Aileyi oluşturan bireyler, Hz. Ali’nin dediği gibi kendi çağının çocuğudur. Dolayısıyla aile de kendi çağının ailesidir. Kullandığı araçlar, bulunduğu sosyoloji, çatışmalar, çözümler hasılı her şeyi ile farklı bir formdadır. Gelişen araçlarla hızlanan zaman ve daralan mekan algısı, bir önceki yüzyılı bırakın, 20 yıl öncesini bile hızla eskitiyor, yeni çatışma alanları, yeni ilişki biçimleri ve yeni çözümlere ihtiyaç duyuyor.
Bu zaviyeden bakıldığında artık eski hal muhaldir ve Mevlana’nın dediği gibi “yeni şeyler söylemek lazım” yeni normalleri keşfetmek gerekiyor.
Önceki yazımızda bahsettiğimiz aile tiplerinin ortaya çıkardığı problemlerinin çözümünde bu temel anlayış, sonraki tavırlarımıza, tutumumuza, tepkilerimize ışık tutacak. Asla “eskiden gençler, kadınlar, erkekler, anneler, babalar şöyleydi” ümitsizliğinde kıvranmayacağız.
Hayatta her problemin çözümünde örneğin bir musluk tamirinde bile gerek bilerek, gerekse bilmeyerek bir tarz/metodoloji geliştiririz.
Toplumun genel yapısını oluşturan aile yapısının korunması ve problemlerinin çözülmesi için de bir usule ihtiyacımız var. Eskilerin dediği gibi; “Usul esastan önce gelir”.
Bu anlamda problemlerin çözümünde 3 aşama olmazsa olmaz usulümüzdür;
Bütüncül Yaklaşım
Çözüm Odaklı Yaklaşım
Sonuç Odaklı Yaklaşım
Suya atılan taş nasıl genişleyen halkalara sebep olur ve birbiriyle ilişkiliyse, insan ve içinde bulunduğu evren aynı ilişkiselliğe sahiptir. İnsanı bu bütünlük içinde görmediğiniz zaman problemlerine de tam teşhis koyamazsınız.
Kan davasını, mensup olduğunuz toplumdan bağımsız düşünebilir misiniz? “ya benimsin ya da toprağınsın” sözüyle işlenen cinayetleri bulunduğunuz kültürden ayrı değerlendirebilir misiniz?
Bugün yaşadığımız en büyük sorun, batının bir yerinde hazırlanan paket çözümlerin, başka toplumlara hap gibi sunulmasıdır. Maalesef bundan, danışmaya gittiğimiz psikologlar da, aile danışmanları da etkilenmektedir. Böylece Ankara haritası ile İstanbul’da sokak arama gibi bir duruma düşüyoruz. Yol bulmak için harita iyi bir çözüm ama doğru harita olmadığı zaman yol bulma olasılığınız sıfırdır. Çağdaş insanın her şeyi bilirim yaklaşımı aslında çözümsüzlüğün temel başlangıcıdır. Her şeyi bilirim yerine her şeyi öğrenebilirim mantığı daha olumlu ve daha çözümleyici bir yaklaşımdır.
1970’li yıllara kadar hastalık olarak kabul edilen LGBT, ne olduysa bu tarihlerden sonra cinsel bir tercih olarak kabul edilmeye başlandı. Aslında ne olduysa? sorusu ironik bir soru.
Sebep şu: psikolojiye dair üretilen bilgi ve teşhislerin %70’i ABD’den yayılmakta ve medyanın etkisiyle paket çözüm olarak Dünya’ya sunulmaktadır. Düne kadar LGBT’yi hastalık kabul eden Amerikan Psikoloji Derneği (APA), 1973’te, eşcinselliği bir hastalık olarak görmekten çıkarıyor, ve daha da ileri giderek, 1975’te aldığı bir kararla, psikologları, eşcinsellerin yaftalanmasına son verilmesi yönünde önderlik etmeye çağırıyordu. Medya ve sinema sektörünün desteği ile bütün dünyaya yayılan bu kabul sonuçta bu eğilime sahip olanların değil buna karşı çıkanların utanacağı, kendini saklayacağı bir hale dönüştü. Bu ise önem verdiğimiz bütünselliğin ne kadar hayati olduğunu ortaya koymaktadır. Her toplum kendi bütünselliği içinde sorunları çözecek ama bu çözüm aile bütünlüğü içinde gerçekleşecektir. Aileyi yok eden batı bile çok geç de olsa artık bu çözüm noktasına dönmüştür.
