İnsanların doğum ve ölüm tarihini kaydederken onların bu ikisi arasında hep aynı çizgide ve hep tek bir rolde devam etmesini beklemeye alışkın olabiliriz. Fakat kimileri bu beklentilerimizi alışılmadık şekilde boşa çıkarır. Hasan el-Bennâ da yaşadığı hayatı beklentilerin üstünde ve hesap edilenin ötesinde bir çaba, birikim ve kararlılıkla geçirmiştir. 1906 yılında gözlerini açtığı dünyada Mısır’ın Buhayre şehrinin Mahmudiye kasabasında dinî eğitimi de barındıran Reşâd İlkokuluna kaydolmuştur. Babası Ahmed Abdurrahman, ünlü bir hadis alimi olduğu kadar, mahir bir saaatçiydi. Dolayısıyla Hasan da hem ilim hem zanaat noktasında verimli bir beşiğe doğmuştur diyebiliriz. İlk eğitim yıllarından itibaren Kur'an hıfzıyla meşgul olan Hasan, okulda sevdiği bir hocasının emekliliği ile birlikte İdâdiyye Medresesi’ne kaydolmuştur. Eğitim hayatı ani değişimlerle geçen Hasan’ın bu okulu bir resmî kararla kapatılmıştır. Bu olay üzerine geleceğinde hem ilmî hem de sosyal çalışmalarında belirleyici bir rolü olan Demenhûr’daki öğretmen okuluna kaydolmuştur. Bu süreçte, bir kayıkçının gayri ahlaki semboller bulundurmasına tepki gösterecek düzeyde sosyal-aktif bir genç olan Hasan, bu yönünü okulda başkanı seçildiği hayrı yayma ve şerri önleme amaçlı dernekte de devam ettirmiştir. Erken denebilecek bir yaşta toplum içerisinde doğru bildiğini ifade etme ve gerektiğinde harekete geçme noktasında sosyal bir öz güven kazanmıştı. Okulda mağduriyet yaşayan arkadaşlarının yardımına koşarken, aynı şekilde genel ahlakı ve islami kuralları çiğneyen hocalarına dahi karşı çıkarken ileride pek de serin sularda geçmeyecek hayatının çerçevesini çiziyor gibidir.
Öğretmenlik okulunu bitirdikten sonra kaderin bir cilvesi sayabileceğimiz şekilde Ezher’e değil Darülulûm’a kaydolmuştur. Eğitim ve meslek hayatındaki bu aşamalar onun masa başında teorik sonuçlar kovalayan bir entelektüel olmasını önlemiş, bildiklerini aktaracak aktarmanın da ötesinde uygulayacak bir saha adamı ve toplum öncüsü hâline gelmesini sağlamıştır.
Okul hayatında hocalarını ilmî konularda eleştirebilecek ve bazı meselelerde onları organize edecek şekilde donanımlı ve lider ruhlu olan Hasan, bu özelliklerin bir getirisi olarak erken dönemlerden itibaren birçok muhalif de edinmiştir.
Henüz öğretmen okulundayken tasavvufi yaşantısından etkilenip intisab ettiği Hassâfî tarikatında, Müslüman Kardeşler’i kuracağı döneme kadar yoğun bir tasavvuf terbiyesi almış ve bu öğretileri tam anlamıyla bir yaşantı hâline getirmiştir. Yukarıda sözünü ettiğimiz sosyal yönü ile tabiri caizse rabbani yönü, onu ileride sufi ve selefi menhecleri bir araya getirecek ilim, zikir ve cihadı aynı potada eritecek bir yapıya hazırlamıştır. Dârülulûm Üniversitesindeyken eserlerinden ve görüşlerinden etkilendiği M. Reşîd Rızâ gibi isimler, Bennâ’nın yalnız bir fikir ve teşkilat adamı değil, dergi editörlüğü yapıp makaleler kaleme alan bir edip olmasına da örnek olmuşlardır. Hasan, Yûsuf ed-Dicvî, Abdülazîz Çâvîş gibi isimlerin de aralarında olduğu hocalarının bir araya gelmesini, davet çalışmalarına katkı sunmasını mümkün hâle getirmiştir. Kahvehanelerde, okullarda, camilerde yine kendi ideal dünyasındaki İslami çalışmaları devam ettirmiştir. Çocukluk yaşlarından itibaren çevresindeki insanlar tarafından fark edilen hitabet ve ikna kabiliyeti bu süreçte de etrafına kitleleri toplayabilmesine olanak sağlamıştır.
