Aksa Tufanı'nı diğer operasyonlardan ayıran yönler nelerdir? Aksa Tufanı İslami hareketlerin düşünsel ve kurumsal yapılanmasını nasıl etkileyecek? Aksa Tufanı sonrası gerek Filistin'de gerekse bölge ülkelerindeki mevcut statüko aynı şekilde devam edebilir mi? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Aksa Tufanı" dosyasında Prof. Dr. M. Halil Çiçek'e sorduk.
1. Aksa Tufanı hamlesine nasıl bir anlam yüklüyorsunuz? Bu süreci önceki operasyonlardan, kıyam hareketlerinden ve maruz kalınan katliamlardan farklı kılan yönler nelerdir?
Aksa Tufanı aslında küfrün ve özellikle siyonizmin tufanı oldu. Küfrün ve siyonizmin kendilerine, yüksek teknolojilerine olan güvenlerini, bununla dünyaya ve özellikle İslam ve Arap alemine olan şımarıkça tafralarını ve son derece modern, her yönüyle koruma altına alınmış olduğu düşünülen yüksek güvenlikli “demir kubbe” efsanelerini, gurur ve kibriyalarını boğan ve tarumar eden bir tufan oldu. Aksa Tufanı ideolojik, psikolojik, siyasî, askerî, stratejik planlama, dava şuuru, yüksek teslimiyet, büyük samimiyet, inandığını hayata geçirme, en olağan üstü şartlarda dahi Îslamî ve insanî ilkelere bağlı kalma yönünden çok mana yüklü ASRIN OLAYI’dır. Kanaatimce çağdaş dünya hala Aksa Tufanının şokunu üzerinden atlatmış değildir. Yoksa Aksa Tufanı hem askerî stratejistler, hem sosyal ve siyasal bilimciler açısından kayda değer çok anlam taşıdığını düşünüyorum. Aksa Tufanını planlayanların büyük bir zafer kazandıklarını ve buna mukabil modern dünyanın ürettiğini iddia ettiği insan, kadın ve çocuk hakları açısından iflas ettiğini ve başta ABD olmak üzere Batının evrensel değerler açısından ne kadar iki yüzlü ve münafık olduğunu Aksa Tufanının ortaya çıkardığını düşünüyorum. Kendi putlarını kendileri ufak bir sıkıntıda hemen yiyiverdiler. Bu süreci diğer operasyon ve kıyamlardan ayıran en önemli özelliği bunun katıksız bir İslamî cihad ruhuyla, Aksa’yı kurtarma aşkıyla, çok yüksek bir ihlas ve fedakarlıkla yapılmış olmasıdır. Ayrıca İsrail’le Arap ülkelerinin girmiş oldukları normalleşme sürecinde Mescid-i Aksa ve Filistin davası unutulup tamamen terk edilme sürecine girmişti. Diğer taraftan Mısır’da rahmetli Mursî’ye ve ihvana yapılanlar, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de olup bitenler ve Hasina hükümetinin Bengladeş’te Cemaat-i İslamî liderlerine uyguladığı idamlar v.b olaylar Müslümanlarda çok ciddi bir moral bozukluğuna neden oldu. Böylesine Müslümanların tüm umutlarının tükendiği bir zaman diliminde Aksa Tufanı İslamî mücadelenin hala diri ve güçlü olduğu gösterdi. Küresel düzeyde Müslümanlara bir güven verdi ve var olma mücadele azmini aşıladı. Bu açıdan Aksa Tufanı çok farklı ve özellikli bir olaydır. Ayrıca Aksa Tufanı akademik dünya için çok yönlü bir laburatuvar oluşturdu. Önümüzdeki süreç içerisinde onun çok farklı yönlerden akademik çalışmalarla derinlemesine irdeleneceğini düşünüyorum.