Suyun yok etme etkisi kadar, üretme etkisi de yadsınamaz. Size sunulan bu iki gücü iyi tanır iyi yönetirseniz, suyun yok edici yeteneğini, var edici yeteneğe dönüştürebilirsiniz. Aile de su gibi hem toplumu var etme hem de yok etme yeteneğine sahiptir.
Başta devlet olmak üzere yukarıdan aşağıya uygulanan politikalar çok stratejiktir. Örneğin son yıllarda bir bakanlığın isminin değişimi böylesine stratejik bir adımdır. Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık ismi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüştürülürken, aileyi bölmeyen, bütüncül yaklaşımı destekleyen isabetli bir tercih yapılmıştır.
Çünkü kadın aileden ayrı bir birey değil tam aksine aile bütünlüğü içerisinde bir parçadır. Eğer kadının bir sorunu varsa bu kadın oluşundan dolayı değil ailenin sağlıklı işlemeyişinden kaynaklanmaktadır. Günümüzde kadın haklarını savunan pek çok sivil toplum örgütü, aileye, onu aşağılayan “ataerkil aile” tanımıyla yaklaşmaktadır. Böylece insanı fiziksel olarak üreten kadın bütün sorunlarıyla tek başına mücadele etmektedir. Aile sığınma evlerine, şiddete karşı çıkarılan kanunlara rağmen, şiddet ve taciz artarak devam etmektedir.
Küçük balığı, büyük balığa yem olmaktan kurtarmak için bulunduğu habitattan uzaklaştırmak nasıl çare değil ise kadını da aileden çıkarıp tek başına sorunlarını çözmeye çalışmak aynı şeydir. Niyet iyi olabilir ama sonuçları itibarıyla yıkıcı hatta ölümcül olmaktadır. Örneğin; erkeğin şiddetini önlemek için uygulanan evden uzaklaştırma cezası, kadınları korumak yerine daha fazla hedef haline getirmekte ve ne yazık ki bu tedbirler kadının hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmaktadır. Ailenin doğal işleyişinden ayrılan her çözüm, çözüm olmaktan ziyade işleri daha karmaşık hale getirmekte ve bu haliyle bireyi çağdaş tüketim kültürü içerisinde yalnızca üreten ve tüketen bir makine haline getirmektedir.
Ailenin yokluğunda, sanal âleme taşınmış fuhuş sektörü, kadını erkeğin cinsel ihtiyaçlarını karşılayan bir tüketim nesnesine dönüşmüştür. Çok ilginç bir şekilde feminist akımlar doğrudan fuhuş sektörünün nesnesi kadını kurtarmaktan ziyade çalışma şartlarının (!) düzeltilmesi, ortamının güvenli olmasıyla ilgilenmektedirler. Kadını, çocuğu, eşi, anneyi, babayı, nineyi, dedeyi, teyzeyi, halayı, yeğenleri aile bütünlüğü içinde düşünüp, problemlere bu bütünlük içinde çözüm aramazsanız, kimyasal ilaçla tarım zararlısını öldürmeye benzer bir iş yaparsınız. Zararlıyı belki öldürürsünüz ama bunun yanında o toprakta doğal dengeye katkı sağlayan pek çok varlığı da yok etmiş olursunuz. Bu da elde ettiğinizden daha fazla zarara yol açar. Aynı şekilde yalnız başına kadını, çocuğu, eşi kurtarabilirsiniz ama aile ve çevresini yıkarak daha büyük zararlara yol açarsınız.
