Filistin davası, yalnızca bir coğrafyanın değil; bir ümmetin vicdanının, hafızasının ve direniş ahlâkının sınandığı en derin sahalardan biridir. Bugün Gazze özelinde yaşanan trajediler, bir taraftan insanlığın adalet duygusunu tetiklerken, diğer yandan İslam dünyasının zaaflarını, suskunluklarını ve sorumluluklarını da gözler önüne seriyor. Bu çetin süreçte, fikrî önderlerin, âlimlerin ve akademisyenlerin rehberliği, yalnızca bilgi üretimiyle sınırlı kalmayıp, ümmetin ruh köklerine dönük bir hatırlatma görevi de üstleniyor.
Elinizdeki bu söyleşi, Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara’nın engin ilmî birikimi ve tecrübesiyle şekillenmiş; Filistin davasını sadece siyasal bir mesele değil, aynı zamanda bir iman, eğitim ve medeniyet meselesi olarak ele alan kapsamlı bir düşünce çerçevesi sunmaktadır.
Bu söyleşiyi sadece okumak değil, üzerine düşünmek, paylaşmak ve eyleme dökmek dileğiyle…
Nour Alhila: Sayın hocam, öncelikle hoş geldiniz.
Mehmet Ali Büyükkara: Hoş bulduk Nour Hanım.
Nour Alhila: İlk olarak şunu sormak isterim: "Filistin meselesi / Filistin davası" Müslümanlar için ne ifade eder?
Mehmet Ali Büyükkara: Filistin meselesi çok önemli bir meseledir. Birkaç açıdan önem arz eder. Bunlardan ilki, Filistin ülkesinin İslam âleminin tam merkezinde yer almasıdır. İşgal edilen topraklar, yani Filistin olarak adlandırdığımız coğrafya, Hz. Ömer döneminde fethedilmiştir. Ayrıca orada Mescid-i Aksa gibi çok önemli bir mabedimiz bulunmaktadır. Müslümanlar açısından, ümmetin ilk kıblesi olan bu mekân son derece kıymetlidir. İslam dünyasının kenarlarında, uç bölgelerinde birçok meselemiz ve sorunumuz var. Bunlardan biri de, Doğu Türkistandır ve bu mesele çok üzüntü vericidir. Ancak Filistin İslam aleminin, iki milyarlık coğrafyanın tam merkezinde bir ülke olup, tarihî geçmişiyle beraber işgale uğraması Müslümanların kolay kolay kaldıracakları bir durum değildir. Bu mesele Müslümanlar açısından bir yenilgiyi, bir zulme uğramışlığı bir kandırılmışlığı ifade etmektedir. Bu yönüyle öncelikli ve hayati bir meseledir.
İkinci olarak, orada siyonizmin varlığı söz konusur. Bu sıradan bir işgal değildir. Rabbimiz Tevbe sûresinde: “Lâ yerkubûne fî müminin illan ve lâ zimmeten” buyuruyor. İsrail, Birleşmiş Milletler nezdinde ve Mısır başta olmak üzere etrafındaki ülkelerle yaptığı uluslararası anlaşmalara riayet etmemekte, sürekli ihlallerde bulunmakta, devamlı genişlemek ve üstün konumda kalmak istemektedir. Sürekliliği olan bir sorun; bir yerde bitmiyor. Ne kadar antlaşma yaparsanız yapın, ne kadar onlarla masaya oturursanız oturun, ne kadar Birleşmiş Milletler kararları alırsanız alın, büyük devletlerin ne kadar onayını alırsanız alın, bu sorun bitmiyor. Çünkü siyonizm orada genişlemek ve daha büyük sınırlara, işte o kutsal kitaplarındaki vaatlere ulaşmak istiyor. Bu yüzden bunun yakın zamanda sona ereceği de ön görülememektedir. Bu bakımdan da mesele çok önemlidir.
Üçüncü olarak biz Müslümanlar açısından orada ta başından beri süregelen bir direniş var. Bu direniş başlangıçta daha çok seküler bir zeminde ortaya çıkmış gibi yansıtıldı. Aslında tam olarak öyle değildi fakat öyle yansıtıldı. Daha sonra, özellikle 1970’li ve 1980’lerden sonra, bütünüyle İslamî bir çehreye büründü. O tarihten bu yana büyük fedakârlıklar, kahramanlıklar, Müslüman halklara misal olacak direnişler sergilendi. Bu bakımdan Filistin, tüm Müslümanlar açısından bir laboratuvar bir sınav mekânı olmuştur. Özellikle en son Gazze’de direnişin zirve noktalarına tanıklık ettik.
Nour Alhila: Oraya gittiniz mi?
Mehmet Ali Büyükkara: Hayır, Kudüs’e gidemedim maalesef.
Nour Alhila: Gitmek ister miydiniz?
Mehmet Ali Büyükkara: Tabii ki isterdim. Benim bir mazeretim vardı; siyonizm karşıtı bir gösteride İstanbul’da bir gözaltım olmuştu. Orada belki sıkıntı olur, diye gitmedim. Bizim çocuklar, hanım ve gelin gidecekti, annemi de götüreceklerdi. Biletleri de almıştık. Ancak Aksa Tufanı başladı, uçuşlar durduruldu.
Nour Alhila: Bir hayır vardır.
Mehmet Ali Büyükkara: Evet, hayırlısı. Kalacak yerleri dahi ayarlamıştık, nasip olmadı.
Nour Alhila: İnşaallah fetih olur, gideriz.
Mehmet Ali Büyükkara: İnşaallah.
Nour Alhila: Hocam siz “Dinî Hareketler” dersi veriyorsunuz, bu açıdan Aksa Tufanı’na nasıl bakıyorsunuz?