2. Aksa Tufanı üzerinden bir yıl geçti. İlk dönem yapılan değerlendirmeler ve şu an yapılan yorumlar arasında hangi benzerlik, farklılık ya da tutarsızlıklar var? Yaşanılan bir yıllık süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aksa Tufanı'nın gerçekleştiği 7 Ekim’den bu yana uzun bir süre geçti. Çarpışan taraflar açısından bakıldığında özellikle Siyonist bakış ve onun safında yer alıp fiilî destek veren dünya müstekbirleri açısından hiç beklenmedik uzun bir süreçtir. Zira Tufan patlak verdiğinde hem Siyonist Yahudi devleti hem destekçisi olan ABD ve yandaşları kısa bir sürede hem HAMAS hem de Gazze’yi bitireceklerini ve Gazze’yi kendileri için güvenli bir alan haline getirip İsrail ve ABD Gazze açıklarında Petrol aramaya başlayacaklarını düşünüyorlardı. Hatta ilk aylarda Tufanın patlak vermesinin sebebinin HAMAS’ın Siyonist yapının böyle bir niyetinin olduğunu sezip kendisi daha hızlı davranarak Aksa Tufanını başlattığı yönde çok yorumlar yapılıyordu. Ancak çarşıdaki alış veriş evdeki hesaba hiç uymadı. Bu gün eğer Siyonist yapı ve dünya müstekbirleri tenezzül edip olup bitenlerin kendilerini ne kadar şaşırttığını ve mücahitlerinin kendilerine bu bir yıllık süreç içinde onları ne kadar sıkıştırıp zayiat verdiğini itiraf edebilseydiler insanlık ve özellikle Arap alemi o zaman olup bitenleri çok daha iyi okur ve çok farklı dersler alacaklardı. Ancak hem Siyonist devlet hem onun bakıcısı ABD hem de Arap siyasetçileri hiçbir zaman bu hezimetlerini itiraf etmez ve kamuyla asla paylaşmak istemezler. Ayrıca Aksa Tufanının gerçekleştiği ilk aylarda birçok Müslüman münevver bile bunun Gazze’yi İsrail’e teslim etmek için bir İsrail oyunu olduğunu ve HAMAS’ın bilerek veya bilmeyerek buna alet olduğunu düşünüyordu. Ancak HAMAS’ın şanlı ve kararlı direnişi bütün bu düşüncelerin yanlış olduğunu gösterdi. Bu yaklaşımlar HAMAS’I Müslüman kamu nezdinde itibarsızlaştırmak için Siyonist bir senaryo olma ihtimali de yüksektir.
3. İslami bir hareket olan HAMAS öncülüğünde gelişen Aksa Tufanı, İslamcılık tartışmalarını ve İslami Hareketlerin düşünsel ve kurumsal yapılanmasını nasıl etkiledi/etkileyecek?
Aksa Tufanı'yla HAMAS tüm insanlığa ve özellikle Müslüman dünyaya İslamcılığın bitmediğini, bitmeyeceğini ve onun çok düzenli, planlı, sağlam, iç koordinasyonu mükemmel, emir ve komuta hiyerarşisi sağlam, örgütsel ilkelere bağlılığın çok üstün olduğu kurumsal bir yapıya sahip olduğunu gösterdi. Aksa Tufanı bu İslamî hareketin/örgütün kurumsal yapısının kuvvetli, fikrî alt yapısı sağlam, rasyonel örgüsü muhkem, planlama, muhakeme ve muhasebe kabiliyeti yüksek, öngörüsü derin/kuşatıcı ve isabetli olduğunu ve de örgütsel paradigması çok güçlü bilimsel, siyasal ve sosyal fikrî ağlardan oluştuğunu gösterdi. Ayrıca Aksa Tufanı HAMAS’ın yüksek bir manevra kabiliyetine sahip olduğunu, dünyanın gelişen teknolojik imkanlarını iyi kullandığını, ciddi stratejiler geliştirebildiğini, eşi görülmemiş bir fedakarlık ruhunu tüm örgüt üyelerine aşıladığını, bütün üyelerin kıt imkanlara rağmen sahih ve sağlam bir imandan kaynaklanan çok güçlü bir özgüvene sahip olduklarını da gösterdi. Bunun yanı sıra bir Müslüman için belki daha fazlası düşünülemeyecek yakinî bir imana ve görürcesine bir ahiret inancına, çok coşkulu bir şehadet özlemine sahip İslamî bir hareketin varlık imkanını ve bilfiil de var olduğunu bütün modern dünyaya maharetle ve ferasetle gösterdi. Bütün bunları yaparken kedine ve davasına olan yüksek özgüveninden hiçbir şey kaybetmedi. İslamî hareketler açısından negatif bir atmosferin oluştuğu günümüzde HAMAS’ın bütün bu pozitif yönleri İslamî hareketlerin, HAMAS’ın yapılanması doğrultusunda kendilerini düşünsel ve yapısal açıdan güncellemelerini zorunlu kıldı.
