Mustafa Tekin: Sekülerleşmenin dini değerleri ortadan kaldıracağı iddiası yalanlanmış görünmektedir

20 Ocak 2025

Modernleşme ve sekülerleşme arasındaki ilişki nasıl değerlendirilmeli? İslam dünyasının modernleşmeyle olan hikayesi nasıl okunmalı? İslamcıların İslam dünyasındaki modernleşmenin ana aktörü olduğu iddiası hakkında neler söylenebilir? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Modernleşme" dosyasında Prof. Dr. Mustafa Tekin'e sorduk. 

1. Modern, modernite, modernleşme ve modernizm gibi aynı kökten üretilen bir çok kavram bizim zihin dünyamızı oldukça meşgul etmekte. Bu kavramların ve modernleşmenin tarihi arka planı hakkında ne söylemek istersiniz.  Bu bağlamda modernleşmenin Batı tarihinde bir kesitle özdeşleştirilmesi ve farklı modernleşme türleri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Modernleşme aslında içerik olarak insanın Tanrı ve dünya ile kurduğu ilişki biçimindeki bir kırılma (değişim) olarak değerlendirildiği taktirde, insanlık tarihinin geri aşamalarında da izlek noktaları takip edilebilecek bir fenomen olarak düşünülebilir. Esasen “modern” kelimesinin ilk kullanılışını miladi beşinci yüzyıla kadar geri götürenler, bu kelimenin önceki dönemden bir farklılaşmayı ifade ettiği üzerinde dururlar. “Hemen”, “şimdi”ye olan vurgusu dünyaya doğru dikkatleri yoğunlaştırır. Fakat benim kastettiğim; modernlik insanın Tanrı ve kendisinin konumuna dair yaptığı farklı bir okumayı anlatır. Bu yönüyle tarihe yayılmıştır denilebilir.

Fakat Batı’da 12. Yüzyıldan başlayarak tedrici şekilde gelişen bir dünya görüşünün adı olmak bakımından anlamı bulunmaktadır. Külli bir farklılaşmayı ifade eden modernlik, insanın Tanrı’ya referans vermeden bir dünya kurma girişimi şeklinde tanımlanabilir. Burada Tanrı’yı kesin bir inkar olmayıp, Tanrı ve insanın konumlarının değişimi söz konusudur. Temel değişim noktası; artık insan ve evren Tanrı’dan hareket edilerek değil, insandan hareket edilerek tanımlanacaktır. Descartes, kendi varlığını kendisine dayanarak ortaya koyuyordu. Bu ise uzun vadede insanın “şey”leri değiştirme cüretini göstermesi demekti. Hasılı modernlik söz konusu olduğunda, Tanrı-insan ilişkisinin dönüşümünden bahsetmeden sahici bir tartışma yapılamaz.

Modernleşmenin gelişim aşamaları son kertede batı dünyasının çoklu dinamikleri ve katkılarına dayanmaktadır. Bugün yaşamakta olduğumuz süreç, Batı’daki bu külli dönüşümün oluşturduğu bir forma yaslanmaktadır. Fakat burada farklı ülkelerin farklı dinamikleri kadar, sosyo-ekonomik, siyasal ve kültürel gelişmelerin de sürece etkilerinden bahsetmeliyiz. Bununla birlikte modernitenin paradigmasının Batı eksenli gelişimi gözlerden uzak tutulmamalıdır. Modernleşmenin farklı türleri ve çoklu moderniteler farklı modernleşme tecrübelerine atıf yapmakla birlikte, bunların (özellikle müslüman toplumların) paradigma sorununu nasıl aştıkları/aşacakları konuşulmadan sağlıklı bir tartışma mümkün değildir.

2. İslam dünyasının modernleşme ile olan hikayesini nasıl okuyorsunuz? Bu gün bu hikayenin neresindeyiz?

İslam dünyası modernleşme ile belirli zorunluluklar üzerinden karşılaştı. “İslam dünyası niçin geri kaldı?” sorusu etrafında Batı dünyası ve modernitesi ile kurulan ilişkiler bugüne kadar farklı formlar kazanarak gelmiştir. Daha önce Batı’ya “küffar” olarak varolan Osmanlı’nın bakışı,  daha sonra orada modern bir sistem, insan ve ülke görmek şekline evrilmiştir. Esasen yukarıdan aşağıya bir karakter sergileyen Türkiye’deki modernleşme hareketleri, büyük oranda Batı ile aradaki mesafeyi giderme ve “geri”liği aşmaya yönelik pratik bir amaca matuf olmuştur. Bu pragmatizm büyük oranda modernliğin zihni arkaplanında yer alan paradigmanın ya görülmesini engellemiş ya da ihmalini sağlamıştır.