Dijital çağ; nasıl her şeyi sayısallaştırıyorsa insan ve aile ilişkileri de istatistiklerden ibaret sayılarak çözümler üretilmektedir. Oysa Alman psikolog Gestalt’ın dediği gibi; Bütün; onu oluşturan parçaların toplamı değil, daha fazlasıdır. Anadolu insanının deyişiyle “bir elin nesi var, iki elin sesi var”. Parçalara bölerek sorunlarına çare aradığınız aileyi, sorunlarını çözmekten ziyade içinden çıkılmaz sorunlar yumağına dönüştürmüş olursunuz.
Batı toplumu ve her izini takip eden bizler, yaşlıların sorununu çözmek için “huzur evi”, yetimleri veya bakılamayan çocukları kurtarmak için “yetim yurtları”, kadınları korumak için “kadın sığınma evleri”, ergen gençleri ailenin şiddetinden korumak için “genç sığınma evleri” kuruyoruz. Çare gibi görünen bu kuruluşlar daha çok parçalanmaya, yoksunluğa, duygusuzluğa ve insanın eşyalaşmasına sebep olmaktadır.
Çözüm nedir? Diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum; İdeal aileyi, annesiyle, babasıyla, çocuğuyla, ninesiyle, dedesiyle hatta bütün mahallesiyle bütün olarak görüp, çözümleri ona göre üretmek durumundayız.
Örneğin bugün oturduğumuz apartman daireleri, siteler bahsettiğimiz bu bütüncül yaklaşıma ne kadar uygundur? Hatta ulaşım araçları, yönetim hiyerarşisi açısından mahalle muhtarı, evimizin önünü süpüren temizlik elemanı, gittiğimiz marketin yapısı ne kadar uygundur?
Şüphesiz bu büyüklükte ve bütünlükte çözümlerin adresi devlettir. Ama devleti oluşturan bireyler olarak bunları talep edip, bunlara destek olan siyasi araçları kullanmamız gerekir.
“Herkes kapısının önünü süpürse bütün mahalle temiz olur”, prensibince kendi kişiliğimizde ve ailemizde ideal ailenin ve bütüncül yaklaşımın inşa sürecini başlatmamız gerekir.
Aslında güzel şeylerin ufak şeylerde gizli olduğu gibi büyük başarılar da küçük adımlarla ilgilidir. Eğer ideal aileye inanırsanız bir gün açtığınız yoldan koca bir toplum geçer. Buna kısaca; kelebek etkisi diyorlar. Yani; bir kelebeğin çırptığı kanatların yarattığı türbülansın (girdabın) sönümlenmeyip, binlerce kilometre uzakta kasırgaya neden olabilmesidir. Ailenin bütünlüğü gibi âlemin bütünlüğünü kavrarsanız, bunun imkânsız olmadığını anlarsınız.
Atalarımız bugünkü bilimle değil ama tecrübe imbiğinden süzülen bal gibi bir sözle bunu çok güzel anlatmışlar: “damlaya damlaya göl olur”. İdeal ailede babanın söylediği her sevgi sözcüğü, annenin severek yaptığı her yemek, çocuğun annesi ve babasının yanağına kondurduğu bir öpücük, aileye fırtınalı zamanlarda güvenli limanlar sunar. Anne eşiyle kavga etse de, çocuk ebeveyninden bir an için nefret etse de, o küçük öpücükler, sevgi sözcükleri, sevgi yemekleri; yaz gününde hararetimizi alan soğuk bir içecek gibi içimize serinlik indirir de kabaran bütün öfkemizin yerini sevgi sakinliği alır. Ve aile kaldığı yerden tüketime değil üretime devam eder.