Mehmet Ali Büyükkara: Aksa Tufanı çok önemli bir olay. Hem Gazze davası hem de Müslümanların umumi yararı açısından bakıyorum bu olaya. Sadece Gazze açısından bakmanın kâfi gelmediğini düşünüyorum.
Bu harekât Gazzelilerin ustaca planladıkları, özenle gizli tuttukları, askeri, taktiksel tüm tedbirleri alarak planladıkları bir operasyondu. Bu bakımdan bir örnek teşkil ediyor. İlk defa Filistinli Müslümanlar başkente bu denli derin girdiler. Devlet dairelerine, gruplar halinde havaalanına sızdılar ve 150’den fazla -yanılmıyorsam- esir alıp başarılı bir şekilde geri döndüler. Bu büyük bir iştir. Savaş halinde askeri bir başarı olarak değerlendirilmeli. Hem dünyayı şaşırtan hem İsrail’i şaşırtan hem kendilerine hem de bizlere, ümmete tabii ki özgüven kazandıran bir harekâttır bu.
Hareketin ilerleyen safhasında şöyle de bir şey de oldu: Bunu hesapladılar mı hesaplamadılar mı tam bilmiyorum ama ben hesapladıkları kanaatindeyim, yani öyle duyumlar aldım. Bu kadar ağır şekilde İsrail’in karşılık vereceğini hesapladılar mı? Hesaplamışlar anladığımız kadarıyla. Yani “Bu kadar ağır karşılık beklemiyorduk” gibi bir açıklama duymadık hiçbir zaman. Aksine büyük bir metanet ve sabır sahneleri gördük ve duyduk. Liderler kendi ailelerini kaybettiler. Fedakârlıklar, sabır örnekleri, kahramanlıklar ortaya kondu. İkinci safhada artık savunma hattında Gazze’nin ayakta kalabilmesi açısından bir tür iç hicret başladı, güneyden kuzeye, kuzeyden güneye doğru. Bu süreçte pek çok acı yaşandı. Burada bir halkın nasıl dininden güç alarak direndiğini, sabır ve sebat gösterdiğini, fedakârlık sergilediğini, Allah’a güvendiğini, tevekkül ettiğini gördük. Aksa Tufanı bu açılardan çok önemlidir.
Üçüncü olarak da diplomasi ve siyaset alanında bir dizi kazanımlar elde edildi. Hamas ilk günlerde şu sebeplerle bu hareketi başlattığını deklare etti; öncelikle Mescid-i Aksa tehlikedeydi. Ciddi bir plan program vardı; bu mekânın İsrailleştirme, burayı Müslümanlardan uzaklaştırma planları vardı. Hamas bunu gördü ve bu projeyi önlemek istediğini söyledi. İkincisi, Gazze’nin işgali yönünde planlar vardı. Hamas istihbarat birimleri bu planları tespit ettiğini ve harekâtla bu planların önünü almış olduklarını açıkladı. Üçüncüsü, Filistin davası dünya gündeminden düşmüştü, bunu tekrar gündeme, dünyanın birinci gündemi haline getirmek istediler. Dördüncüsü özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere bazı Arap devletleri, İbrahim Antlaşması çerçevesinde İsrail’le kuracakları münasebetler ile İsrail’i rahatlatacak adımları atmak üzereydiler. Hamas bu gidişatı durdurmak istedi.
Şu anda aklıma gelen bu dört konu Hamas’ın istediği yönde gerçekleşti. Ayrıca esirlerin kurtarılması da büyük bir kazanımdır. Hapishanelerde önemli isimler vardı. Bir esire karşı iki yüz, üç yüz insanın ateşkesten sonra İsrail hapishanelerinden takas yoluyla kurtarılması da Hamas için zafer sayılabilir.
Başka ne oldu? Hamas’ın belki hiç beklemediği tarzda, dünya üzerinde gayrımüslimler arasında, başta Amerika olmak üzere, insanlar arasında bir Filistin bilinci, farkındalığı yükseldi. İsrail’in gerçek yüzü dünyaca görüldü. Bu Hamas’ın bu derece beklediği bir şey değildi. İlk demeçlerinde bu hususa rastlamıyoruz. Bu Allah’ın bir lütfu oldu âdeta. Bazı yerlerde, sokaklarda, gayrımüslimler arasında İslam ülkelerindeki duyarlılıktan, hissiyattan daha yüksek bir tarzda duygusal bir reaksiyonla Filistin’e destek verildi. İnsanlar bu noktada mevzuya kulaklarını daha kuvvetlice verdiler, insanlar gözlerini Filistin’e daha keskin çevirdiler.
Gazze Direnişi, Küresel Tepki ve İslam Dünyasının Sessizliği
Nour Alhila: Bunun sebebi ne olabilir?
Mehmet Ali Büyükkara: Bunun sebebi insanoğlunun fıtratındaki hak ve adalet duygusudur. İnsanlar orada gördükleri acıyı fark ediyorlar. Fıtrat buna müsaade etmiyor, yoksa kimsenin bundan bir çıkarı yok. Birçok insan Amerika’da okullarından atıldı sırf Gazze’ye destek verdikleri için. Bunun devamı olarak ileriki safhalarda bu duruşun daha fazla bereketini göreceğiz gibi geliyor bana. Bilinç yükselmesi böyle bir neticeyi ortaya çıkardı.
Yine bir başka hayırlı gelişme, -panelimizde de söyledim- Suriye’nin bir domino taşı etkisiyle, doğrudan olmasa da dolaylı olarak kurtuluşu. Ne oldu? İran’ın darbe alması nedeniyle Suriye’deki kuvvetlerinin zayıflaması ve böylece Suriye’deki devrimcilerin Şam’ı fethetmesi kolaylaştı. Bu da oldukça önemli bir gelişme. Ben sosyal medyada hep şu ifadeyi kullandım -hatta bazı arkadaşlar “Bunu böyle demesen iyiydi” dediler ama yine de söyledim: “Gazze ne kadar önemliyse Suriye meselemiz de o kadar önemlidir” dedim. Çünkü Müslüman ümmetin Gazze için yapabilecekleri çok kısıtlı özellikle yakın vadede. Hiçbir şey yapamıyoruz. Türkiye’de yaşıyoruz ve burada dahi gördük ki, bu ülke İsrail’le ticareti bile bir noktada durduramadı.