İslam dünyasının modernlikle ciddi bir yüzleşme yapması gerektiği gerçeği hala ortada bir görev olarak durmaktadır. Fakat büyük oranda modernitenin sonuçları olan teknolojiye odaklanmış olan müslüman zihinler, belki 40-50 yıl önceki dirençlerinden bile vazgeçmiş durumda görünmektedirler. Gündelik hayatın farklı alanlarında başarısızlık yaşadıkça ve hatta Batı karşısında bu başarısızlıklar daha bariz görününce, nerede yanlış yapıldı sorusu etrafında fakat yine cevapları pragmatik olan kısa bir muhasebe yapılmaktadır. Şu anda gelinen noktanın büyük oranda moderniteye bir teslim olmuşluk hali olduğu düşüncesindeyim. Özellikle Müslümanlar modernitenin nimetleri içerisine bu kadar gark olmuşlarken, külli bir sorgulamanın beklenemeyeceği kanaatini taşıyorum.

3. İslami Hareketler ve İslamcılar ile modernleşme arasında kurulan ilişkiler ve çatışma noktaları hakkında oluşan literatür hakkında sizin kanaatleriniz nelerdir? İslamcıların İslam dünyasındaki modernleşmenin ana aktörü olduğu İslamcılığın da modernleşmenin bir sonucu olduğu söylemi hakkında siz neler düşünüyorsunuz?

İslamcılık Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan bir düşünce ve hareket olarak tabii ki modern karakterlidir. Onun modernliği, bir kısmıyla kullandığı araç ve söylemlerden bir kısmıyla da içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanmaktadır. Nitekim İslamcılık da “İslam dünyası niçin geri kaldı?” sorusu etrafında düşünerek batının jargonuyla düşünmeye başlamıştır. Bununla birlikte İslamcılık ilk çıktığında geri kalışın sebebini İslam’dan uzaklaşmaya bağlamakta ve şu üç ilkeye atıfta bulunmaktaydı. Bunlar, Kur’an ve Sünnet’e dönüş, cihadın canlandırılması (ki o günkü koşullarda işgal ve sömürüler yoğundu) ve ictihad kapısının açılması. İslamcılığın bugüne gelen tarihine bakıldığında, batı ve modernite karşısında belirli dirençler geliştirdiğini söyleyebiliriz.

İslamcılığın ve İslami hareketlerin modernite eleştirileri ise zaten öncelikle Batı’nın kendi içinde kendisini eleştirisine dayanmaktadır. Yine de Batı ve modernite eleştirisi noktasında İslamcılar bir literatür geliştirmeye çalışmışlardır. Fakat 1990’ların sonu itibarıyla İslamcıların entelektüalitesi zayıflamış ve hatta giderek modernite eleştirilerini de zayıflatmışlardır. Bu bağlamda İslamcıların önemli fonksiyonlarından birisi, İslam’ın Batı modernitesi karşısında bütüncül bir bakış açısı olduğu noktasında dirençler sağlamış olmasıdır.

Osmanlı’dan bugüne kadar Türkiye modernleşmesinin genel karakteristiklerinden birisi, yukarıdan aşağıya (yani devlet düzeyinden halka doğru) bir seyir izlemiş olmasıdır. Bununla birlikte toplum düzeyinde rıza üreterek, hem halk düzeyinde modernleşme lehinde talepler yaratıp hem de bu talepleri yerine getirmeye çalışan modernleşme çizgisinde İslamcılar önemli oranda meşrulaştırma işlevi görmüşlerdir. Çünkü ciddi bir gerilim noktası olan modernleşmenin içerimleriyle uyum, ancak modern bir İslami söylemi ile mümkün olmuştur. İslamcılar doğrusu bunu sağlayabilmişlerdir. Fakat İslamcılar Batı ve moderniteyi aşmayı başaramamışlardır.

4. Gelenek ve modernlik birbirine muhalif söylemler midir? İslamcılar gelenek ve modernlik denklemini doğru bir şekilde formüle edebildiler mi?

