Moderniteye Dışarıdan Bakmak

04 Ocak 2025 / Yusuf Altuntaş

Moderniteye Dışarıdan Bakmak

Yazar: Mustafa AYDIN

Yayınevi: Açılım Kitap

Giriş

Yazar bu kitabında moderniteyi açıklarken dışarıdan yani bir Müslüman olarak müslümanca bakış açısıyla bakmaya çalışmış ve ona göre sorunları ve eleştirileri ortaya koymuştur. Yazar kitaptaki amacını şöyle belirtmektedir: “Amacımız, sırf kafamızdaki akademik sorulara cevaplar bulmak değildir. Yapmak istediğimiz şey, yine de bilimsellik çerçevesi içinde kalarak moderniteye İslâmi bir projeksiyonla bakma denemesidir.

Moderniteyi "Şimdi" anlamında tanımlamakta yeniyi, son durumu ifade ettiğini, Modernite kavramının sosyal/kültürel gelişmeler anlamında (en azından sözlük anlamıyla) ciddi zihni, kültürel değişiklikler ifade eden her dönem için kullanılabileceğini belirtmektedir. Ancak bu tanımın çağımız için bundan daha ötede bir anlam taşımakta olduğunu; özel bir tarzı, zihniyet ve üslubu temsil ettiğini söylemektedir. Yazara göre bu kendine özgülüklerden birisi, şimdinin içinde kalarak, geleceği kurgulamaktır.

Yazar geleneksel olarak nitelediği kültürlere kendini karşıt olarak gösteren ve onları er-geç dönüştürme tutkusuyla dopdolu olan modern kültürün "Avrupalılaşma" olarak adlandırıldığını ancak Avrupalılaşma ifadesinin lokalliği nedeniyle evrensellik iddialarına ters düştüğü için bir süre sonra terk edilip "Batılılaşma" ifadesinin kullanıldığını daha sonra ise Doğu toplumları için Batıcılık şöyle veya böyle onur kırıcı olduğundan yeni bir ad güncelleştirildi ve buna modernlik adı verildiğini belirtmektedir.

Yazara göre Batı bizim için sorun olma özelliği taşımayan şeyleri sorun olarak sunmakta, çözümlerinin başına da bir modern nitelemesi getirmektedir. Örnek olarak "Silahlı Kuvvetlerin nicelik ve özellikle nitelik bakımından geliştirilmesi yeni araç ve gereç donanımları" eskiden beri genel bir sorun olup, "Silahlı Kuvvetlerin modernizasyonu klişesiyle" sanki bu sorun yeniymiş gibi daha gizemli bir anlam verildiğine inanılmaktadır.

Modernliğin Tarihsel Aşamaları

Kitapta Modernliğin yaklaşık 400 yıllık bir tarihi olduğunu ve bu 400 yıllık zaman diliminin de kendi içinde üç bölüme ayrıldığı belirtilmektedir. Bunlar:

  1. 16. yüzyılda başlayan Rönesans hareketlerinden 18. yüzyıl Aydınlanma hareketine kadar süren iki yüz yıllık dönem,
  2.  18. yüzyıl aydınlanmasından 20. yüzyıla kadar geçen iki yüzyıllık dönem.
  3.  20. yüzyıldan günümüze kadar süren dönem

Birinci dönem modernitenin temellerinin oluştuğu, tabir caizse tohumlarının ekildiği dönemdir. Klasik olarak da nitelendirebileceğimiz bu birinci dönemde modernitenin felsefi alt yapısı kabul edilen Rönesans ve Aydınlanma felsefeleri gerçekleşti. İkinci dönemde Fransız İhtilali büyük bir öneme haizdir. Çünkü burada dramatik bir biçimde yeni bir kamu oluşur. Modernite bu ikinci dönemde kurumsallaşır; laiklik, kapitalizm, demokrasi gibi kurumlar gelişir. Üçüncü dönemin en belirgin özelliği ise modernitenin neredeyse bütün dünyayı kapsayacak şekilde yaygınlaşmış olmasıdır.