Ama orta ve uzun vadede Filistin’in kilidi Şam’dır. Şam’ın bir defa özgürleşmesi lazım, dedik. Şam fethi, Kasım 2024 öncesinde bir senelik bir zaman zarfında vuku buldu. Şu an Kudüs’e sadece iki yüz kilometre uzaklıkta bir başkentimiz (Şam) var. Esasen İsrail işbirlikçisi olan ama dışarıda asla böyle görüntü vermeyen, İsrail’le beraber her zaman hareket eden, İsrail’in “alıştığı bir düşman” olan Esed rejimi düştü. Bu da kısa vadede olmasa bile orta vadede, Filistin’in kurtuluşu açısından çok önemli bir gelişmedir. Filistin’in kapısı açılmış oldu. Ben bunu çok önemsiyorum.
Aksa Tufanı hakkında söyleyeceğim bunlardır. Özetleyecek olursak, bir, kendi planladıkları hedefler Allah’ın izniyle gerçekleşti. Diğeri ise kendilerinin belki planlamadığı şekilde Allah’ın bir lütfu olarak dünyadaki bilincin yükselmesi ve Suriye’deki durumun iyileşmesi bu işin başka bereketi. Tabii ki bunlar çok büyük bedeller ödenerek ortaya çıktı. 50,000 civarında insan -ki bunların %90’ı sivildir; çocuklar ve kadınlar buna dahildir- katledildi. Bu çok büyük bir katliamdır ve soykırım boyutundadır. Ama ne yazık ki dünya bu duruma yeterli tepki veremedi.
Nour Alhila: Aynı noktaya dönüyoruz. Dünyadaki bilinç yükselmesi ile ilgili. Onlar çalıştılar, daha fazla eylem yaptılar. Müslüman akademik sahası neden bu kadar güçlü değildi?
Mehmet Ali Büyükkara: İslam alemindekiler mi?
Nour Alhila: Evet.
Mehmet Ali Büyükkara: Bunun nedeni İslam dünyasında özellikle Arap aleminde, Arap Baharı sonrası eski diktatörlük rejimlerinin geri gelmiş olmasıdır. Yani Arap Baharı bir kurtuluş vesilesi olamadı. Arap Baharı’nın etki etmediği Körfez ülkeleri gibi yerlerde ise yönetimler İslami hareketlere karşı daha da katılaştı. Filistin duyarlılığı hususunda da bu işin arkasında İhvan-ı Müslimin’in olması onlar için bir problem teşkil etti. Arap Baharı sürecinde de bir nevi onların suçlu ilan edilmesi, bazı Arap ülkelerini Filistin davasına duyarsız hale getirdi. Yani bir korku var sanki, Hamas başarısız olsun istiyorlar. Tabii bu devletlerin, hükümetlerin korkusu, endişesi; halkın değil. Ancak bu tavırları halkın özgürce sokağa çıkmasına, davayı özgürce desteklemesine mani oldu. Bu anlaşılabilir, doğal bir şey. İnsanlar meydanlarda toplanamadı, bazı ülkelerde tweet bile atamadılar. Sosyal medyada bile bu meseleler suç addedildi.
Arap dünyası dışındaki ülkelerde bu durum biraz daha rahat olsa da yine yeteri kadar destekçi bulamadı. Neden böyle oldu diye düşününce, belki şundan kaynaklanıyor: Bu neredeyse seksen yıllık bir dava. 1940’lardan itibaren süregelen hatta daha evveline uzanan bir süreç -İngilizlerle, 1940’dan başlatsak 85 sene- olmuş. Bu süreçte devamlı Filistin gündemde oldu. İnsanlar sanki buna alıştı, belki bazıları için usanç durumu mu oldu, bilmiyorum. Daha önce birinci ve ikinci intifadalar oldu ama çok bir netice elde edilemedi. Üçüncüsünde de bir sonuç çıkmayacak mı acaba diye düşünüyor, olabilirler.
Karşılarında ise Batılı güçlerin ve Amerika’nın desteklediği güçlü bir İsrail var. Bu yüzden “yine olan Müslüman halka olacak” düşüncesi hakim. “Keşke bu hareket hiç başlamasaydı” diyenler bile oldu. Oysa bu iyi bir bakış değil, aksine kötü neticeler doğuracak, daha büyük mağduriyetler doğurur. Bir nevi sanki Don Kişot vari bir biçimde büyük güçlere karşı savaşmanın imkânsızlığı gibi menfi bir duygu oluştu bazı kesimlerde. Bir kesimde ise Filistin davasının sürekli gündemde olmasıyla alakalı belki bir bıkkınlık oluştu. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Türkiye için konuşacak olursak, çok büyük yardımlar yapıldı, sokak gösterileri düzenlendi, bunun dışında “daha ne yapabiliriz” sorusunun cevabı pek verilemedi. Ben 57 yaşındayım, kendimi bildim bileli eylemlerin içinde oldum, bir bıkkınlık olabilir. Bu bizler açısından hiç iyi bir şey değil.
