Gazze Kıssasına Giriş

09 Kasım 2024 / Aydın Bilgi

1

Elmalılı Ahmet Hamdi Yazır “bir haber veya hikâyenin kıssa olabilmesi için şayan-ı tâkip ve tahrir bir haysiyeti bulunmalıdır” demek suretiyle ancak belli vasıflara sahip haberlerin kıssa niteliği taşıyabileceğine işaret eder. Elmalılı bu tespite, kelimenin, bir kimse veya bir şeye ait hadiselerin adım adım, nokta nokta takip edilerek anlatılması şeklindeki sözlük anlamıyla birlikte kıssaların anlatılma amacı üzerinde düşünerek ulaşmış olmalıdır. Zira Kur’an’ı Kerim’in önemli kısmının kıssa anlatımlarından oluşması, kitapla sahici irtibat kurmaya çalışanlara, ilâhi kelâmda kıssalara bu kadar yer verilmekle ne/neler murat edilmektedir sorusunu kendiliğinden sordurmaktadır. Cevaplar hem hayatın, hem kıssanın bizatihi kendi içinde, hem de, kelimenin iz sürmek, peşi sıra gitmek gibi kök anlamlarında içkindir.  

Hayatın içinde içkin olması insan hayatına yaşanmışlıklar kadar dokunan bir şey bulunmadığı ve salt düşüncenin sonsuz zihni spekülasyonlara her meselede kapı araladığı gerçeğinden kaynaklanır. İnsan sözden ziyade eylemi, daha doğrusu sözle mutâbık fiili takip eder. Hazreti Peygamber’in ilâhi kelâmı yaşantısıyla tecessüm ettirdiği müsellem bir hakikat olup bu durum en güzel ifadesini Hazreti Aişe’nin “O’nun ahlâkı Kur’an’dı” sözlerinde bulur. Vahyin doğrudan muhatapları ilâhi kelâm ve sözün hayata nasıl geçirileceğini en güzel surette gösteren bir peygamberle tanış olmuşlardır. Kelâmın tesir gücünü katlayan da an an gerçekleşen yaşanmışlığa olan aracısız tanıklıktır. Aynı şekilde kıssalarda, önceki peygamberlerin çağrısına kulak verenlerin bu çağrıyı nasıl değerlendirdiklerini aktarması yönüyle doğrudan yaşanmışlıkları kendisine konu kılmaktadır. Mesela Buruç Suresi’nde Aziz ve Hamid olan bir Allah’ iman ettikleri için ateş dolu hendeklere atılan mü’minlerden ve hendek başlarına oturarak yaptıkları işkenceyi teatral bir sahne gibi gülerek eğlenerek izleyen zalimlerden bahsedilmektedir. Mü’minlerin uğradıkları işkencenin büyüklüğüne rağmen izzetli bir yaşamı ölüme tercih etmelerinin Mekke’nin acı ve elem dolu günlerinde vahiyle anlatılması ve başta Efendimiz olmak üzere ona iman eden sahâbelere  “ölmek var dönmek yok” şeklinde ifade edilebilecek mutlak kararlı tutumu aşılamıştır. İnsana tek bir aşı yetmediği içinde tam dört ayrı yerde zikredilerek şanları tebcil edilen sihirbazların hallerinin anlatıldığı ayetlerde olduğu gibi başkaca anlatımlarla bu işlem devam etmiştir.

“ Âlemlerin rabbine iman ettik dediler. Musa ve Harun’un rabbine. Firavun, ‘ Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Dedi. Şüphesiz bu halkını oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz! Mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da sizin tümünüzü elbette asacağım. Dediler ki ‘Biz mutlaka rabbimize döneceğiz’ Sen sırf, Rabbimizin ayetleri geldiğinde iman ettiğimiz için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımız al” (Al-i İmran 121-126)

 İbn Abbas’ın dediği üzere günün evvelinde sâhir olanlar günün ahirinde şehit olmuşlardır. Evvelkilerin bu şahitlikleri sahâbe neslinin ufkuna maveraya varacak vüs’at kazandırmış ve böylelikle hayatı, iman ve cihad olarak kavramışlardır. Tevbe 111. Ayetinin Müslümanlara arasında büyük bir sevinçle karşılanması ve Ensar’dan bir kişinin ‘Doğrusu bu kârlı bir alışveriş! Artık ne vazgeçer ne de vazgeçilmesine razı oluruz” şeklindeki ifadeleri sahâbenin köklerini derinler salan yüce ağaçlar misali, vücûtlarının tüm damarlarına kök gönderdiklerini ortaya koymaktadır.

“Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Bu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin İşte bu büyük kazançtır.”