Demenhûr’dan Kahire’ye uzanan eğitim hayatının son kertesinde, mezun olarak İsmailiye şehrine atanmıştır. Meslek hayatının bu ilk yılları davet çalışmalarının kurumsal ve teşkilatlı bir yapıya bürünmesinin de başlangıcı olmuştur. Öğretmenlik, hem düşünce dünyasını besleyen bağımsız okumalara katkı sunuyor hem de davet çalışmalarının daha geniş alanlara uzanması için ona kolaylaştırıcı bir imkân oluşturuyordu.
Kahire yıllarıyla birlikte daha sistemli hâle gelen davet çalışmaları arkadaşlarının da katkısıyla İsmailiye bölgesinde adı konulmuş bir yapıya bürünecekti. 1927 yılında Müslüman Gençler Cemiyeti (Cem‘iyyetü Şübbâni’l-Müslimîn) adıyla oluşan bu birliktelik, bir yıl sonra tarihe de kaydedilecek hâliyle Müslüman Kardeşler Cemaati (Cemâatü İhvâni’l-Müslimîn) ismini alacaktı.
Peki Hasan el-Bennâ yaşamının farklı kesitlerinde neden devamlı olarak bir İslami organizeye ihtiyaç duydu? Burada eğitim ve görev icabı bulunduğu şehirlerde Mısır halkı özelinde, toplumun İslami anlamda hangi noktaya geldiğini net bir şekilde gördüğünü belirtebiliriz. Bennâ, ilkokul yıllarından itibaren toplumda İslam’a aykırı gördüğü bireysel ve kitlesel bazda tüm eylem ve söylemleri ortadan kaldırılması mümkün değilse minimize edilmesi gereken unsurlar olarak değerlendirmiştir. Öğrenciler arasındaki basit bir zorbalığa gösterdiği tepkiyle, İngilizlerin Mısır ekonomisi üzerindeki hakimiyetlerine gösterdiği tepkinin aynı idealist ruhtan geldiğini söylemeliyiz. Dolayısıyla Hasan, sözünü ettiğimiz yanlışlıklarla mücadele ederken küçük büyük ayrımı yapmamış kaçınılmaz bir öncelik dahilinde en tabandan yukarıya doğru sistemli bir dönüşüm ve ıslah anlayışını hayatının tüm kesitlerinde hâkim kılmaya çalışmıştır. Öğretmenlik gibi insanları en temel dönemlerinde görmeyi, onların geçirdiği aşamaları birebir analiz etmeyi mümkün kılan bir meslekte, kişi ve toplumların olumlu veya olumsuz anlamdaki dönüşümlerinin ve değişimlerinin ne yönde gerçekleştiği noktasında âdeta bir sosyal bilimci düzeyinde veriler elde etme olanaklarına kavuşmuştur.
Cemaatin kurulduğu 1928 yılından 1932 yılına kadar teşkilat faaliyetlerini İsmailiye’den takip eden Hasan el-Bennâ, 1932 yılında Kahire’ye gerçekleştirdiği ziyaret vesilesiyle davetin sistemli hâlinin geldiği noktayı doğrudan görme imkanına kavuşmuştur. İşçilerden öğrencilere, imamlardan ilim adamlarına kadar toplumun çok farklı tabakalarına ve kesimlerine hitap etmeye çalışan Hasan el-Bennâ ve cemaati, bu kapsamlılığın bir meyvesi olarak kısa diyebileceğimiz bir süreç içerisinde Mısır toplumunun orta ve üst tabakalarının tamamına mesajlarını iletme fırsatını yakalamıştır.
Bu gelişmeler Hasan el-Bennâ'nın kişiliğiyle doğrudan ilişkilidir. Zira ileride cemaatin yöneticiliğini de yapacak ve genel mürşitliği üstlenecek birçok ismin de belirttiği gibi Hasan el-Bennâ'nın insanları ilk karşılaşmalarda etkileyen bir tavrı, tarzı ve üslubu vardır. Bu tanıkların aktardığı üzere Hasan el-Bennâ kültürlü, güler yüzlü, mütevazı ve karşısındakini her anlamıyla muhatap alan bir tabiata sahiptir. Özellikle insanları ciddiyet ve samimiyetle muhatap alması, onların Hasan el-Bennâ ile süregelen ilişkiler kurmasını sağlamıştır. İnsanlarla iletişim kurarken herhangi bir yan ajanda veya hesap gütmeyen Hasan, bu samimiyetin karşılığını neredeyse kendisine kuşkuyla yaklaşanların dahi yol arkadaşlığına razı olmasıyla almıştır. Vefatından sonra kendisi hakkında anılarını yazan Ömer Tilmisânî gibi isimlerin de belirttiği üzere Hasan el-Bennâ’nın insanları organize etme ve yönlendirme noktasında etkileyici bir üslubu ve yapısı vardır.