Batı’da ise Gazze’de olup bitenler yeni bir görüntüydü, bu kadarı bilinmiyordu. Dünyanın gözlerinin önünde özellikle sosyal medya ve internet imkânları yakın geçmişte bu kadar iyi değildi.1980’lerde, 1990’larda böyle imkânlar yoktu. Olaylar artık Hollywood filmlerinden farklı birebir gerçek ve canlı olarak Batılı sıradan halkın gözü önüne geldi. Biraz adalet duygusu olan, insanlık duygusu olan insanlara ağır geldi. Ayrıca bu kırımı destekleyen kendi hükümetlerini de anlayamadılar, “Neden böyle yapıyor devletimiz?” sorusunu sordular. Burada güçlü bir anti-emperyalizm tepki de oluştu.
Bugün artık dünyanın egemenleri kendi halklarını da ezmeye başladılar. Kendi insanlarını fakir ve işsiz bırakıyor, dışlıyorlar; zengin daha zengin yoksul daha yoksul hale geliyor. Bu durum sadece İslam ülkelerinde değil artık Batı’da da görülen şeyler. Bu şartlar altında Filistin meselesi, bu haksızlığa karşı kendi hükümetlerine tepki olarak ortaya döküldü. Filistin’e destek aynı zamanda Almanya’ya, Amerika’ya, Biden yönetimine karşı bir duruş olarak da göründü. İnsanlar bu adaletsizliğin arkasında dünya üzerindeki siyonist sermaye baronlarının, büyük bankaların ve şirketlerin olduğunu fark etti. Bu yapılar hem dünyayı kirletiyor hem yaşanmaz hale getiriyor hem de İsrail’i de destekliyorlar. O halde bizim İsrail karşısında, İsrail’in düşman bellediği, ezmeye çalıştığı Filistinlilerin, Müslümanların yanında olmamız lazım, diye bir toplumsal duygu ve bilinç ortaya çıktı. Ne yazık ki bu türden bir duygu ve bilinç İslam âleminde yeterince mevcut değil.
Bir Akademisyenin Sorumluluğu ve Gelecek Neslin Yetişmesi
Nour Alhila: Bir akademisyen olarak Filistin meselesi için elimizden ne gelir?
Mehmet Ali Büyükkara: Akademisyen olarak elimizden gelen, her şeyden önce bu konu etrafında akademik çalışmalar yapmaktır. Mesela “İsrail bu toprakları nasıl bu kadar kolay yutabiliyor, bunu yaparken geliştirdiği ilişkiler nedir?” bunu anlamaya çalışmak; “yayılma stratejisi nasıl işliyor, siyonistlerin bölgeye ilk gelişleri nasıl oldu?” gibi konular üzerinde durmak gerekir. Bunların hepsi akademik çalışma konularıdır.
Yine siyaset bilimi açısından bakıldığında, siyonistler ne tür manipülasyonlar yaptılar? Askerî ve istihbarat alanlarında kendilerini nasıl geliştirdiler? İlahiyat açısından yapılacak akademik çalışmalar da var. Mesela Kudüs bilincini vermek gerekir. O topraklar nihayetinde Bilâdü’ş-Şam’ın bir parçası. Peki Bilâdü’ş-Şam niye önemlidir? Oradan hangi alimler çıkmıştır, geçmişte mazide ve yakın zamanda neler yaşanmıştır? İhvan-ı Müslimin orada nasıl örgütlenmiştir, İslamî çalışmaları nasıl başlatmış, daha sonra seküler kesimlere galebe çalıp nasıl bu davanın sözcüsü haline gelmiş, halkın sevgisini ve güvenini kazanmıştır? Bunların hepsi ilahiyat sahasının akademik konularıdır.
Aynı şekilde Kudüs tarihi araştırmaları da hakeza bizim konularımız dahilindedir. Bu çalışmalar sonucunda elde edilen cevaplar, ulaşılan sonuçlar üzerinden kitaplar, makaleler, tezler yazılır, projeler yapılır. Filistin üzerine yapılan projeleri destekleyen resmî ve sivil kuruluşlarımız var. Osmanlı’dan İsrail’e geçiş süreci incelenir, haritalar, coğrafya vs. çalışılır. İkinci olarak, akademisyenler daha net ve metodik düşünen insanlardır. Akademi bir kahve mekânı değildir. Hâliyle halkın ve yöneticilerin sözünü dinleyeceği insanların bir kısmını biz akademisyenler oluşturuyoruz. Bu gücümüzü sadece akademik dergilerle sınırlamadan popüler tarzda yazılar yazarak, konuşmalar yaparak, programlar tertip ederek, televizyona çıkarak, video içerikleri üreterek, öğrencilerle eğitim halkaları oluşturarak kullanabiliriz.
Nour Alhila: Sizce bir akademisyen yani -Müslüman akademisyen diyelim, çünkü akademisyen deyince hem Müslüman hem gayrimüslim akademisyen aklımıza geliyor- üzerine düşeni yaptı mı, özellikle bu 15 ay içinde?
Mehmet Ali Büyükkara: Tam yapamadı. Her konuda olduğu gibi bunda da yapamadık. Biz de dört dörtlük insanlar değiliz maalesef.
Nour Alhila: Genel olarak?
Mehmet Ali Büyükkara: Genel olarak, sadece Filistin'e değil -ki çok sıkıntılar çeken başka yerler de var İslam âleminde- onlara da yeterince duyarlı değiliz. Ancak Gazze’de yaşananlar az önce de bahsettiğim gibi kabuk bağlamış kalpleri yumuşattı. Eskiden sesi çıkmayan akademisyenler bile artık konuşmaya başladı. Mesela eskiden diyelim on akademisyenden ikisi konuşuyorsa şimdi beş tanesi konuşuyor. Bu neden kaynaklandı? Batı toplumlarını harekete geçiren o hissiyat, bizi de bir ölçü de harekete geçirdi. Bu da bu sürecin tabii ki yine bereketlerinden bir tanesidir.
Nour Alhila: Hocam, bu nesli Filistin davası başta olmak üzere ümmetin meselelerine sahip çıkması için fikrî ve ilmî açıdan nasıl yetiştirmeliyiz,?