İlâhi kelâmın talep ve haber içeren yönünün yaşanmışlıklar üzerinden desteklenmesi arasındaki insicam vahyin tamamlanmasına kadar devam etmiş ve böylelikle Kur’an’da zikredilen kıssalardan alınan ilhamla peygamber ve ona tâbi olanların mücadelesi de başlı başına kıssa haline gelmiştir. Bir başka deyişle, Efendimize inen vahyin önemli kısmının kıssalardan oluşması vâkıasına, Hazreti Muhammed’in(S.A.V) yürüttüğü tevhid mücadelesinin tamamı da kıssaya dönüşerek eklemlenmiş ve Efendimizle hem zaman ve hem mekân olmayan müminler için Efendimiz’in hattı harekâtı ve eyleme biçimlerinin tümü yürünmesi gereken yolu sarahatle ortaya koymuştur. Sünnet ve siyeri de kıssa olarak aldığımızda kıssaların belki de Kitab’ın üçte ikisine denk geldiğini ileri sürmek abartı olmayacaktır.

Vahiyde kıssa anlatımlarına bunca yer verilmesinin diğer bir sebebinin her bir kıssanın kendinde içkin olduğunu ve bunun da kıssanın bizâtihi kendi başına anlamsal bir değer ifade etmesinden anlaşılacağını söylemiştik. Şüphesiz ki her bir kıssa bütünün parçasıdır.  Bu yönüyle ilâhi kelâmın vermek istediği mesajı anlamada kıssanın kitabın kendi bütünlüğü içinde değerlendirilmesi elzemdir. Anlamada elzem olan diğer husus da kıssa ile İslamî davet ve tebliğin aşamaları arasındaki organik bağın bilincine varılmasıdır.  Bununla birlikte yine de her bir kıssa tek başına ele alındığında dahi tâkibe şayan bir niteliği bünyesinde barındırmaktadır.

Hülasa, Cenab-ı Allah, kıssalar vasıtası ile Peygamber Efendimiz başta olmak üzere vahyin doğrudan ilk muhataplarına izlenmesi gereken yolu yaşanmış örneklikler üzerinden anlatmaktadır. İşte bu nokta bir yandan kıssanın hikâyeden farklılığını ortaya koyarken diğer yandan da mutlak surette yaşanmış olması gerekliliğini gösterir. Hikâye gerçek de hayali de, önemli de önemsiz de olabilirken bir haberin kıssa niteliğini kazanabilmesi gerçekliği ve peşinden gidecek kadar önem arz etmesi ile doğrudan irtibatlıdır.

2

Aksa Tufanının üzerinden geçen bir yılda Gazze halkının bedenlerinin her bir parçası sağnak olup yine Gazze topraklarına düştü. Mehmet Akif’in Çanakkale için yazdığı

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer

O ne müdhiş tipidir: savrulur enkâz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, kol, çene, parmak, el, ayak

Boşanır sırtlara, vâdilere sağnak sağnak

Mısralarının cisimleşip surete büründüğüne bütün dünya şahitlik etti.

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

o rüku olmasa eğilmez başlar

dizelerinde dile getirilen Allah’tan başkası önünde boyun eğmeyen başların biçildiklerine ama asla eğilmediklerine arz şahitlik etti, gök şahitlik etti. Tüm bu şahitlikler Gazze’yi modern zamanların en büyük KISSA’sı haline getirdi.

Gazze’nin şahidi olan bizler,

Aziz ve hamid olan bir Allah’a iman ettiklerinden dolayı ateş dolu çukurlara atılan mü’minleri,

Ateşe atılan İbrahim Aleyhisselamın ‘Allah bize yeter’ sözünün hakîkatini,

Şehrin öte yanından elçileri desteklemek üzere koşarak gelip hakkın hatırını her şeyin üstünde tutan ‘Koşan Adam’ı,

“Rabbim! Bana katında cennette bir ev yap. Beni Firavundan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar” diyen Asiye annemizi ve daha nicelerini sahiden anlamaya başlarken, tevekkül, cihad, sabır, rıza, iman, şehadet, ahiret,  gibi temel Kur’an’î kavramların dünyasından ne kadar uzaklaşmış olduğunu da görmüş olduk.       

Evet! Gazze halkı kanlarıyla, canlarıyla, parçalanmış bedenleriyle, tevekkülleriyle, sabırlarıyla, Rablerine olan sarsılmaz güvenleriyle, düşmanla kora kor mücadele etmeleriyle, asla pes etmemeleriyle modern dünyada yazılmış en büyük kıssanın kahramanları haline gelmiştir.  Kıssayla aynı kökten gelen kısas kavramanın kanın izini takip anlamına geldiğini ve Gazze’de akan kanın izini sürmeye ahd etmiş olanların kıssadan hisse çıkarmaya başladıklarını söyleyerek yazımızı tamamlayalım.

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.