İletişim Çağında Medya Bilinci

07 Mayıs 2025 / Dr. Yahya Macit

İnsan toplumsal bir varlıktır. Yakından uzağa doğru kendisini kuşatan çeşitli toplumsal tabakalar içinde hayatını devam ettirir. Bu durum bireysel ve toplumsal iletişimi zorunlu kılar. Bir anlamda insan haber alarak ya da haberleşerek yaşar. Tarih boyunca en ilkelinden günümüzdeki en karmaşık şekline kadar haberleşme araçlarının mevcudiyeti bunu teyit eder. Hatta haber almanın, haberleşmenin bir ihtiyaç olduğunu, temel bir hak olarak haberleşme özgürlüğünün hukuki bir zemine sahip olduğunu ifade etmemiz gerekir.

Aldığımız haberlerin, bize ve topluma yansıması açısından bir kısmı hayatın akışına dair hiçbir etki bırakmaz. Bir kısmı ise hem bireysel hem de toplumsal hayatı sarsacak niteliktedir. Bu durumda alınan ya da verilen haberin mahiyeti önem arz etmektedir. Kitlelere ulaştığında toplumun nefes kanallarını genişletecek ve toplumsal ferahlamayı sağlayacak haberlerin varlığından söz edebileceğimiz gibi toplumun nefes alma kanallarını daraltacak ve toplumsal gerilimi artıracak haberlerin varlığı da bir vakıadır.

İletişim kanallarının akıl almaz derecede çoğaldığı ve çeşitlendiği bir zamanda yaşıyoruz. İster yerli ister yabancı olsun yedi-yirmi dört usulüyle çalışan haber kanalları hiçbir haberi atlamadan sunum yaparken, sağanak yağmur gibi bireysel dünyamıza yağan ama hem bireysel hem de toplumsal hayatımızı etkileyen sosyal medya mecraları da adeta hükümranlığını ilan etmiş durumdadır.

Hayatta hiçbir şeye bigâne kalmaması gereken bir Müslümanın, yukarıda yapılan değerlendirmeler ışığında, “haber” gibi önemli bir mevzu hakkında takınması gereken tavrın ne olması gerektiği konusunda net ve karalı olmalıdır. Bunu da hayat kitabı Kur’an-ı Kerim’in sağlam referenslarına dayandırmalıdır. Bu konuda ilk akla gelen, önemli bir haber karşısında takınmamız gereken ilkesel duruşu ifade eden Hucurat suresinin 6.  ayetidir.

Yüce Allah (cc) bahsi geçen ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.”

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, Velîd b. Ukbe’yi Benî Mustalik kabilesine zekât memuru olarak göndermişti: Velid, bunlarla arasında önceden var olan bir husumetten dolayı, korkuya kapılmış, yoldan dönmüş, üstelik Hz. Peygamber’e gelerek onların irtidat edip, zekât vermediklerini duyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara öfkelenmiş, savaşmayı bile tasarlamış, aynı zamanda Halid b. Velid’i de durumu incelemek üzere göndermişti. Halid, incelemeleri sonunda Benî Mustalik’in ezan okuyup, namaz kıldıklarını ve zekâtlarını da teslim ettiklerini Hz. Peygamber’e bildirmişti. Bu olay üzerine yukarıdaki ayet indirilmişti.

Rabbimiz bu veciz ayetle, yeni oluşan İslam toplumuna, kendisine ulaşan kritik öneme sahip bir haber karşısında nasıl bir bakış açısına sahip olması gerektiğini öğretmektedir. Evvela haber,  kritik öneme sahip olmalıdır. Zira ayette geçen ve “haber” diye tercüme edilen lafız “nebe’ ” kelimesidir. Bu kelime sıradan haberler için değil, toplumsal yapıda kırılmalara yol açacak derecede ağırlığa sahip önemli haber anlamına gelir. İkinci olarak haberi getirenin karakterine dikkat çekilmiştir. Ayette “fasık” olarak zikredilen haberci aslında bir Müslümandır. Ancak çeşitli insani saiklerle, olmayan şeyleri olmuş gibi aktarmak durumunda kalmış ve istemeyerek de olsa bu davranışıyla zamanın İslam toplumunda neredeyse onulmaz yaralar açabilecek potansiyele sahip bir “haberciliğe” imza atmıştır.