Mehmet Ali Büyükkara: Öncelikle çalışkan olmalıyız. Çocuklarımıza Müslümanlığı, İslam'ı öğretiyoruz, fakat bunun dışında günümüzde Müslümanların lehine veya aleyhine neler olup bitiyor, bunu sağlıklı bir şekilde öğretemiyoruz. İslam tarihindeki âlimleri öğretiyoruz; mezhebimizi, mezhep alimlerini anlatıyoruz. Ama günümüzde neler olup bittiğine dair bir eğitim imkânımız neredeyse yok. Mesela bizim ilahiyat fakültesinde “Çağdaş İslamî Akımlar” adında seçmeli bir ders var. Bu seçmeli ders olmasa, sözgelimi Hamas kimdir, İhvan-ı Müslimin nedir, İhvan-ı Müslimin hangi düşünceyi temsil eder, yani bu teşkilatlar ne yapmak istiyor, nasıl bir eğitim sistemleri var vs.? Bunları anlatamıyoruz. Oysa neredeyse her derste -tasavvufta, kelamda, tefsirde- öğrenci dönüp dolaşıp Gazzâlî, İbn Teymiyye, Fârâbî, İbn Sînâ’yı okutuyoruz. Elbette bunlar öğrenilsin/öğretilsin, ben buna bir şey demiyorum ama günümüzle alakalı İslam alemi açısından olup bitenler konusunda orta öğretimi veya imam hatip okullarını falan bırakın, yüksek öğretimde dahi bir şey veremiyoruz. Bu öğrenciler mezun olacak; imam, öğretmen olacak, Kur’an kursu hocası, müftü olacak ama bu gelişmelerden habersiz kalacak! Böyle bir şey olabilir mi? Dolayısıyla eğitim-öğretim müfredatımızı düzenlememiz lazım. İlkokuldan itibaren bu bilinç kazandırılmalı. Öğrenci sekiz yaşında Doğu Türkistan’da, Filistin’de, Arakan’da ve başka yerlerde neler yaşandığını bilmelidir. Bu çok önemli.
Ayrıca dinî mekânlarda da vaizlerin, imamların bu konuları dile getirmesi, halkın bu meselelerle yüzleşmesini sağlaması gerekir. Gazetecilerimizin medyada bu meseleleri işlemesi lazım. Ancak bu da dikkatli yapılmalı. Devamlı pohpohlayarak veya tersine bir bıkkınlık yaratacak şekilde değil, dengeli bir şekilde anlatılmalıdır. Her gün Filistin haberlerine maruz kalan insanlarda zamanla duyarsızlık oluşabilir. Çünkü yaşananlara karşı bir şey yapamıyor, bir şey yapamadığı için de her defasında bu acılarla yüz yüze gelmeleri bu sefer de psikolojik bir soğukluk ve bıkkınlık doğurabiliyor.
Politikacılarımızın bu hususta dengeli bir şekilde siyaset üretmeleri, bunları halkla paylaşmaları lazım. Gazze sadece Filistinlilerin ya da Arapların meselesidir, diyemeyiz. Dün bir harita dolaşıyordu medyada: İsrail, Suriye’yi üçe bölmek istiyor -bir Alevi devleti, bir Sünnî devleti, bir de Dürzi ve Kürt devleti. Baktım haritaya, batıda Batı Şeria’dan başlayarak sözde kurulacak Dürzi ve Kürt devleti üzerinden İsrail doğrudan Türkiye’ye komşu oluyor. Böyle bir muhayyel koridor açılmış haritada. Bu işler doğrudan bizi ilgilendiriyor. Yani Türkiye’yi, Türkleri ilgilendiriyor, Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiriyor. Filistin uzak bir diyar değil. Tarihî bağlarını, Osmanlı geçmişini söz etmesek bile, bu mesele ülkemizin güvenliği için çok önemlidir. Dinî değerleri kuvvetli olsun olmasın, bütün Türk vatandaşlarının bu konuda aynı safta olması beklenir.
Maalesef Türkiye’deki milliyetçilik, bazen Arap düşmanlığı şeklinde tezahür edebiliyor. Bu durum biraz da Suriye muhaceretinden kaynaklandı. Bu tavır Gazze’yi bazı kesimlerin yalnız bırakmasına neden oldu. Maalesef bu tür milliyetçilikler ve ırkçılıklar, Gazze ve Filistin meselesinde tam bir toplumsal mutabakat oluşmasını engelledi. Hamas’a, Filistin’e, Gazze’ye sahip çıkmak, terörizme destek vermek gibi gösterildi. Bu çok da başarılı oldu diyemeyiz fakat yine de Türk halkı içinde belli bir kesimi etkiledi. Bu bakışların ortadan kalkması gerekiyor. Siyasetin de bu konuda tedbir alması gerekir. Basında ve medyada yalan haber yayanları, kışkırtıcıları, Arap düşmanlığı ya da İslamofobik tutum sergileyenleri etkisiz hale getirmesi gerekir. Ama bu nasıl yapılacak doğrusu ben de bilmiyorum.
Siyonist Medya ve Eğitim Modeli Üzerine
Nour Alhila: Hocam, siyonistler Türkçe twitter hesabı açtılar, sizce neden açtılar?