4. Aksa Tufanı sonrası gerek Filistin'de gerekse bölge ülkelerindeki mevcut statüko aynı şekilde devam edebilir mi? Bangladeş'te seküler diktatörün devrilme sürecinde Aksa Tufanı'nın etkisi olmuş mudur? Benzer sonuçların yarım kalmış Arap devrimlerinde tekrarlanma olasılığı hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Arap ülkelerinin İsrail arkasında saf halinde durmaları ve İsrail’den daha fazla İsrailci olmalarının en büyük sebebi İslamî bir hareket olan HAMAS’ın zaferi durumunda koltuklarını ve statükolarını kayıp etme endişesidir. Aslında Aksa Tufanı bütün Müslümanlar için önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Normalde İslam aleminde bir milat olması gerekirdi. Ne var ki insanlık bugün çok farklı bir süreçten geçmektedir. Bütün şehvanî duygu ve arzuların insanlığı kıskıvrak kuşattığı, İslam dünyasında jakoben müstebit ve müstekbir hükümetlerin işbaşında olduğu, kendi iktidarlarına zarar getirecek her hareketi anında acımasızca bastırdıkları bir dönemde Aksa Tufanı sonrasında İslam dünyasında radikal bazı değişiklikleri beklemek fazlaca bir iyimserlik olarak görüyorum. Tunus’ta Muhammed Buazizi’n kendisini yakmasıyla 18 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayıp dalga dalga Mısır’a, Libya’ya, Yemen’e, Suriye’ye yayılan ve Arap baharı olarak anılan halk direnişi bazı diktatörlüklerin yıkılmasına neden olmuşsa da ancak yerlerine daha acımasız daha despot idareler geldi. Dolayısıyla başlanıp yarıda kalan bir halk hareketi veya yarım kalmış devrimler söz konusu değil. Evet bir halk hareketi/halkların direnişi oldu; ancak Batılı toplum mühendisleri tarafından halkların lehine sonuçlanmasına izin verilmeden direniş bitirilerek sonuçsuz bırakıldı. Arap Baharının ilk iki yılıydı. Amerikalı uluslararası ilişkiler Uzmanı Noman Çomski bir makalesinde Batılıların bu Arap Baharını Arap kışına nasıl çevirebileceklerinin hesabını yaptıklarını yazmıştı. Zaten öyle de oldu. Bengladeş’teki olayda İslamî cemaatin etkisi kısmen olmuşsa da tamamen Aksa tufanına bağlamak realist bir yaklaşım olmayacağını düşünüyorum. Hasina hükümetinin bölge müstekbirleri açısından ekonomik ve siyasî ömrünü doldurduğu için onu sonlandırmaya gizli mahfillerde karar verdiklerini ve devrilmesine de göz yumduklarını düşünüyorum. O süreçte birçok aktörü hükümeti devirmek için devreye soktular. Onlardan biri de cemaat-ı İslamidir. Yoksa cemaat-ı İslami’nin tek başına bunu yaptığını söylemek İslam alemindeki siyasî gelişmeleri göz ardı etmek olur.
5. İİT, Arap Birliği gibi örgütlerin konumu ne olacak? Meşruiyetleri ve güvenirlikleri uzunca bir süredir yüksek sesle sorgulanan ve iflas ettiği söylenen uluslararası arası düzen yerine nasıl bir yeni dünya düzeni kurulacak? Büyük savaşların galipleri tarafından kurulan dünya düzenin sonuna geldik mi?
İİT, Arap Birliği gibi örgütlerin dün, bugün ve yarın da fazla bir kıymet-i zatiyesi olmadı ve olmayacak da. Bu tip kuruluşlar sadece çörek ve börek dağıtma ve yeme örgütleridir. Örneğin bu her iki kuruluşun kuruldukları günden bugüne dek hangi ciddi meselede ağırlıkları olmuş ve hangi meselede kendi başlarına bağımsız bir şekilde karar verebilmişlerdir? Ya da bölgesel hangi sorunu çözebilmiştir? Zaten genelde bu kuruluşların başında bulunanların kahir ekseriyeti belli bazı Batılı veya Doğulu İslam muhalifi odaklarla koordineli olarak çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bu tür kuruluşlardan çözüm yönünden ve yaptırım uygulama açısından fazla bir şey beklenmez. Halklarını susturmak için vitrin önünde çok gürültü patırtı yaparlar; yerine göre büyük laflar ederler ve büyük tehditler savururlar. Ancak bütün girişimleri fiyasko ile sonuçlanır. Onların tüm çabaları boştur; hiçbir sonuç vermez. Bunlar fonkisyonları itibarıyla kartondan yapılmış kaplanlardan öteye geçmezler.
