İslamî Hareket ve Kürt Sorunu -1

04 Mart 2025 / Prof. Dr. M. Halil Çiçek

İslam gibi cihan şümul bir davaya bilinçli bir şekilde mensup olan ve gönülden inanmış olan herkesin yüklendiği ağır sorumluluğun farkında olması icap eder. Zira o, siyaset, ticaret ve makam gibi sıradan bir olayın peşinde değil; bütün yer küreyi ve tüm insanlık alemini ilgilendiren evrensel bir davanın peşindedir. Bu, bilinçli her Müslümanın taşıdığı sorumluluğun boyutlarını ortaya koymaktadır. Haddi zatında her bilinçli Müslümanın bu gerçeğin farkında olması evrensel İslam davasının zaruri bir gereğidir. Bu duyarlılığı taşıyan bir Müslüman sırtında yumurta küfesi taşıyan kimsenin edasıyla hareket etmesi, konuşması, sevmesi, buğz etmesi, oturup kalkması, münasebet kurması, tepki göstermesi, ilgi göstermesi ve hülasa her şeyini bu bilinçle yapması gerekir. Başkasının kınamasına bakmaksızın davanın selametini esas alarak hayatını sürdürmesi cihanşümul İslam davasının bir zaruretidir. Dava eri, bulunduğu ortamlarda davasının imajını bozmamaya azami derecede dikkat etmelidir. Bu çerçevede tüm olumsuz ve İslam’ın imajını bozan bütün davranışlardan, eylemlerden, tepkilerden, ilgi ve duygulardan uzak durmalıdır. Her dava mensubunun bu hususlara azami derecede dikkat etmeye gayret göstermesi gerekir. Zira davaların/fikirlerin/ideolojilerin kalitesinin, mensuplarının samimiyet ve dürüstlükleriyle ölçüldüğü bilinen bir gerçektir. Son dönemlerde dünya genelinde ve Türkiye özelinde Müslümanların yaşadıkları can sıkıcı savrulmaların ve toplum nezdinde Müslümanların itibar kaybetmelerinin en büyük sebeplerinden biri, İslam davasına mensubiyetleri olan kimselerin söylemleriyle eylemlerinin birbiriyle çelişiyor olmasıdır. İslam’ın o diriltici ruhunun, dava mensubiyetleri olduğunu söyleyenlerde görülmüyor olması da savrulmanın önemli sebeplerinden biridir. Kaldı ki, mensubiyet iddiasında bulunanların önemli bir kısmı para, kadın ve makam gibi bazı nefsanî ve şehvanî cazibeleri görünce davaya ait her şeyi terk etmeleri yaranın tuzu ve biberi oldu.

Modernite mevcut seküler uygarlığın nefsin heva ve heveslerini kamçılayan unsurları yanına alarak insanlığı - bugüne kadar hiç olmadık bir şekilde- bazı maceralara itti. Bunlara bakıldığında insanlık bugün global bir krizle yüz yüzedir. Dünyada olayların seyrini takip eden ve gelecekle ilgili bir tasavvuru bulunan birçok fikir adamı bu gerçeği görmekte ve faş etmektedir. İşte bu global veya lokal krizlere karşı İslam dava mensuplarına çok önemli sorumluluklar ve büyük görevler düşmektedir. Hamasın Yahudi esirlere göstermiş olduğu insanî muamele gibi bütün yer kürede ses getirecek ve mesaj verecek bazı hareket tarz ve stratejileri belirlemek gerekir. Keza İslamî hareketin global düzeyde yankı yapan bazı olaylara karşı İslam’ın ruhunu yansıtacak söylemleri geliştirmesi gereklilik arz eder. İslam davası hem evrensel hem de zaman üstü ve mekan üstü bir karakter  taşıdığı için dava mensuplarının da olaylar karşısında ortaya koydukları tepki, yaklaşım ve değerlendirmelerinin de evrensel bir karakterde olması gerekir. Ayrıca bu tür tepki, yaklaşım ve değerlendirmelerin de uzun vadede İslamî davaya kazandıracakları güncel ve evrensel kalite ve kazancın da hesabı iyi yapılmalı; kaş yapayım derken göz çıkarılmamalıdır. Öte taraftan tavır belirlenecek olayın taşıdığı özellikler itibarıyla İslamî ve insanî açıdan meşruiyeti de göz önüne alınması icap eder.