Bütünsel yaklaşım problemin çözüm araçlarından birincisiyse, ikinci araç çözüm odaklı yaklaşımdır. Makine benzeri, ailenin bütün unsurlarıyla nasıl çalıştığını gördükten sonra ortaya çıkan arızaları daha kolay teşhis edebilirsiniz. Dişlisi bozulan bir makine nasıl aksarsa, sevgi, saygı çarkları bozulmuş bir aile de aksamaya, sonunda da huzur üretimine son verir. Meseleye çözüm açısından yaklaştığınızda yapacağınız ilk iş aksayan dişliye el atıp, yağ gerekiyorsa yağ, değiştirmek gerekiyorsa değiştirmektir. Bunun gibi aile de sağlıklı yürüyüşünü sürdürmek için, arızaya malzeme hazırlar gibi bu gibi durumlara yedek sevgi parçaları biriktirmek zorundadır. Her akşam babamızın haberlerden kısıp çocuklarına, eşine verdiği yarım saatlik bir zaman ailenin sevgi parçalarını yenilemek için çare olacaktır. Ya da yorgun iş dönüşünde eşin sıcak bir karşılamasıdır yedek parça. Çözüm odaklı düşünmek acil müdahale değildir. Aksine acil müdahale öncesi ve sonrası tam tedavi müdahalesidir.
“Ergen kızımız sürekli annesiyle kavga ediyor bir türlü anlaşamıyorlardı. Kızımız yediklerine dikkat etmiyor ama kilolarından da rahatsız olduğu için sık sık sağlıksız diyetler deniyordu. Anne buna kızıyor, biricik yavrusunun sağlıklı beslenmesi için elinden geleni yapıyor ama söylediği hiçbir söz fayda etmiyordu. Kavgalar, çekişmeler sürerken yine sağlıksız bir diyet başlayan kızımız, annesinden sakladığı diyet listesini ve çıkarken yanına aldığı çantasına koyduğu yiyecekleri annesinden saklamayı başardığını zannediyordu. Çantasını açtığında karşılaştığı not diyet listesini ve diyet yiyeceklerini saklayamadığını gösteriyordu. Notta: “ömrümü yedin, bunları da ye! en son başını ye...!” J Bu notu okuduktan sonra diyor, bir daha anneme kızamadım ve O’nun dediklerini yaptım. Çünkü bu not annemin söylediği yüzlerce öfkeli sözden daha samimi ve içten gelmiş, sevgisini yüreğimde hissetmiştim. Hatta notu okurken gözlerim dolmuştu!”
İşte böyle, hepimiz pedagog, sosyolog ya da uzman olmayabiliriz ama iyi niyetle sarf edilmiş samimi bir davranış kışın bitişini müjdeleyen bir kardelen gibidir. Bu demek değildir ki yardım almadan her zaman böyle başarılı olabiliriz… İnsanız, eksiğiz, hatta çocuk uzmanı, psikolog, dünyaca tanınan evlilik danışmanı olabilirsiniz. Yine de başkalarına ihtiyacınız olacaktır. Çevrenize baktığınızda herkese danışmanlık yapan hem de çok şöhretli bazı insanların aile hayatının hiç de iç açıcı olmadığını göreceksiniz. Bu da bütüncül yaklaşımın ne kadar haklı olduğunu, kimsenin mükemmel olmadığını herkesin birbirine ihtiyacı olduğunu gösteren en önemli sonuçtur.
Çözüm odaklı olmanın önündeki engelleri aştığınızda direkt çözüme ulaşmış olacaksınız. Bu engeller:
1- Soruna odaklanmak. Yani; “Derdim dünyadan büyük” yaklaşımıdır.
