“Şeyhle müridi uzunca bir yolculuğun ardından bir incir ağacının altına konaklarlar. Şeyh, müridine ilerideki yamacın arkasını göstererek orada pınar olduğunu ve testiyi doldurarak getirmesini söyler. Mürid testiyi eline alarak pınarın başına varır, tam testiyi dolduracakken bir grup genç kızın elinde testilerle pınarın başına geldiğini görür ve geri çekilir. Kızlar şen şakrak testilerini doldururlar ve giderler. Giderler ama müridin gözü ve gönlü kızlardan birine çoktan kapılmıştır. Mürid kızı takip eder ve kızın evini öğrenir. Kapıyı çalar ve kapıyı açan yaşlı kadına durumu anlatarak kızına talip olduğunu söyler. Velhasıl kelam müridin bu saflığı ve doğrudanlığına kızın peki demesi de eklenince iki gencin nikâhları kıyılır, düğünleri yapılır. Mürid iç güveysi girdiği evde önce ırgatlıkla maişetini temin etmiş sonra ticarete atılmış ve işlerini büyütmüştür. Bu evlilikten dört çocuk dünyaya gelmiştir. Zamanla çocuklar büyür, büyüyenler bir bir evlenir mürid ile hanımı yine baş başa kalırlar. Ardından hanımı hastalanır ve çok geçmeden vefat eder. Bu arada mürid artık ticareti de bırakmıştır. Bir gün evde bir başınayken gidip pınardan taze su doldurayım der ve testiyi eline alır pınara doğru yola koyulur bu esnada beklenmeyen bir şey olur ve mürid şeyhini hatırlar ve Eyvah Şeyhim diye nida ederek şeyhini bıraktığı ağaca doğru koşmaya başlar. Ağacın altına vardığında şeyhin halen ağacın altında oturmakta olduğunu görür ve ‘Şeyhim geç kaldım’ der. Şeyhte yerinden şöyle bir doğrular evet geç kaldın ama yeterince değil der.”
Sembolleri kuşanmış bu kadim hikâye elbette çok boyutlu okumaya tutulabilir. Şeyh kim, mürit kim, kız kim sorusuna verilecek cevaplarla hikemi boyutlar farklı farklı derinleştirilebilir. Benim tercihim ise şeyhin, Allah tarafından üflenmiş ruhu (minruhi) yani ilahi nefesi; müridin ise insanoğlunun vazgeçilmez bir unsuru olan bedeni temsil ettiği yönündedir. (1) İki ana karakterin neye karşılılık geldiğinin tespitinin ardından hikâye kendiliğinden sarahate kavuşur: Esasen yolcudan başka bir şey olmayan ve varlığına dair nisbî farkındalık kazanmış bir insan teki çeşme başında gördüğü kıza vurulmuş ve âkabinde gelişen adına kısaca dünya meşgalesi dediğimiz olaylarla şeyhini yani bir ruhu olduğu gerçeğini unutmuştur. Derin unutuşunu nihayete erdiren şeyse yıllar yıllar sonra elde testi ile yine bir başına çeşmeye varmasıdır. Zâhirde aynı olan çeşme başına varma eylemlerinin birbirinden farklı neticeler oluşturması, dünyaya duyulan tutkulu şehvetin cismin zayıflaması ile sönümlenmeye başlaması kadar ve hatta ondan daha fazla yalnız başına bir başına kalma ile ilgili olduğu açıktır. Zira insanın yeryüzü serüveni esnasında hikmete dair arayışlarının kapısını oluşturan “ kendilik bilinci” nazarların bir süreliğine içe çevrilmesi ve ona eşlik eden yavaşlamayla mümkündür. Yavaşlamayı vakfe takip eder. Arafat’tan yani bir mekândan bağımsız olan bu vakfenin ana aksı “fe eyne tezhebun”dur. Her ramazan mü’mini böylesi bir vakfeye davet eder. Her ramazan kalplerimize değişmeyen, değişmeyecek kendimize dair bir hakîkati fısıldayarak gelir: Geç kaldın fakat yeterince değil.
Hikâyemize şu sorular eşliğinde dönelim!
şeyhini bu kadar geç mi hatırlardı! Cevap m’âlum. Her dâim hatırlayan unutanların arasına karışamaz. Her dâim hatırlayan kendisine yakîn gelinceye kadar istikâmetini bozamaz, gaflete düşemez… Geç kalmanın adıdır gaflet. İnsanın kendisinden haberi olmamasıdır, içinde bulunduğu halin farkına varamamasıdır, bir nevi asıllara dair unutkanlıktır…
Düşmeye meyillidir insan, hevası vardır, haviyeye yakındır. Bu yüzden düşmemek için sabah ve akşam gizli ve açık samimiyetle bütün azaların rabbe döndürülmesi ve zikrin başlaması gerekmektedir.(2) Ramazan rabbine yönelen nefsin “İrcii” emrini ölmeden duymasıdır. Bu yönüyle başlı başına zikirdir, başlı başına duadır.
Son olarak hepten nasipsizlerden söz edelim. Unutan, unuttuğunun farkında dahi olmayan zavallılardan. Allah’ı unuttukları için Allah tarafından unutulanlardan. “(Onlara şöyle denilecek) “O hâlde, bu gününüze kavuşmayı unutmanıza(nesiitum) karşılık azabı tadın. Biz de sizi unuttuk. Yapmakta olduklarınıza karşılık ebedî azabı tadın.” (Secde 14) Allah’ın kendilerine, kendilerini dahi unutturduklarından. “Allah’ı unutmuşlardır da Allah da onlara kendilerini unutturmuştur.”(Haşr 19)
DİPNOTLAR
*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.