Modernlik kendisini gelenek karşıtı olarak konumlandırmaktadır ki, bu anlamda “modernite gelenek tutmaz” diyebiliriz. Zaten “hemen” ve şimdi” kavramlarını öne çıkarak modernliğin gelenekle ilişkisinde iki boyut öne çıkar. Birincisi, sürekli “şimdi”nin öne çıkarılması bir geleneğin oluşmasını engeller. İkincisi, gelenekle bağlantılı değerler modernitenin bir yerleşiklik kazanmasının önünde engeldir. Söz gelimi; gelenek bir anlamda kolektivitedir, ailedir, dayanışmaya dayalı sosyal ağlardır. Modernite ise bunları değiştirmeye uğraşmaktadır.

Doğrusu İslamcıların modernlikle gelenek arasında doğru bir denklem kurduklarını söyleyemem. Bu noktada İslamcılarda iki tavır öne çıkmış görünmektedir. Birincisi, modernite ile baş etmek üzere tamamıyla geleneksel İslami söylemi öne çıkarmak. Tabii ki bu söylem modernite ile başa çıkabilecek durumda değildir. İkincisi de, post/modernleştirilmiş bir dil içinde konuşan İslamcı söylem de ortaya çıktı. Bu ise zaten indirgemeci bir şekilde konuştuğundan kendi paradigması üzerinden bir söylem geliştirememiştir. Bilindiği üzere 1980’lerde Türkiye’de başlayan gelenek eleştirisi, bugün gelinen noktada “gelenek” kavramını her türlü referans olmaktan çıkarmıştır. İslamcılar bugünün İslam’ını ve dilini üreterek problemlerini çözmek yerine, feodal dönem ilişkilerinin belirlediği dil ve durumlarını “İslami” olarak sunumlamaktadır. 

5. Wael Hallaq'ın da üzerinde durduğu gibi İslam, modernleşme dışı bir alternatif olma özelliğini koruyor mu? İslami hareketlerin ya da İslamcıların bu bağlamdaki yetenekleri nelerdir?

Müslümanlar kendi “bugün”lerini inşa etmek durumundadırlar. Bu temel görev, öncelikle İslam’ın paradigmasını merkeze yerleştirerek bir inşa ile gerçekleşebilir. “İslam modernite dışı bir alternatiftir” sözü bana müslümanların kendi üzerine kapalı olmaya meyilli bir perspektifi çağrıştırdığı için olumlu gelmiyor. Müslümanların kendilerini yeniden inşa etmelerinin üç adımından bahsedilebilir. Birincisi, gelenekle sağlıklı bir ilişki kurmak. Bu sağlıklı ilişki, bir yandan islam düşüncesinin kendisini bir geleneğe yaslaması gerektiği için gelenekle bir kopuş yaşamama; diğer yandan tüm müktesebatı içermesi sebebiyle geleneğin ciddi bir eleştiri ve kritiğini yapmak. İkincisi, başta Batı olmak üzere dünyanın farklı kültürlerindeki müktesebatla temas kurarak, onları kritik etmek ve onlarla yüzleşmek. Üçüncüsü, içinde yaşadığı zaman dilimindeki problemleri ele alarak geleneksel müktesebat ve Batı düşüncesi üzerine yaptığı bu kritikleri değerlendirmeye alarak bir inşayı gerçekleştirmek. Bu söylediğimiz bir sentez ya da yamama yaklaşımı değildir. Batı modernitesi ile çatışma ve uyumun dışında onu aşma girişimidir. Zaten her dönemin inşası, ancak birikim ve müktesebatları değerlendirerek mevcudu aşma girişimleriyle gerçekleşecektir.

6. Modernleşme ve emperyalizm arasında ne tür bir bağ vardır? Bu bağlamda Osmanlı ve Türkiye modernleşmesi bu süreçten ne kadar etkilendi? Türk modernleşmesinin ayırt edici özellikleri nelerdir?

Modernite elbette bir dünya görüşü olarak paradigmaya sahiptir ve o paradigmasının perspektifinden dünyayı tanımlar. Modernitenin tüm dünya ölçeğinde yaygınlık kazanmasında tabii ki bu düşünsel arkaplanın bir önemi ve etkisi vardır. Bununla birlikte modernitenin yaygınlaşmasında iki faktörü daha zikretmek gerekmektedir. Bunlar; askeri işgaller yani militarist güç ile sömürü yani emperyalizmdir.