Bir aile geçinemeyen iki kardeş için danışma istemişlerdi. Randevu belirlendi ve görüşmeye aldım. Aslında aile bütün sorunları kendi pencerelerinden bana anlatmışlardı. Çocuklar yanıma geldiklerinde bile birbirine gardını almış iki düşman gibiydiler. Onlarla kısaca tanıştıktan sonra önlerine iki beyaz kağıt koydum ve şunu söyledim: “Biliyorum aranızda bir sürü sorun var ama bugün sorunları konuşma günü olarak tespit etmedim. Sorunları daha sonra konuşacağız. Öncelikle önünüze koyduğum kağıda birbiriniz hakkında hiç iyi gördüğünüz taraf var mı onları yazmanızı istiyorum dedim. İstemeye istemeye, “şuraya geldik şu işi halledelim de gidelim” der gibi yazmaya başladılar. Bir süre sonra asık suratları rahatlamaya hatta birisi hafif gülümsemeye bile başlamıştı. Yazılarını bitirdiklerinde hayli rahatlamış bir halleri vardı. Kâğıtları elime aldığımda küçüklüklerinden beri hatırladıkları, eğlendikleri zamanlara ilişkin birkaç şey vardı ama bu onları şu anda bile rahatlatmaya yetmişti. Bazen küçükler büyüklerden daha kolay çözüm odaklı olabiliyorlar. Onlar da yapmak istediğimi anlamışlardı. Böylece bir daha ki çözüm toplantımıza büyük bir heyecanla katıldılar. Tabii her şey pürüzsüz olmadı ama çocuklarımız çözüm odaklı olmayı öğrenmişlerdi ki bu büyük bir kazanımdı”.
2- Çözüme giden yolda bahane engelleri oluşturmak: Yani; “Keşke şöyle olmasaydı, böyle olmasaydım, benim suçum değil….” Yaklaşımı.
İnsanlığın varlığından beri var olan hastalıklı bir tutumdur. Eski Yunan’da bir çatışma veya doğal afet ortaya çıktığında suç “farmakos” diye adlandırılan kişilerin üstüne yüklenirdi. Taşlanarak kent dışına sürülen bu kişi sayesinde yöneticiler ve kentliler kendi hata ve kusurlarına mazeret bulmuş olurlardı. Yine Tevrat ve İncil’de geçen “Azazel” diye adlandırılan bir keçiye de benzer işlevler yüklendiği anlatılır. Bu keçiye dokunanların, kendi suçları ve günahlarından kurtulduğuna inanılıyordu. Bugün “günah keçisi” deyimine kaynaklık eden bu masum hayvan, yapılan bir törenden sonra ya bir yardan atılır ya da çöle bırakılır böylece bütün hatalarını bu masum hayvanın ölümüyle temizleyip geride bıraktıklarını düşünürlerdi.
3- Problemi olduğu gibi bırakmak: Yani: “Çöpü halının altına süpürme” Yaklaşımı.
Hz. Muhammed: “Erteleyenler helak oldu.” diyor. Aslında ertelemek, hayatı ertelemektir. Adeta video seyrederken “pause” düğmesine basmaktır. Oysa zaman, olaylar “dur” dediğinizde durmazlar. Onlar akar gider ama duran yerinde sayan siz olursunuz. Üstelik suyolunu tıkayan kütükler gibi problemleriniz durduğunuz yerde size takılarak yığıldıkça yığılır.
Ailesi ile sorunlar yaşayan bir arkadaşım vardı. Pazarlama işi ile uğraşır, zamanının önemli bir bölümünü oturduğu şehrin dışında geçirirdi. Her ailede olduğu gibi O’nun da ufak tefek ailevi problemleri vardı. Ancak sorunlar saklanamaz hale geldiğinde sıkıntılı bir anında, patlamak üzereyken problemlerini benimle paylaşmıştı. Aile ortamında onları dinlemeye karar vererek, aile ziyareti bahanesiyle evlerine gittim. Söz sözü açarken, meselenin bamteline varmıştım. Bütün problemlerin çözümü arkadaşımın iş seyahatinden dönüşüne erteleniyordu. Ama her dönüşünde işler çözülemeden tekrar sonraki iş seyahati dönüşüne kalıyordu. Ailenin problemleri “iş seyahati dönüşü” halısının altına süpürülüyordu.
4- Benim yerime başkası çözsün:
Yani: “Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez” yaklaşımı.