Mehmet Ali Büyükkara: Bu, Suriyeliler üzerinden oluşan Arap düşmanlığını istismar etme çabasıdır. Suriye’de son günlerde yaşanan bazı olayları bahane ediyorlar. Aynı zamanda Suriye’de Alevilere İsraillilerin sahip çıkması da dikkat çeki. Bu medya yapılanmalarıyla tüm bu gelişmeleri kullanarak bir İsrail sempatisi yaratmak istiyorlar. Sünniler arasında çok başarılı değiller, ama Türkiye‘de Sünni olmayan %10’luk belki %15’i bulmayan bir kesim var. Bu insanların desteğini kazanmak siyonistler için başlı başına büyük bir başarıdır. Yani bu kutuplaşma üzerinden bu azınlık kesimin de desteğini alıyorlar. Bunun üzerine bir de Sünni olup da ırkçı olanları, ırkçı olup Arap düşmanı olanları ekleyin, bakın ne olacak? İsrail buradan kazanacak. Ne kadar sempatizan toplarsa ne kadar kendine yandaş toplarsa, o kadar iyidir. Bunu daha önce de yapıyordular değişik mecralarda, ama şimdi daha düzenli, sistemli yapıyorlar anladığım kadarıyla. Bu önemli bir gelişmedir. Türkiye'nin de bu konuda tedbirlerini alması lazım, sosyal medyanın istismarına meydan vermemesi lazım.
Nour Alhila: Hocam, bu kelimeyi kullanmak istemiyorum ama -çünkü bu davaya çalışan genç kalır diye inanıyorum- gençliğinizde ümmet meselelerine sahip çıkmak veya bu yolda mücadele etmek adına neler yaşadınız, nasıl yetiştirdiniz kendinizi?
Mehmet Ali Büyükkara: Ben, ailem ve çevrem açısından elhamdülillah bu bakımdan bazı imkânlara sahiptim. Etrafımda iyi insanlar, duyarlı kişiler ve bu davaya gönül vermiş cemaatler vardı. Böyle bir çevrede büyüyünce, böyle hocalarla, böyle arkadaşlarla beraber olunca haliyle Cenâb-ı Hak daha istikametli bir yol, daha duyarlı bir çizgi nasip ediyor. Gençlerin tek başına sadece, sosyal medyadan birilerini takip etmek, alkışlamak, beğeni koymak, paylaşımlar yapmakla bu olmuyor. Mahallelerde, okullarda halkalar, birliktelikler vs. olması lazım. İnsanlar bir araya gelip ne yapacak? Her zaman, hayat boyu beraber olacaklar. Ramazan olacak, beraber iftar edecekler; bayram olacak, beraber sevinecekler ve toplandıklarında da ümmetin meselelerini, Filistin’i, Gazze’yi ve diğerlerini konuşacaklar. Böyle ortamlar olduğu müddetçe bereketleniyor.
1980’lerde, 1990’larda, bizim gençliğimizde bu faaliyetler daha fazlaydı. Şimdi gençler daha bireysel, sadece internet üzerinden, sanal cemaatler içinde böyle kendilerini eğlendiriyorlar, veyahut bilinçlendiklerini sanıyorlar. Bu da kıymetli ama yetmez tabii ki. Hiç olmamasından iyi ama böyle fiziki birlikteliklerin de olması lazım. Örgütlenmeler, teşkilatlanmalar, dernekleşmeler, vakıflaşmalar olmalı. Yani buradaki birlikteliklerin, sanal alem birlikteliğinin fiziki boyuta taşınması lazım. İleride Allah ne gösterir göstermez bilemeyiz ama, bir toplanma çağrısı yapıldığında bu fiziki yapıların çok daha hızlı bir şekilde cevap vereceğini ben düşünüyorum ve eğitim de orada daha sağlıklı oluyor, görerek, bilerek, kol kola, el ele, yan yana. Biz elhamdülillah böyle ortamlarda yetiştiğimiz için bu bilincimiz daha yüksek. Gençleri de o bireyselliklerinden kurtarıp buna katmak, cemai bir hale getirmek lazım. Türkiye’deki sorun bu. Arap aleminde de benzer durumlar var şüphesiz.
Nour Alhila: Bunu gerçekleştirebilmek için ne yapmalıyız?
Mehmet Ali Büyükkara: Bunu gerçekleştirmek için gençlerle çalışmalar yürütmeliyiz. Yetenekli, kabiliyetli, etrafını sürükleyecek gençleri bulup ortaya çıkartmalıyız. Hem kadınlardan hem erkeklerden liderliklik vasfına sahip gençleri eğitip, fiziki teşkilatlara, birlikteliklere, platformlara yönlendirecek bir aktivizmin olması gerekir. Bu da yaygın bir davet çalışmasıyla mümkündür. Tıpkı Gazze’de son 50-60 yıldır yapıldığı gibi. Bu yaklaşım en azından örnek alınması gereken bir eğitim stratejisi olabilir. Bu Müslümanlar nasıl bu hâlde, bu fedakârlık nereden geliyor, bu öğrenilmiş bir şey mi? Bunu kitaplardan mı okudular? Hayır. Bu kitaplardan öğrenilen bir şey değil. Bizzat yaşanarak, birlikte geçirilmiş tecrübelerle öğrenilen bir şey. Türkiye’de ise bu bilinç zayıfladı. Özellikle dindar insanların hükümette yer alması Müslümanları gevşetti. Eski cemaat bilinci, dayanışma ruhu kayboldu. Herkes kendi kafasına göre bir yol tuttu gidiyor. Nasıl olsa idarecilerimiz biliyor deyip işleri onlara bırakıyorlar. Eski zor koşullar da yok, herkes rahat para kazanabiliyor. Daha fazla imkân, daha iyi okullar var. Yurtdışı fırsatları da öyle. Bunlar bizim zamanımızda yoktu. Böyle olunca ne oluyor? İnsan bu rahatlıkla gevşiyor, rahatlıyor. Böyle olmaması lazım. Bu noktada Gazzeliler bunu nasıl başardı, Filistinliler bu ruhu nasıl koruyor? Yahya Sinvar gibi liderler nasıl yetişti? Cezaevinde on yıllardır kalan insanlar, nasıl aynı ruhla o hapishaneden çıkıyorlar? Bir tükenmişlik yok. Aileler şehit verirken nasıl tükenmiyor, daha da dirileşiyorlar. İşte bunları konuşmak, bu tecrübeleri yaygınlaştırmak lazım.
