Huzursuz Düşler

15 Haziran 2025 / Gökhan Tokatlıoğlu

“Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini yatağında kocaman bir böceğe dönüşmüş buldu.” Franz Kafka’nın Dönüşüm’ü kendisine kadar yerleşmiş gerçeklik anlayışına uyum sağlamayan bu giriş cümlesiyle başlar. Henüz romanın ilk paragrafında dillendirilen bu dönüşüm, okuru hayrete düşürür. Büyük bir merakla kitabın ilerleyen sayfalarında bu dönüşüme bir gerekçe aramaya koyulur. Oysaki roman bitince bile bu merakı giderecek açık bir cevap olmadığını fark edecektir.

 İlk olarak 1915 yılında yayımlanan ve zamanın yıpratamadığı kitap hakkında, henüz aşılamamış bir metin olduğunu söylemek, kendinden sonra yazılanlara haksızlık olur. Bugün gerçekliğin çok farklı ve güçlü temsillerini okuma fırsatı bulabiliyorsak Kafka’nın anlatısına güç kazandıran nedeni başka yerlerde aramamız gerekir. Kafka, bu giriş paragrafıyla modern insanı en hassas yerinden yakalamış belki de en büyük korkusuyla onu yüzleştirmiştir. Bedenindeki estetik bozulmaya tahammülü olmayan günümüz insanı için Gregor Samsa’nın yaşadıkları korkutucudur.  Zira modern insanın dışavurumcu yönü, bedenin parlak, canlı bir imaj olarak görünür olmasını gerektirir. Sahip olduğu imaj, onun en önemli iletişim aracı haline gelmiştir. Onun için beden odaklı bir gösterimle seçkincilik ve statü kurgulamak hayati önem taşır. Bedenin estetik zaafı güçlü bir endişe kaynağıdır. Okuru zinde tutan ve kitaba kalıcılık sağlayan belki de bu motivasyondur.

İnsanın dünya görüşü, inanış biçimi, dünyaya bağlanış biçimi zihniyetini oluşturur. Sahip olduğu akıl yapısını bir yansıma olarak bedeninde gözlemlemek mümkündür. Duruşu, bakışı, yürüyüşü, kıyafetleri, kullandığı aksesuarlar insan zihniyetinin somut gösterenidir. Benlik sunumu bedenle gerçekleşir.  Beyhan Kanter, “Kurmaca Bedenler” kitabında “Toplumların düşünüş ve yaşayış biçimleri, politik ve ideolojik algıları, dünya görüşleri, gelenekleri, görenekleri ve kültürel kodları/aidiyetleri bir şekilde kendisini bir imaj bir form olarak bedende sergiler” tespitini yapar. Ona göre beden, kişilerin kültürel aidiyetlerini, zihin referanslarını ele verir.

Aile, toplum, devlet ve din belirli normlarla bedeni sınırlar, ona yeni anlamlar yükler. Kültürel birikim, hukuk sistemleri bedene yön verir. İnsanlar; Köle, asker, zanaatkar, işçi, çırak, erkek ya da kadın olarak her kültürde farklı bir beden sunumuyla kendini gerçekleştirir. İnançlar, yaşanılan çevre beden algısı üzerinde temel belirleyenlerdir.  Bedene bakarak onu inşa eden zihniyeti görmek, tanımak, anlamak mümkündür.  İnsanoğlunun kadim zamanlardan beri ürettiği anlatılar, bu anlatıların kahramanları, kahramanların beden bileşenleri karakter tanımlayıcı ipuçlarına dönüşür. Edebî metinlerde hayat bulan kahramanların bedenlerine yönelecek bir dikkat, onu üreten zihniyetin kodlarını çözecektir. Aynı dikkat, beden algısında zaman içinde gerçekleşen değişimleri izlememize de yardımcı olur.

Kahramanların beden tasviri, mitleri üreten insanın zihinsel aidiyetinden bağımsız değildir. Arkaik insanın hayatta kalması için kas gücü, çevikliğin ve reflekslerin keskinliği önemlidir. Dış dünyanın tehditlerine karşı koymak için böylesi bir savunma hattına ihtiyaç duyar. Mitolojinin kahramanları da bu ihtiyacı karşılayacak yönleriyle tasvir edilir. Kas gücünü yahut bedensel bütünlüğünü kaybetmiş olmak, hasta ya da zayıf olmak o dönem insanının endişesidir. Mitolojik metinlerde muhayyilesindeki güçlü insanı inşa eden zihin, cezalandırılması gereken kişilerin bedenine de olumsuz müdahalelerde bulunmuştur. Bu kahramanların bedeni, bazen olağanüstü güçlere sahip olabilmeleri bazen de bir ceza neticesinde dönüşüme uğrar. Nihayetinde mitoloji kahramanları gücü temsil eden beden sunumuyla anlatıda temsil değeri kazanır.