Ayet-i kerime burada haberciye de dikkat çekilmiştir. Çünkü haber haberciden bağımsız değildir. Üçüncü olarak, önemli sonuçlar doğuracak bir haberin derinlemesine araştırılması istenmektedir. Zira böyle bir haber karşısında sergilenecek duygusal tepkiler, hakikatin üzerini perdeleyecek ve ileride tamir edilmesi güç toplumsal fay hatları oluşmasına yol açacaktır.

Haberle yatıp haberle kalktığımız bir çağın tanığıyız. Haberin, hakikati ters yüz eden algı operasyonlarının mühimmatı olarak çok sık kullanıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bu haber ağı içerisinde debelenip durmak yerine, “haber” karşısında takınmamız gereken arı-duru bir bakış açısı geliştirmemiz gerekir. Ancak bunu bizim için hayati öneme sahip Kuran’ın öngördüğü temel ilkeler doğrultusunda da inşa etmek durumundayız.

Kur’an bizlere mevzu bahis ayette, fasık bir kimsenin getirdiği haberi tebbeyyün etme/derinlemesine araştırma vazifesi yüklerken, İslam’la kavga etmeyi bir yaşam tarzı haline getirmiş bir kişinin ya da odağın getirdiği/kurguladığı çözücü, parçalayıcı ve yıkıcı haberleri karşısında nasıl bir tavır bekliyordur sorusunun cevabını vermek gerekir.

Bir fasığın getirdiği haberin,  araştırılmadan işleme konulduğunda, nasıl toparlaması güç yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini asr-ı saadetten rivayet edilen bir örnek olayla ve bu örnek olay üzerine nazil olmuş bir ayetle vurgulamaya çalıştık. Bu tehlikeli durum, her asırda olduğu gibi zamanımızın Müslümanları için de geçerliliğini korumaktadır.

Fasık da olsa bir Müslümanın korku, kumpas, şantaj ve tehdit gibi çeşitli sebeplerle söylenmek zorunda kaldığı hilaf-ı hakikat sözlerin, önce haberleştirilip sonra da başta Müslümanlar olmak üzere diğer insanlar tarafından inanılmasının İslam toplumlarına hangi felaketleri getireceği kestirilemez.

Fasık için bu böyleyse azılı İslam düşmanı kafir ve münafıkların getirdikleri ve yaymak istedikleri haberler için daha duyarlı olmamız gerekir. İslam’ı bir bütün olarak ayakta tutan omurgasından arındırıp, toplum ve bireyin maslahatlarına cevap veremeyecek şekilde pelteleşmiş bir yapıya dönüştürmek isteyen azılı İslam düşmanlarının getirdiği haberlerin başımıza neler açabileceğini daha iyi düşünmemiz gerekir.  Zira günümüzde haber, birileri tarafından İslam’ın değersizleştirilmesi, Müslümanların “şeytanlaştırılması” ve Müslümanlar arası yıkıcı ihtilafın körüklenmesi için kullanılan “değer imha silahına” dönüşmüştür. Bunun karşısında bir medya bilinci oluşturmamız zorunluluktur.

Kanaatimce,  günümüzde kritik bir haber karşısında adalet ilkesinden beslenen iki yönlü bir bakış açısı geliştirmek gerekir. Birincisi,  Müslüman fert veya toplumlardan gelen önemli bir haberin öncelikle doğru olabileceği üzerinde durmak ama yine de iyice araştırılıp değerlendirmeye tabi tutmak gerekir. Küfür veya nifak içerisinde olan fert veya toplumlardan gelen hassas haberlerinse öncelikle yalan olabileceği üzerinde durmak ama yine de araştırılıp eğer doğru ise ona göre değerlendirme yapmak gerekir. Algıların olguları bastırdığı günümüz dünyasında  böyle bir bilince sahip olmamız elzemdir. Zira artık olayı, olduğunun dışında farklı göstermenin ötesinde, olmayanı olmuş gibi göstermek ve kocaman bir organize haber ağıyla haberleştirip kitlelere “içirmek” ,  vakay-i adiyeden olmuştur.