Gençler, Sosyal Medya ve Direniş Ahlâkı
Nour Alhila: Ben birkaç program yaptım, direniş meselesi, nasıl yetiştiler …
Mehmet Ali Büyükkara: Bu önemli bizim için, çok önemli.
Nour Alhila: Birkaç yerde bunu anlattım. Mesela bir gün Gazze'de nasıl başlıyor, anneler çocuklarını nasıl yetiştiriyor, bu gördüğümüz gençler nasıl yetiştiler? Ama sonra bir öğrenci geliyor, “Ben de onlar gibi olmak istiyorum, ne yapmalıyım?”
Bu soruya nasıl cevap verebiliriz?
Mehmet Ali Büyükkara: İşte bu örnekleri anlatırız.
Nour Alhila: Sadece anlatmak mı?
Mehmet Ali Büyükkara: Keşke imkân olsa da bu gençleri o mümtaz örneklerle bir araya getirebilsek. Evet, artık dünya eskisi gibi değil. Mesela bizim zamanımızda, 20'li, 30'lu yaşlarımızda Suriye’ye, İran’a, Irak’a gitmek kolay değildi. Şimdi dünya küçüldü. Ulaşım daha kolay, belki daha ucuz. Suriye hür bir hâle geldi. Suriye'de Filistinlilerle Türklerin bir araya geldiği ortak platformlar oluşturulabilir. Böyle programların tertip edilmesi lazım. İnsanların bir araya gelmesi şart. Artık dil problemi pek yok. Mesela biz İmam Hatip’te okuduk, sonra ilahiyatta, dolayısıyla klasik Arapçayı, Kur’an Arapçasını çok iyi anlarız. Ama şahsım adına söyleyeyim, eski klasik kitapları okuruz ama medya Arapçası veya pratik Arapça eksiktir bizim nesilde. Şimdiki gençlerde ise bu eksiklik daha az. Dizi izliyorlar, film seyrediyorlar, daha rahat iletişim kurabiliyorlar -İngilizce, Arapça, Farsça… Bu yeni nesil için büyük bir imkân.
Ayrıca Suriye'li misafir dostlarımız uzun yıllardır buradalar, sizler buradasınız, Sudanlılar var, Yemenliler var. Çok güzel bir imkân. Bizim zamanımızda mevcut olmayan çok büyük bir zenginlik, çok büyük bir nimet. Maalesef bunu iyi değerlendiremiyoruz. Hatta siz, diasporadaki Araplar bile kendi aranızda bir araya gelmekte zorlanıyorsunuz; duyduğum, gördüğüm kadarıyla Yemenliler, Mısırlılar vs. herkes kendi dairesi içinde kalıyor. Biz ise hiç sirayet edemiyoruz. Bunun böyle olmaması lazım. Birlikteliklerin arttırılması, tecrübelerin aktarılması, güzelliklerin paylaşılması, karşılıklı öğrenilmesi gerekiyor. Eğer sıkıntılarımız varsa da nehy-i an’il-münker gibi bir kifâî farz yoluyla onların izale edilmesi gerekiyor. Önyargıların giderilmesi ancak bir araya gelerek giderilebilir. Bu platformları fazlalaştırmak bunu kolaylaştırır. Biz bu imkândan on senedir Türkiye’de yeterince yararlanamadık. Oysa Arap Müslümanlar burada büyükçe bir nüfusa sahip.
Nour Alhila: Siz aktif olarak sosyal medyayı kullanıyorsunuz. Peki ben bu davaya destek vermek ve canlı tutmak için sosyal medyayı nasıl kullanabilirim?
Mehmet Ali Büyükkara: Sosyal medyada yapılacak şey belli. Elbette önemsiz demiyorum ama tek başına yetmez tabii ki. Fakat insanlara olayları doğru bir şekilde anlatmak için uygun bir araç. Çünkü sosyal medya aynı zamanda yalanın da çok hızlı yayıldığı bir mecra. Bu sebeple, bir taraftan siz doğruları yazacaksınız, bir taraftan da yalanların önüne geçeceksiniz, yani çarpıtmaları tashih edeceksiniz. İşte diyelim ki Filistin/Gazze üzerinde bazı çarpıtmalar var, bunların doğrusunu ortaya koymak bir görev olabilir.
Tercümeler yoluyla, Türk okuyucusunun bilmediği bazı konular kısa kısa mesajlarla aktarılabilir. Çünkü artık insanlar uzun yazıları okumakta zorlanıyor, sıkılıyorlar. Onlara kısa, çarpıcı cümlelerle mesajlar vermek, bilmeleri gereken meseleleri sade bir dille anlatmak, sosyal medyada yapılabilecek çok faydalı bir faaliyet olur.
Nour Alhila: Hocam, gençler konusunda mukassir kim, onlar mı, yetiştirenler mi?
Mehmet Ali Büyükkara: Tabii ki yetiştirenler baş mesuldür ama insanoğlu mükellef olduktan sonra kendinden sorumludur. Gençlerimiz maalesef iyi durumda değiller. Ben Türkiye için konuşuyorum. Nesil farklı, işte “X kuşağı” diyorlar, “Z kuşağı” diyorlar. Artık bir noktada biz birbirimizi dahi anlamakta zorlanıyoruz. Yani mukassir her iki taraftır. Ben sadece bir tarafı kabahatli bulmuyorum, çünkü insan akil-bâliğ olduktan sonra kafasını çalıştırmak zorunda, artık büyükler tarafından yönlendirilecek bir şahıs değildir o. Kendi sevap ve günahlarıyla mükellef bir gençtir.