Modernitenin Türevleri

Kitabın bu bölümünde yazar Modernitenin türevleri olarak Modernizm ve Gelenek kavramı üzerinde durmuştur. Modernizm kavramının ilk defa 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde Guatemala'da çıkan bir dergide Peru'daki bir edebi hareket hakkında yazan Nikaragualı bir şair tarafından kullanıldığını, buradaki anlamının da natürizm, romantizm vb. gibi bir estetik akım anlamına geldiğini söylemektedir. İngilizce'deki yaygın kullanımının ise ancak 20. yüzyıl ortalarında bulunduğunu daha sonraları ise modernizm kavramının modernitenin ideolojik konumunu ifade etmek üzere kullanılageldiğini belirtmiştir.

Yazar kitapta gelenek kavramına şu şekilde bakmaktadır: “Gelenek, Batının uzun bir zamandır moderniteyi tanımlamak için karşısına aldığı gelenek değildir. Çünkü Batının modernite karşısına diktiği gelenek de sonuç itibariyle bir modernite ürünüdür. Yani bu anlamda gelenek, Modernitenin kendini tanımlayabilmek için ürettiği ve "başkası"nı ifade etmek için kullandığı bir olgudur. Modernite, kendini çelişmeziyle tanımlayabilmek için bir geleneksel türetmiş; kendisinin taşımadığını düşündüğü nitelikleri sayıp üzerine bir geleneksel etiketi yapıştırmıştır. Aslında bu nitelikler listesinin asıl adı "modern olmayan özellikler" olmalıdır..”

Bir Zihniyet Olgusu Olarak Modernite

Yazar modernitenin zihni yapısını incelemiş ve  modernitenin rasyonel, içkin, seküler, bilgiye dayalı, görünürlükçü, evrimci, bireyci, yayılmacı ve determinist bir zihniyete sahip olduğunu ifade etmiştir. Modern zihniyet içkinci bir zihniyet derken buradaki içkinlik, aşkınlık (kutsallık) karşıtıdır. Kadim kültürlerde her şeyin bir, insan, nesne-doğa üstü tarafı vardır. Modern kültür her olguyu nesnenin içine indirger; onu tabiat, birey veya toplumun doğasında bir yerlerden türetmeye çalışır.

Modern zihniyet görünürlükçüdür. Modern kültür, başkasına kapalı bir özel hayat iddiasına rağmen mahrem alanları kamusala açmıştır. O, paradoksal olarak, bir taraftan başkalarıyla paylaşmak zorunda olmadığımız bir özel alandan söz ediyor, diğer taraftan özelin tüm olgularını deşifre ediyor. Cinsellik bu deşifrenin ilk akla gelen örneklerinden birisidir.

Modern zihniyet determinist bir zihniyettir. Determinizm mutlak seküler bir anlayıştır. Bu konu, modernitenin göz ardı edilen önemli açmazlarından birisidir. Çünkü modernitenin riski ortadan kaldırdığı veya kaldırabileceğine aşırı güven, sonunda telafisi zor hayal kırıklıkları yaşatmaktadır. Çünkü doğadaki mevcut yasalardan yararlanmak ile ona bütünüyle egemen olma çabası farklı şeylerdir.

Modernitenin Bazı Paradigmaları

Yazar modernitenin paradigmaları olarak evrim, ilerleme, yenileşme, bilim ve bireycilik üzerinde durmuştur. Modernite açısından evrim bir inanç ilkesi gibi olup, bir yığın yanlışlık taşıdığının hiçbir önemi yoktur. Evrim ilkesi biyolojik olandan çıkartılıp sosyal-kültürel dünyaya da uygulandı. Sosyal-kültürel dünyada evrim kuramının iki tipi vardı: klasik ve modern evrim kuramları. Klasik evrim kuramlarına, evrimin tek yönlü ve organizmacı tipleri dendiği gibi; modern tipine de tek çizgili evrim kuramları adı verilmektedir.