Bu durum bir başka ifadeyle vurdumduymazlıktır. Evi başkası temizlesin, çöpleri başkası çıkartsın, evlilik törenini başkası organize etsin, param olsaydı her şeyi başkasına yaptırırdım, diye uzayan tembellik listesi. Hatta bu durum siyasi hayatımızda bile mevcuttur. Vatandaş: “Ben onları seçtim, her şeyi yapacaklar” der. Oysa yetki verdiğiniz insanın sorumluluğu olsa da sizin hala denetleme sorumluluğunuz devam etmektedir. Gemi batarken yalnızca kendi kamaranızı kurtarmanız mümkün değildir.
5- Mahalle baskısı:
Yani: “El Alem Ne Der!” yaklaşımı.
Nasreddin Hoca, oğlunu eşeğe bindirmiş kendisi de arkasından ağır ağır yürüyerek köye gidiyorlarmış. Yolda bunları görenler :
- Dünya tersine döndü galiba! Şu hâle bak ihtiyar adam yerde yürüyor da parmak kadar çocuk eşeğin üzerinde. Ne ayıp şey değil mi? Diye söylenmeye başlamışlar.
Bu sözleri duyan Nasreddin Hoca, merkepten oğlunu indirip kendisi binmiş. Biraz gidince bir kaç kişiye daha rastlamışlar. Onlar da :
- Şu hâle bakın siz ! Koskoca adam binmiş eşeğe, parmak kadar çocuk arkasından yetişeyim diye ter döküyor, insanoğlu işte hep kendini düşünür, diye konuşmaya başlamışlar.
Bu sözleri duyan Hoca:
- Oğlum en iyisi gel beraber binelim. Bakalım ne diyecekler, demiş.
Hoca önde oğlu arkada giderken birkaç kişi daha görmüş onları. Onlar da :
- Şu insanoğlunda merhamet diye bir şey kalmadı. Baksana eşeğin beli neredeyse yere değecek. Yerde yürüseler sanki ölecekler mi ? Azıcık Allah korkusu olan kimse böyle yapmaz, gibi sözler söyleyerek uzaklaşmışlar.
Hoca bu sefer :
- Oğlum en iyisi mi, ikimizde yürüyelim, öyle ettik olmadı böyle ettik olmadı. Bir de bu şekil deneyelim demiş.
Eşek önlerinde, onlar arkada yollarına devam ederlerken, birkaç kişi daha görmüş onları.
Onlar da :
- Şunların ki de akıl mı yani? Eşek önlerinde bomboş gidiyor da her ikisi de şu sıcakta yerde yürüyorlar. İnsan, boş eşek olur da binmez mi hiç? Demişler.
Nasreddin Hoca: “Hadi oğul sırtlayalım eşeği, çok dinlersen el âlemi eşeğe binmek yerine, eşek sana biner” demiş.
6- Bu problemin çözümü yok: Yani: “Batsın bu dünya”! Yaklaşımı…
Keklik gibi kanadımı süzmedim
Murat alıp doya doya gezmedim
Bu kara yazıyı kendim yazmadım
Alnıma yazılmış bu kara yazı
Kader böyle imiş ağlarım bazı
Gönül hey hey hey sebep oy
Bir Erzincan Türküsü bu durumu ne güzel özetlemiş. Her şey çözümsüz ve biz buna razı olmak zorunda olan “kader mahkûmuyuz”.
Peki, aslında öyle mi? Yunanlı düşünür Epiktetos: “İnsanlara rahatsızlık veren, olayların kendisi değil, bu olaylara getirdikleri bakış açısıdır” der.
Bu engelleri aştığımızda çözüme giden yolda ikinci aletimiz: “çözüm odaklı olmak” aletini de çantamıza koyduk demektir.
Kalan son yaklaşımı da gelecek yazıya saklayıp çözülen hayatlarımızı bütüncül çözüm yaklaşımı ile toparlamak temennisiyle…
*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.