Uluslararası arası düzenin değişimi konusuna gelince şunu söylemek isterim: Olup bitenler dünya siyaset ve ekonomisini ellerinde tutan Amerikalı ve Batılı müstekbirlerin zararına olsaydı, bu akan kan onların kanı veya köpeklerinin kanı olsaydı yeni bir dünya düzenini düşlemek veya beklemek anlamlı olabilirdi. Kendilerine ciddi bir zarar dokunmadıktan sonra zevahiri kurtarmadan başka kıllarını bile kıpırdatmazlar. Birleşmiş milletler ve benzer bazı örgütler canlarını yakan ikinci dünya savaşının ardında kurulması da bunu göstermektedir. Son çeyrek asırda İslam aleminde ve diğer üçüncü dünya ülkelerinde yaşanan savaşlar, katliamlar, soykırımlar, işgaller ve toplu tehcirlerden her biri yeni bir dünya düzenini kurmak için yeter ve artar bile. Ama zararın ucu fazla kendilerine dokunmayınca ve konforlarından fazla bir şey bozulmayınca hiç oralı olmayıp kulakları üzerinde yatarlar. Dolayısıyla onlar açısından yeni bir dünya düzenini gerektirecek fazla bir şey yok. Kamuoyunun rahatsız olması onlar açısından fazla önemli değil. Hele Müslüman Dünya kamuoyunun veya üçüncü dünya kamuoyunun onlar nezdinde hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. 1990’lı yıllarda yaşanan Bosna-Hersek Sırp savaşında Gazze’de yapılanların daha fazlası yapıldı; ama uluslararası düzeni ellerinde tutanların kılı bile kıpırdamadı. Ne zaman kendileri açısından durum tehlikeli olmaya başlayınca Dayton sürecini rahmetli İzzebegoviçe dayattılar. O da süreci kerhen kabul etmek durumunda kaldı. Bu itibarla bugün Gazze’de yaşanan insanlık faciası onlar açısından düzenin sonunun gelmesi anlamına hiç de gelmez. Bir müdahale ihtimali varsa o da güçlüleri ve Orta Doğuda İsraili korumaya yönelik bir müdahale olabilir. Başka da bir şey beklenmez. Uluslararası Adalet Divanı (UAD) İsrail’in suçlu olduğuna ve insanlık suçunu işlediğine karar verdi. Ancak sonuç hiç değişmedi ve İsrail, yandaşlarının ve destekçilerinin teşvikiyle aynı suçları ve barbarlıkları işlemeye devam etti, hala da devam ediyor. Herkesin şikayetçi olduğu bu bozuk/zalim/insafsız düzeni kendileri bu şekilde kurdular. Onların yüksek menfaatlerini koruduğu sürece devam edecektir. Hiç kimsenin bunda kuşkusu olmasın. Güçlü bir İslam Alemi olsaydı ve onların düzenlerine alternatif teşkil edebilecek bir güçte olsaydı o zaman rekabet saikiyle belki kendi yapılarını gözden geçirebilirlerdi. Öbür türlü bu modern birleşmiş vahşilerin kurdukları bu hegemonik siyasî yapıdan vazgeçmeleri beklenemez ve zaten bunu yapmaları da eşyanın tabiatına aykırıdır.
6. Alim, aydın, akademisyenler, kanaat önderleri, STK'lar İslam dünyasında, Batı'da ve diğer bölgelerde Siyonist soykırımı karşısında nasıl bir tavır ortaya koymuşlardır, gerekli performansı göstermişler midir?
Modern devlet yapısının dünyanın her tarafında etkin ve baskın olduğu ve tüm halkları kendi hegemonyası altına aldığı bu dönemde bireylerin kendi başlarına devletin politikasına aykırı çok etkin bir faaliyette bulunmalarına devletler pek izin vermezler. İslam Dünyasının tamamına yakınını işgal eden siyasî mütegallibeler HAMAS’ın başarılı olmasını istemezler. Ancak bu mütegallibe gruh bazen gayri ihtiyari bir şekilde bazı etkinliklere göz yummak durumunda kalabilir. Onun dışında sadre şifa bir şeye izin vermezler. Dolayısıyla alim, aydın, akademisyen, iş adamı, kanaat önderi ve STK’ların devlet politikalarına aykırı ciddi bir faaliyetlerine izin verilmiyor. Bundan ötürü İslam dünyasındaki mezkur şahıs ve STK’ların yapabilecekleri her şeyi yaptıkları söylenemez. Ancak şurası da bir gerçektir ki, Müslüman halkların çok büyük bir kısmı birey ve kurumsal düzeyde çok çırpındılar; çok önemli maddi katkılarda bulundular. Mevcut ulus devletlerin şu yapay sınırları olmasaydı fiilî bir şekilde çok daha güzel ve etkin katkılarda bulunacakları kesindir. Ancak her şeye rağmen yapılanlar az değil; ama yeterli de değildir. Örneğin yedi ekimden sonra TRT World’un hazırlamış olduğu Kutsal İşgal adlı belgesel ile el- Cezire kanalının Şifa Hastanesine Yönelik Saldırıları konu edinen belgesel türünden Arapça, İngilizce ve diğer dünya dillerinde bu barbarlığı konu edinen çok sayıda belgesel türü görseller hazırlanıp dünyaya dağıtılabilir. Ama buna bile mevcut Müslüman devletler izin vermezler. Sosyal Medyanın, internet mecralarının, dizi ve belgesellerin ne kadar önemli ve etkin birer araç olduğunu herkes bilmektedir. Ama Gazze konusunda bunlar yeteri düzeyde etkin kullanılmadı.