Uygarlığın gelişmesi, değişmesi beden algısını da etkiler. Aydınlanmayla birlikte İnsanın bedeniyle kurduğu bağ gerilimli bir ilişkiye döner. Değişen, dönüşen estetik kabuller bedenin kategorik ayrıma tabi tutulmasına yol açar. Medeni olmanın ölçütü bedenin modern formlarla sunumuna indirgenir. Kanter bu algı değişimini şöyle özetlemektedir: “Beden, İlk Çağ’da (özellikle Grek kültüründe) neşeliliğin evi gibi algılanırken Orta Çağ’da ruhun, içinde öne çıkmak için savaşım verdiği karanlık bir dehliz olarak görülmüştür. Rönesans, özellikle de Aydınlanma ve daha sonraki dönemler için yeni bir forma ve yeni anlamlara kavuşur. Artık bireyin dünyasal gerçekliği olarak utanılması değil, sevilmesi, sahiplenilmesi, güzelleştirilmesi gereken ontolojik unsur olarak görülür.” 

Beden algısında Aydınlanma sonrası yaşanan gelişmeler, roman kahramanları üzerinden takip edilebilir. Başlangıçta pozitivizmin de etkisiyle insanı akla uygun kalıplara, disipline sokma gereği hissedilmiştir. Romanın şahıs kadrosu da bu disiplini kazanmış bireyler olarak çıkar karşımıza. Roman kahramanlarının mayalayıcı boyutu o zamana kadar toplumda karşılığı olmayan insan tipini yürürlüğe koymuş olur. Özellikle on dokuzuncu yüz yıl romanında kahramanlar, büyünün bozulması ve yeniden büyülenmenin gerçekleşmesi için tasarlanmıştır. Dünyayı cennete çevirme iddiasıyla yola çıkan modern zihniyet, bunu akıl ve bilim yoluyla gerçekleştirmeyi istemektedir. Bu da disiplinli olmayı gerektirir. Roman kahramanları da modernizmin gereği olan disiplinli bedenler olarak şekillenir. Romanlarda beliren olumsuz karakterlerin bedeninde de mutlaka kusurlar vardır. Modernizme ayak uyduramayanlar “ucube bedenler”le kurmacanın atmosferine dahil edilir.

Günümüz anlatısına kentsoylu insanın hikâyesi ağırlığını koymuştur. Doğal olarak kahramanın bedeni de bir arzu nesnesi olarak tasarlanır. Postmodernizm, tüm bağlarından kopmuş, disiplinini yitirmiş bireyler ister. Değerden yoksun beden sunumu yeni algıdır. Sağlık, spor ve güzellik sektörüne milyar dolarlarla ifade edilen yatırımlar yapılır. Dünyanın her yerinde yürürlüğe konan aynı beden algısı, sektörü ayakta tutar. Temel kaygı; güçlü, kuvvetli ya da disiplinli olmak değil pürüzsüz güzelliğe sahip olmaktır. İnsanlık adeta Orhan Veli’nin “Düşünme/ Arzu et sade! / Bak, böcekler de öyle yapıyor.” çağrısına uymuş görünüyor. Bedeni dilsiz bırakan bir yaklaşımla beğeni peşinde koşuyor. Kişiler hakkında varılan yargılar da yapılan sınıflandırmalar da hâkim estetik kaygılar üzerinden gerçekleşiyor. İçsel donanımlar bir ölçüt olma özelliğini yitirdi. Durum böyle iken Dönüşüm, yayımlanmasının üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçmiş olsa da, daha büyük bir irkilmeyle okuru korkutmaya devam ediyor.

Kafka, Gregor’ un böceğe dönüşmesini gece boyunca gördüğü “huzursuz düşler” e bağlar. Onun gördüğü düşü, düşünde neyle, kiminle karşılaştığını, nasıl tepki verdiğini açıklama zahmetine girmez. Kuşkusuz Gregor Samsa romanın kahramanıdır. Buna rağmen yaşadığı dönüşümün ailesinde, işyerinde, yakın çevresinde yarattığı etki romanın merkezine yerleşir.  Gregor, ara sıra ortaya çıkarak kendi dışında gerçekleşen olayların ilerlemesini sağlar. Merkeze yerleşen bu çevrede dönüşümün gerekçesini anlamak mümkündür. Dönüşüm gerçekleşmeden önce kahramanın maruz kaldığı zorluklar vardır. Her gün erken kalkmak, yorucu büro işleri, yolculuk çilesi, sürekli değişen ve hiç kalıcı olmayan insan ilişkileri onu yıpratmıştır. Tıka basa eşyayla dolu bir evde yaşar. Evde hizmetçiler aşçılar çalışır. Bu yaşam standardını korumak için sürekli çalışması gerekmektedir. En ufak gecikmesinden bile kuşku duyulan bir firmada çalışmaya mahkûm edilmiştir. Samsa ailesi patrona borçludur ve Gregor bu borcu ödemek için de çalışmak zorundadır. Patronu, çalışanların hastalığını işten kaytarma bahanesi olarak yorumlar. Sigorta şirketiyle iş birliği yaparak sert tedbirler üretir.

Romanın atmosferinde kapitalist ekonomi modelinin belirlediği yaşam formları kusursuz işler. Gregor’ un anne, baba ve kız kardeşi bile onun yaşadığı dönüşüm karşısında modern insanın çıkar eksenli tepkilerini gösterir. Gregor’ un gördüğü “huzursuz düşler” etrafını kuşatan şartların oluşturduğu modern baskıdır. Kafka, Gregor Samsa diyerek işin içinden sıyrılmış ama insan sormadan edemiyor: Bu şartlar altında böceğe dönüşen kimdir?