağrı diğer tüm ideolojilerin ortadan kaldırılması ve egemen tek bir ideolojinin ayakta kalmasından; nüfusun çoğunluğunun çıkarlarını, yeryüzünün zenginlikleri üzerinde hükmeden azınlıkların lehine ziyan eden kapitalizmin varlığını devam ettirmesinden başka bir şey hedeflemez.

Eğer "ideoloji" kelimesinin anlamı "düşüncebilim" ise, fikrin siyasetten önce gelmemesi nasıl tasavvur edilebilir? Düşüncebilimin suçlanması, dünyadaki partilerin hepsinin haksızca "orta" veya "merkezci" olarak adlandırılan bir alanda birbirine yaklaşmasına ve benzer programlara sahip olmasına neden oldu. Bu partileri seçmenler zahirde seçse de açıktan ilan edilmeyen ve sorumlu tutulmayan güçler bunlar üzerinde egemen olur. Bunlar mali ve askeri güçler, büyük şirketler ve azınlık lobileri olarak karşımıza çıkar.

Gizli güçler gerçek iktidarı ele alırken, öne çıkan parti güçleri parlamento sandalyeleri, bakanlıklar ve kurumlar için can çekişir ve siyasi tartışmalarda fikirler, medeniyet düzeyindeki eğilimler, insan onurunun nasıl korunacağı hakkında hiçbir şey işitilmez. Arzu edilen devletin doğası, piyasa ideolojisine karşı ekonomik, sosyal ve kültürel vizyonlar hakkında hiçbir şey duyulmaz. Halkın krizlerinin tedavisi ise seçim vaatleriyle veya insanların isteklerinin düşük seviyelerde tutulması için krizlerin derinleştirilmesiyle sağlanır.

Islahatçılarının yolları uzadıkça fikirlerinden uzaklaşmaları onlardan inisiyatifi alır ve daha cesur olanlar, medeniyet fikrine sahip olmasalar bile, bu inisiyatifi ele geçirir. Bu da modern devlet bağlamında ümmetin çektiği sıkıntıları daha da uzatır ki, söz konusu modern devletin dogmatik otoritesi altında tüm beşeriyet şu an ıstırap çekmektedir.

İslami ihya hareketlerinin liderleri, kurucu fikirlerinden daha fazla korunmaya değer bir şeye sahip değildir. Yalnızca onların kurucu fikirleri, yetiştikleri toplumun temelleriyle uyumlu olabilir. Aksi taktirde sözleri ne kadar süslü olursa olsun boş ve anlamsız kalır. Malik bin Nebi'nin de doğru bir şekilde ifade ettiği gibi: "Toplumsal kurallar ve temeller hakkında kör cehalete saplanmış bir siyaset, işlerini yönetirken duygusal saiklere dayanan ve otoritesini tesis ederken boş kelimelere bel bağlayan bir devletten başka bir şey meydana getiremez." Belki de "Tufan" şoku mevcut durumu düzeltir.

Kaynak: el-Cezire, 8/6/2024

Çeviren: Ömer Budak