Evrim ile ilgili açıklamalarından sonra yazar evrim ilkesine getirilen eleştirileri de dile getirmekte ve şu şekilde açıklamıştır:

  1. Evrimcilik her ne kadar "her şeyin basitten karmaşığa doğru geliştiği" gibi temelde doğru gibi gözüken bir paradigmaya dayanıyorsa da bu, pratiklere döküldüğü zaman beklenen sonuçları vermemektedir. Difüzyoncuların eleştirisi ve gayet yerinde bir deyimiyle bir "tahmini tarihçilik" yapmaktadır.
  2. Evrimcilik "her şey değişme halindedir, bu basitten karmaşığa doğrudur; değişme geriye dönüşsüz bir ilerlemedir ve her ilerleme bir yeniliktir" gibi bir seri sayıltıya dayanmaktadır. Ancak bu diğer teoriler tarafından haklı olarak eleştirilmiştir çünkü modern kültürün özünü oluşturan ilerleme ve yenileşme nesnel bir olgu değil birer kabulden ibarettirler.
  3. Evrim kuramı kurgusaldır ve kapalı uçludur. "ilkelden gelişmişe" yargısında bile süreç, bir ilkelin tespitinden hareketle yapılmamış, õnce gelişmiş olduğu kabul edilen şimdiden geriye doğru bir ilkel tespitine gidilmiştir

Yazara göre modernitenin paradigmalarından ilerleme ile ilgili de eksiklikler mevcuttur. Batı kültürüne göre ilerleme olumlu bir sonucu kapsıyor. İlerleme kavramının daha anlamlı hale gelebilmesi için bazı şartların olması gerektiğini ifade eden yazar şartları şu şekilde açıklamıştır:

  1. Bir kere ilerlemede üstü örtük bir karşılaştırma vardır, yani iki şey gizil de olsa birbirleriyle karşılaştırılmakta ve birisinin diğerine göre daha önde olduğu kanaatine varılmaktadır.
  2. İkincisi ilerlemeden söz edebilmek için sürece katılan öğelerin belli bir çıkış noktaları olmalıdır. Farklı çıkış noktalarından hareket eden öğelerin birbirlerine nispet edilip ileri veya geriliklerinden söz edilemez. Doğal olarak başlangıçları farklı hareketler geldikleri yer itibariyle birbirleriyle karşılaştırılamazlar.
  3. Üçüncüsü, bunlar aynı yönde olmalıdırlar. Farklı istikamette gidenlerin birbirleriyle ilintileri ilerleme kavramıyla anlatılamaz.
  4. Dördüncüsü ve belki de daha önemlisi ilerleme maddi olanla ilgilidir, manevi öğelerin ileriliğinden veya geriliğinden söz edilemez. İnsanlıkta ne kadar mesafe kat ettiğimiz ilerleme kavramıyla ifade edilemez. Mesela ilahi dinlerin en önemli hedefi olan takva, ilerleme kavramı ile anlatılamaz.

Modernitenin bir başka paradigması bireyselleşmedir. Bireyselleşme süreci bireyi eritmekte olup, bir varlık olarak insan kendini koruyamaz bir duruma gelmektedir. Bireyler kitle denen sosyal birliktelik ile izole ediliyor ve insan sürüsü haline gelmektedirler. Sürüleştirilen insan kitle iletişim araçlarıyla sevk ve idare edilmektedir. Acizlik, güçsüzlük, kendi hiçbir şeyine yetememe, modern insanın tipik özelliğidir. Bireylerde bazen kendisi tarafından bazen de başkası tarafından verilen iki tür kimlik oluşmaktadır. Verilen veya alınan bu kimlikler arasında bir hiyerarşi yaşanmaktadır. İçerikten çok görünürlüklerle ilgili olan kimliğin en önemli sorunları da, sosyal varlığın kendisi için uygun bulduğu kimlikle başkalarının zorla verdiği kimlik arasındaki çelişki ve başat kimliğin ne olacağı noktalarında toplanabilir. Yani birileri diğerlerini aşağı görüp bastırmakta hatta yok sayabilmektedir. Bu da doğal olarak çatışmalara sebep olmaktadır.