İşte bütün bu durumlar göz önüne alınarak İslamî hareket(ler)in Orta Doğunun en büyük ve en uzun süreli sorunu olan Kürt Sorununa karşı yaklaşımını, söylemini ve değerlendirmesini belirlemesi bir zorunluluk değil midir? Ancak İslamî oluşumların  İslam’a yakışır bir vaziyette başarılı, adil ve dünyada dikkatleri İslam üzerine çevirecek bir nitelikte bir söylem geliştirdiklerini söylemek mümkün değildir. Zira birçok İslamî oluşum mensupları/liderleri/temsilcileri Kürt sorununa bölgede egemen olan ulusalcı/faşist/ırkçı devletlerin/rejimlerin yaklaşımlarıyla yaklaştıkları bir realitedir. Irakta Saddam, Kur’an-ı Kerim’in bir suresinin ismi olan ‘Enfal’ı Kürtlere karşı uyguladığı barbarca vahşet ve zulmüne isim koydu. Sadece Kürtlere karşı gerçekleştirdiği bu Enfal operasyonuyla 50 binden fazla Müslüman Kürdü öldürdü. Bu operasyon çerçevesinde 16 Mart 1988’de kimyasal silah kullanarak hardal gazıyla Halepçe de 8 dakikada 3200 ile beş bin arasında masum insanı öldürdü. Ayrıca Irak, Kürtlere karşı sadece bir defa kimyasal kullanmadı. Aksine https://ar.wikipedia.org/wiki/ internet sitesinin kayıtlarına göre Halepçe katlıamının dışında 21 kez daha Saddam Irak Kürtlerine karşı küçük çaplı kimyasal silahlar kullandı. Ayrıca Saddam bunun yanı sıra 3000 kadar Kürt köylerini de yıktı yaktı. Buna eş zamanlı olarak Türkiye’de de Ak Parti iktidarı öncesinde 3000 bin kadar Kürt köyünün kimisi yakıldı, kimisi boşaltıldı. On binlerce Kürt her şeyini geride bırakarak göçe zorlandı. Binlerce Kürt ‘Faili Meçhul’ vb şeytanı operasyonlarla ortadan kaldırıldı. Ama ne acıdır ki, Kürt halkına bütün bunlar yapılırken ne bölgedeki İslamî oluşumlardan ne de lokal İslamî oluşumlardan ne o zaman ne de daha sonraki zamanlarda sadra şifa bir tepki görülmedi. İşin daha acı tarafı kimi İslamî oluşum temsilcisinden bu zulüm ve vahşetleri yapan bölge ülkelerine/siyasî yapılara destek veren demeçler ve açıklamalar geldi. Oysa bırakın bilinçli bir Müslüman olması beklenen İslamî bir dava mensubu bir kimseyi sıradan bir müminin hatta fıtratı bozulmamış bir insanın bu insanlık dışı tavırlara asla destek vermemesi ve asla kalbiyle bile meyle etmemesi gerekir. Çünkü Kerim kitabımız Kur’an, “Zulüm edenlere meyl bile etmeyin. (Aksi taktirde) ateş size dokunacaktır.” (Hud: 11/113) Zulme karşı Kur’an’ın tavrı bu kadar net iken Kur’an’a iman ettiğini söyleyen bir kimse hiçbir zulme -gerekçesi ne olursa olsun- taraftar olamaz.  İslam’i hareket mensupları ise böylesi bir zulme karşı asla suskun duramaz; bilakis yapılan zulme karşı tepkisini global/bölgesel/lokal ölçeklerde en üst perdeden göstermesi gerekir. İslamî hareket mensupları sadece Kürt meselesinde değil; tüm olumsuzluk, haksızlık, hukuksuzluk ve zulme karşı tepkilerini hem bireysel düzeyde hem grupsal düzeyde en üst perdeden göstermelidir. Kafire, Yahudi’ye, Hristiyan’a ve herkime karşı zulüm yapılırsa yapılsın bilinçli bir Müslüman tepkisini göstermelidir. Ancak tekraren söylüyorum: Bazı İslami çevreler Kürtlere yapılan mezalime karşı gündem oluşturacak ne bir eylem ne de bir söylemde bulunmadılar. Kimi zaman seyirci kaldılar; kimi zaman da ilgili ülkenin iktidarından yana tavır gösterdiler. Haksızlık ve zulme karşı bu suskunluk veya nötr tavır nedeniyle gençliğin zihninde İslamî bir portre oluşmadı. Bunun İslamî Hareket için büyük bir kayıp olduğu söylenebilir.