Erkek ve kız öğrenciler için müstakil çalışmalar üreten okullarla birlikte atölye, fabrika, işçi lokalleri, sosyal kulüpler, hastaneler inşa eden Müslüman Kardeşler, Hasan el-Bennâ önderliğinde âdeta bütün katmanlarıyla ve yapılarıyla İslami bir toplum idealinin ne tür bir genişlik ve boyut içereceğini de göstermiş oluyorlardı. Hilâfetin fiilî olarak ortadan kaldırıldığı bir düzlemde, Müslümanların yeniden siyasi bilince kavuşması ve bu bilinci tekrar teşkilatlı ve kurumsal bir yapıya dönüştürme çabasını gütmüştür. Özellikle 40’lı yıllardan itibaren Filistin meselesinde doğrudan cemaat üyelerini siyonist güçlere karşı savaşmak için bölgeye göndermesi, Müslüman Kardeşler’in sosyal alanda olduğu kadar siyasi alanda da ne kadar etkin olduğunu göstermektedir.
1945 yılından itibaren Müslüman Kardeşler, başlarda belli bir uyum içerisinde bulunduğu Mısır yönetimiyle, gösterdiği gelişim ve bilhassa Filistin meselesinde ortaya koyduğu askerî güç sebebiyle hem İngilizlerin hem de Mısır yönetiminin dikkatini çekmiştir. Müslüman Kardeşler’in gelişiminin önüne geçmek ve Hasan el-Bennâ'nın gittikçe tabana yayılan liderlik misyonunu frenlemek adına 1947 yılında Nukraşi Paşa Hükûmeti, İhvan’ı yasa dışı ilan etmiş, 12 Ocak 1949 tarihinde ise tamamen feshetmiştir.
Bu fesih kararından sonra İhvân’ın Filistin’de cihat etmek için oluşturduğu özel silahlı birim, Hasan el-Bennâ'nın bilgisi ve rızası dışında müstakil kararlar almaya başlamış ve Müslüman Kardeşler teşkilatına karşı baskıcı politikalar izleyen hükümet ve yargı üyelerine karşı suikast hareketlerine girişmiştir. Hasan el-Bennâ çok farklı vesile ve yollarla kendi rızası dışında meydana gelen bu hadiseleri reddetmeye ve engellemeye çalışmıştır. Bennâ’nın çabaları, hem hükûmet yetkililerinin İngilizlerin sevkiyle uyguladığı baskıcı politikalar hem de Abdurrahman Senedî gibi İhvan içerisindeki özel birimin başını çeken isimlerin cemaatin genel liderliğinin izni dışında ortaya koyduğu faaliyetler sebebiyle sonuçsuz kalmıştır. Bu süreçte Hasan el-Bennâ’nın cemaat içerisindeki ayrılıkları engellemek ve cemaatle hükûmetin daha fazla karşı karşıya gelmesine mâni olmak adına tarihe geçen birçok beyanat yayınlamıştır. Fakat bu çabaları sonuçsuz bırakılmıştır.
Bu gerilim sürecinin nihayeti olarak 12 Şubat 1949 tarihinde çalışma ofisinden evine dönerken arabasında korumasıyla birlikte silahlı saldırıya uğramıştır. Bir rivayete göre kendisine yedi mermi isabet eden Hasan el-Bennâ götürüldüğü hastanede siyasi bir kasıtla ihmal edilmiş, âdeta ölüme terk edilmiştir.
Ne kadar tasavvufî ve eğitime dayalı ise bir o kadar da sosyal, siyasi ve askerî bir programı ortaya koyan Hasan el-Bennâ maddi ve manevi olarak dolu dolu yaşadığı bu hayatı Allah yolunda belki de en kıymetli bedeli ödeyerek sonlandırmıştır. Büyük bir atılım ve fedakarlıkla ortaya koyduğu bu örneklik ve mücadele düzeyi, oluşturduğu yapıdan nice büyük edip, mücahit, teorisyen çıkmasını sağlamış, İslam dünyasında etkileri günümüze kadar ulaşan bir İslami çalışma yönteminin de kurucusu olarak tarihe geçmesini sağlamıştır.
Yararlanılan Kaynaklar ve İleri Okuma Düzeyi