Sekülerizm, Laiklik ve Din

Yazar laiklikle ilgili çok önemli bir bilgiye yer vermiş ve laikliğin daha önceleri hangi anlamda kullanıldığını çok iyi bir şekilde ifade etmiştir. Yazara göre dördüncü yüzyılda Hıristiyanlığın yegane temsilcisi olan Katolik mezhebine göre tüm insanlar ikiye ayrılıyorlardı: Müminler ve paganlar. Müminler Hıristiyanlığa inanan herkesti, paganlar ise Hıristiyanlığa inanmayanlardır. Hangi dinden olursa olsun diğer tüm insanlar pagandı yani müşrikti. Müminler de kendi arasında Klerje ve laikler olarak ikiye ayrılıyordu. Klerje, din adamı ruhban demekti ki işi din ve mabet hizmetleri olan, kendini Tanrı'ya adamış kimselerdi. Laikler ise din adamı olmayan bütün müminlerdi. Laik kavramının yüzyıllarca din dışılıkla hiçbir ilişkisi olmadı, 18. yüzyıla kadar rahip olmayan Hıristiyan anlamında kullanıldı. Klerje de kendi arasında ikiye ayrılıyordu: Regülier ve Seküler. Batı dillerinde kurallı, düzenli anlamına gelen regülier, burada da etimolojik anlamıyla uyumlu olarak, bütün işi din hizmetleri olan din adamı demekti. Yani regülier yalnızca mabede bağlı olarak yaşar, hayatını sürdürebilmek için gerekli asgari ihtiyaçları laikler (yani diğer müminler) tarafından karşılanır; kendisi geçimini sağlamak için ticaret ve tarımla uğraşmaz, özellikle de evlenmezdi. Buna karşılık klerjenin seküler tipi, dini hizmetlerinin yanında dükkanını çalıştırır, bağ ve bahçesiyle ilgilenirdi. Pazar günleri mabedde dini ayinleri idare eder, günün herhangi bir saatinde diğer müminler tarafından din ile ilgili bir işe çağırıldığında bu görevi yerine getirirdi. Bu arada evlenir ve eş-çocuk sahibi olurdu.

Modernitenin En Temel Kurumları          

Kitapta Modernleşmenin en belirgin kurumları şunlardır:

1) İlişki biçiminde sömürgecilik, 2) Ekonomide liberalizm-kapitalizm, 3) Doğaya egemen olmada bilim ve teknoloji, 4) Yerleşim biçiminde sinai-kent olgusu, 5) Politik alanda ulus/devlet, 6) Sosyal/politik hayatta insan hakları, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisidir.

Sömürgecilik, 15. yüzyıl sonlarından itibaren çeşitli Avrupa ülkelerinin dünyanın geniş alanlarını keşif, işgal, ilhak ve iskan etmeleriyle ortaya çıkan siyasal ve ekonomik bir olgudur. Sömürgeciliğin temel esprisi hazır servet ve ucuz depolarının yağmalanmasıdır. Ancak, uzun vadede de olsa hesap sorulabilirliği endişesiyle acımasız bir imhayı da esas almaktadır. Bu amaçla ekonomik olduğu kadar din, dil, tarih emek örgütlenme imkanları mümkün olduğunca imha edilmeye çalışılmıştır. Ancak Batı dillerinde sömürgecilik veya yayılmacılık, kolonileşme olarak adlandırılmış; Batı kültürünü veya Hıristiyanlığı götürme, medenileştirme anlamına gelen masum bir kavram ile örtülmeye çalışılmıştır.