7. Yaşadığı anlam bunalımını teknolojik ilerleme ile kapatmaya çalışan, fütüristik bir gelecek kurgusuna, dijital dünya ve yeni sekülerleşme dalgasını basamak kılan küresel hegemonya karşısında Aksa Tufanı dünya halkları için farklı seçeneklerin kapısını aralayabilmiş midir, bu süreçte İslami Hareketler nasıl bir rol üstlenmelidir?
Bugün bizim mevcut insanî, medyatik ve teknolojik ortamı ve bu ortamda zihniyet ve kültürü şekillenen insanı da iyi okumamız ve iyi tanımamız gerekir. Çağımızda Kur’an-ı Kerim’in Casiye suresi (45/23) ‘de çok net bir şekilde ve mu’cizevî bir biçimde ifade edildiği gibi insan oğlu heva ve hevesini, tüm nefsanî arzu ve isteklerini tanrılaştırdığı olağan üstü bir dönemden geçmektedir. Bunun yanı sıra birtakım ifsat ve idlal şebekleri de insanların maneviyatını bozmak için çok yoğun mesailer harcamaktadır. Ayrıca küresel düzeyde egemen olan siyasî sistem ve global kültür de tamamen pozitivist, laik ve seküler bir yapıda şekillenmiştir. Sosyal medya, internet mecraları, televizyon yayın ve dizileri de tamamen pozitivist/seküler/laik bir yapıyla kurulmuş ve yapılandırılmıştır. Tüm aktiviteleri de bu yöndedir. Öte taraftan maddi imkanların bolluğu, nimetlerin çokluğu, hayatın zorluklarını bertaraf eden vasıtalara erişimin kolaylığı insanları bir taraftan şımartmış diğer taraftan haddini bilmez bir konuma sokmuştur. İşte arz ettiğimiz bu ve benzeri durumlardan ötürü Aksa Tufanı gibi haddizatında çok önemli olan olaylarla modern Müslümanın/insanın kendine gelebileceğini ve anlam haritasını yeni bir İslamî bakışla yeniden oluştura bileceğini düşünmüyorum. Ferdi bazı kıpırdamalar olabilir; nitekim Batı’da bu manada bazı önemli kıpırdamalar oldu. Ama bunların lokal kalacağını ve maneviyatı toptan tehdit eden bu deccalizmin global düzeyde fikrî planda sorgulanmasına neden olmasının zor olduğunu düşünüyorum.
Cenab-ı Allah her şeye kadirdir; kalpleri evirip çeviren, halkları yükselten ve alçaltan da yalnızca O’dur. Ancak Cenab-ı Allah genelde insanların amelleri ve tercihleri doğrultusunda irade gösterdiği için biz zahirî sebepler doğrultusunda böyle düşünüyoruz.
Aksa Tufanının tüm İslamî hareketler için önemli bir mektep olduğunu, çok önemli dersler taşıdığını, her İslamî hareketin Aksa Tufanına bakarak ibadet, ihlas, samimiyet, fedakarlık, cesaret, sabır, sebat, feragat, yüksek ahiret inancı, Aksa gibi İslamî sembollere sahip çıkma azmı, her türlü olağan üstü şartlarda İslamî değer ve ilkelerden ayrılmama iradesi, yüksek planlama ve manevra kabiliyeti, ileriyi görüp ona hazırlıklı olma yeteneği, sır saklama, hareket üyelerinin hiçbir şekilde haber sızdırmama ve her bir üyenin hareketi temsil etme bilinç ve sorumluluğunu taşıma kararlılığı sadece İslamî hareketlere değil bütün bir insanlığa çok önemli ve eğitici dersler ve mesajlar verdiğini düşünüyorum. Ancak diğer İslamî hareketlerin bundan ne kadar ders alacaklarını zaman gösterecektir. Gerçek galibiyet hak ve adaleti savunanlarındır.