Modernite bir zihniyet olarak “ilerleme” düşüncesinden mülhem, diğer kültür, din ve gelenekler üzerine hiyerarşik bir bakış açısı kurar. Daha önce insan ile tabiat arasında yaratılan dualite, batı modernitesi ile diğer kültür arasında da kuruldu. Bu ise her halükarda Batı’nın diğerleri üzerine egemenliği demektir. Dolayısıyla modernite her bakımdan emperyal bir nitelikle dünyada tebellür etmiştir. Modernitenin farklı uğrak noktalarından olan coğrafi keşifler, ileri boyutta bu emperyal amaçların daha sistematik hale gelmesini sonuçlamıştır. Batı modernitenin bu teknolojik gelişiminde ve zenginliğinde diğer ülkelerin sömürülmesi önemli bir yer teşkil etmektedir.

Elbette Osmanlı’nın son döneminden itibaren bu emperyal pratikler müslüman toplumlarını ciddi olarak etkilemişlerdir. Bu arada Türkiye, diğer müslüman ülkeler gibi açık işgale uğramamıştır. İşgale uğrayan diğer müslüman ülkeler 1950’lerden itibaren özgürlüklerine kavuşmaya başlamışlardır. Bu tarihe kadar batı modernitesi, başta Afrika ve Ortadoğu olmak üzere açık işgal ve sömürüsünü devam ettirmektedir. Bu tarihten itibaren postkolonyal bir süreç başlamıştır. Sömürgeleşmenin hız kesmediği bu konjonktürde açık işgal sona ermekle birlikte emperyal politikalar devam etmiştir. Aslında bugün zihni sömürgeleş(tir)me diyebileceğimiz bu süreç, müslüman toplumların kendi kendilerini zihinsel olarak sömürgeleştirmelerinin bir sonucu olarak işlemektedir. Burada temel problem; artık kişilerin kendilerini sömürülüyor şeklinde algılamamaları; hatta daha ötede Batı’yı bir kurtarıcı olarak görmeleridir. Bugün bilhassa yeni neslin geleceğini Batı’da görmesi üzerine iyi düşünmek gerekmektedir.

7. "Modernleşme sürecinin sekülerleşmeyi zorunlu kıldığı ve bu süreçte sekülerleşmenin dini değerleri ortadan kaldıracağı iddiası üzerine ne düşünüyorsunuz? Bu bağlamda, modernleşme ve sekülerleşme arasındaki ilişki nasıl değerlendirilmeli?  Yaygın bir hüviyet kazandırılan sekülerizm paradigması karşısında İslam/Müslümanlar nasıl var olabilir? Bu hususta neler düşünüyorsunuz?

Birinci soruyu cevaplarken belirtmiştim. Modernleşmenin sacayaklarından birisi sekülerleşmedir. Doğrusu amacını kendi içkinliğinde ve dünya ile sınırlanmış bir şekilde belirleyen modernitenin tabii ki temel stratejilerden birisini sekülerleşme oluşturmuştur. Modernitenin cenneti dünyada kurma teşebbüsü olarak okunması, onun nihai sınırlarının dünya olduğunu da bize göstermektedir. Modernitenin erken zamanlarında, sekülerleşmenin kaçınılmaz biçimde yaygınlaşacağı üzerine teoriler geliştirilmiştir. Fakat bu modernliğin kendi kurgusu ve beklentisidir ve bugün gelinen noktada gerçekleşmemiştir.

Dolayısıyla sekülerleşmenin dini değerleri ortadan kaldıracağı iddiası yalanlanmış görünmektedir. Esasen bu iddianın gerçekleşmesi de kanaatimizce pek mümkün değildir. Zira insanın en önemli niteliğe “aşkın” boyutlu olması ya da “aşkın”a müracaat ederek kendisini kurmasıdır. Dikkat edilirse Peter L. Berger gibi teorisyenler klasik sekülerleşme teorisinden geri çekilmişlerdir. Fakat bugün post/modern dönemde yeni dinsellikler ortaya çıkmaya başlamıştır. Kurumsallaşmış dine yönelik eleştiri ve geri çekilmeler devam ederken, postmodern dinimsi yapılar, spritüel ayinler hatta seküler kutsallar insan hayatında kendi yerlerini almışlardır. Bu durum, bir yandan dinin insan için vazgeçilemezliğine işaret ederken, diğer yandan insan(lığ)ın yeni dinsel inşalar yaptığını anlatmaktadır.

Fakat her halükarda modernleşmenin belirli ölçüde toplumlarda sekülerleşme eğilimleri yarattığını söyleyebiliriz. Müslümanların belki üzerinde düşünmeleri gereken şey; dünyada yaşayan varlıklar olarak kendi düşünce ve pratiklerindeki referans sistemlerini yeniden gözden geçirmeleridir. Mütevazi peygamberi yaşama tekrar bakmalarıdır.