Modernleşmenin Doğurduğu Sorunlar Ve Eleştiriler

Yazar kitapta modernleşmeye getirilen eleştirileri Batı'da yöneltilen eleştiriler olarak almış ve şu maddelerde özetlemiştir:

  1. Modern dışı toplumların durağan olduğuna ilişkin görüş doğru değildir.
  2. Bu toplumlar sırf manevi kültür sahibi değildirler, maddi kültürleri de vardır.
  3. Modern dışı toplumlar sırf homojen değildirler.
  4. Öyle sanıldığı gibi gelenekler her haliyle ortadan kalkmamaktadırlar.
  5. Modern ve modern dışılık iddia edildiği gibi mutlak bir çatışma içinde değildir, dolayısıyla birbirlerini hep dışlamazlar (Geleneksel kültür sanıldığının aksine çoğu kere moderniteye karşı kayıtsızdır).
  6. Moderneleşme hep gelenekleri zayıf düşürmez. Onların kendilerini ifade etme imkanlarını da sağlar.

Modernite ve Postmodernizm Karşılaştırılması

Modernite ve postmodernizm karşılaştırması yaparken yazara göre Postmodernite ve modernite ilişkisi ile ilgili birbirlerini pek de dışlamayan iki temel eğilimle karşılaşmaktayız. Bunlardan birisine göre postmodernite, modernitenin bir geri tepme sistemi, kendi kendini bir yeniden dizayn etme, geldiği yerin bir muhasebesini yapma sistemidir ve bu haliyle bir modernite türevidir. Bir ikinci görüşe göre ise moderniteyle bağlantılı olsa da ondan öte bir şeydir.

Postmodernitenin Modernite Eleştirisi

Modernitenin İnsan hakları projesi en iddialı olduğu alanlardan biridir. O, bu konuda kadim kültürlerden farklı bir durum ortaya koyduğunu, insanı saygınlaştırdığını ileri sürmektedir. Postmoderniteye göre  sonuç iddia edildiği gibi olmamıştır. İnsan sinai kapitalist düzen içerisinde bir sömürü aracı haline gelmiş, sıkça dile getirilen eşitlik de hiçbir şekilde gerçekleşmemiştir.

Modernite kentin mimari yapısıyla özgün bir çevre oluşturulmasını savunmuş ancak bugün kent çevresinde pek çok sorun yaşanmaktadır. Bugünkü kent ortamında  insanlar ezilip bunalmaktadırlar. Yoğun bir anarşi duygusu vardır ve bu gittikçe yer yer terörizmle sonuçlanmaktadır.

Postmoderniteye göre modernitenin bilgiye yüklemiş olduğu misyon geri tepmiştir Modernitenin bilgi toplumu diye övündüğü şey, bazılarının çıkarlarını meşrulaştıran, gücüne yeni güçler ekleyen bir oluşumdur.

Sonuç Olarak

Mustafa Aydın bu kitabında Moderniteyi, Modernizmi ve Postmodernizmi açıklamaya çalışmış ve bu kavramların günümüzde ne anlamlara geldiği, bu kavramların nasıl kullanıldığı ve bunlar üzerindeki eleştirileri dile getirmiştir.

Modernite konusu çok geniş bir konu olup, kitap bu konu ile ilgili yeni okuma yapanlar için bir giriş mahiyetinde okunabilecek bir kitaptır. Moderniteyle ilgili eleştiriler de batılı gözüyle eleştiri yapılmış, İslamın önerdiği yaşam şartıyla çok az bir karşılaştırma yapılmış ve bu anlamda öneri sunulmamıştır. Bu da kitabın çok fazla dışarıdan bakıldığını gösterememektedir.

Mustafa Aydın’ın Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi’nde verdiği seminerlerin bir ürünü olan kitabının yine de sorulara akademik cevaplar sunmaktan çok modernliğin ‘dışarıdan’, yani Müslümanlar’ın bakış açısınca tartışılmasına katkısı olması açısından önemli olduğu kanısındayım.