Dünyada, özellikle gayrimüslimler arasında gençler çok güzel işler yapıyorlar. Bizim gençlerimizden de biz bunu bekliyoruz. Kusurun bir kısmı tabii ki bizde, yani bu imkânları onların önlerine koymamak, onları biraz önce bahsettiğimiz örneklerle tanıştırmamak bizim kusurumuzdur. Ama gençler de tümüyle bundan azade değildir. Bu noktada kendi ayaklarını denk almaları, dünyanın heva ve hevesine kendilerini kaptırmamaları lazım.
Nour Alhila: Onlar şöyle diyorlar; “Siz Gazze'de bu zorlukları yaşadığınız için böyle yetiştiniz.”
Mehmet Ali Büyükkara: Evet, “Biz o şartlarda değiliz” diyorlar! Tabii bunda bir doğruluk payı var. Cenâb-ı Peygamber'in (s.a.s) ashabı arasında da Mekke'de yetişenlerle Medine'de yeni Müslümanlar olanlar bir değildi. Bedir ashabıyla, Mekke'nin fethinden sonra İslam’a girenler bir değildi. Aralarındaki farkı kendileri de biliyordu, biliyorsun. Dolayısıyla bu fark tabii ki olacak, o fark olmadan olmaz. Zorluklar insanları daha iyi yetiştirir. Diğer taraftan ise refah, bolluk, rahatlık insanı gevşetir. Hem dinî anlamda gevşetir hem de dünyevi anlamda tembelliğe sevk eder. Tabii burada bir dengenin sağlanması lazım. Bu sıkıntılar bugün sizdedir, yarın bizdedir. Buna hazırlıklı olmak lazım. Bunlar başımıza gelmeyecek şeyler değil. Gençlerin bu bilinçle donanması lazım, bugün Gazze’de yarın bizde. Her zaman bu sınavlara hazır olmalıyız
Nour Alhila: Bazı ülkelerde zorluklar oldu ama mesela onlar Gazzeliler gibi olmadılar!
Mehmet Ali Büyükkara: Az önce dediğim gibi, Gazzeliler bir teşkilat terbiyesiyle yetiştiler. O Şeyh Ahmed Yasin’lerin ve ondan evvelkilerin başlattıkları o bereketli hareket, düzenli ve sistematik olarak devam etti. Bunun düzenli, sistematik gitmesi de oradaki koşullarla alakalıdır. Mesela aynı hareket Mısır’da o kadar etkili olamadı. Sudan’da da aynı şekilde. Çünkü koşullar farklıydı. Bu anlamda bir yönüyle nimet ama diğer yönüyle de büyük bir külfettir. Ümmet için büyük bedeller ödeniyor. Olup bitenler ruhumuz yakıyor, içimizi kanatıyor.
Gazze’den Han Yunus’a İmtihan Bilinci
Nour Alhila: Yeni bir yazı okudum Han Yunus ile ilgili. Han Yunus’u biliyorsunuz. Ben Han Yunus’luyum. Yazarın amacı oradan neden bu kadar lider çıktığını göstermekti herhalde. Ben de birkaç hocayla görüştüm ve dedim ki “Ben isnadın silsilesini öğrenmek istiyorum, neden bu kadar Yahya Sinvar, Muhammed ed-Dayf, Abdülaziz Rantisi, Kassam Tugayları'nın ilk lideri hep oradan çıktı?”
Mehmet Ali Büyükkara: Evet, niye Kudüs ve çevresinden değil de, özellikle Han Yunus’tan bu kadar lider çıktı? Bunun sosyolojik bir arka planı mutlaka vardır.
Nour Alhila: Orada dini hep canlı tutmaya çalıştılar, özellikle Han Yunus'ta. Hocam son sorum şu, vaktinizi daha fazla almak istemiyorum. Biz şu anda bir imtihan içinde yaşıyoruz, bu imtihanı/bu sınavı nasıl başarırız?
Mehmet Ali Büyükkara: Bu Cenâb-ı Allah'ın bir imtihanıdır. Cenab-ı Allah, dilediğine fazla, dilediğine az verir; dilediğine kısar, dilediğine bol verir. Ve yine buyurur, “Tilke’l-eyyâmu nudâviluhâ beyne’n-nâs” (Âl-i İmran, 3/140) –“İyi günler / kötü günler insanlar arasında sürekli deverân eder.” Bu dünyanın kuralıdır. Müslümanlar bazen zenginlikle bazen fakirlikle, bazen hastalıkla, bazen sağlıkla, bazen savaşla ve barışla imtihan olurlar. Herkes kendi bulunduğu durumda o imtihanı geçmekle mükelleftir.
Öncelikle bu gerçeği bizim bilmemiz sonra da insanlara anlatmamız gerekir. Ne durumda olursak olalım bir imtihan içindeyiz. Zenginsen yapacağın şey bellidir, fakirsen de. Savaşta ne yapacağın bellidir, barışta ne yapacağın da. Kur’an-ı Kerim ve sünnet bunların her birine dair değişik örneklerle doludur. Siyer-i Nebi, Asr-ı Saadet, Peygamberimizin ve sahabe efendilerimizin yaşadıkları önümüzde açık birer örnektir. Biz bulunduğumuz hâlin gereğini yapmakla mükellefiz. Gördük ki Gazzeliler bunu yaptılar, hakkıyla başardılar. Bu noktada ümmet için güzel bir numune, örnek oluştu. Aynı durum bütünüyle İslam aleminde tekrarlanmayabilir. Burası olur, Gazze kurtulur; Gazze kurtulur, başka yerde olur. Her hâlde ne yapmamız gerektiğinin bilincinde olmak gerekiyor. Fazla söze gerek yok, ne yapacağımız belli. Allah ve Resulü, ondan sonraki selef-i sâlihin bize bunu öğretti. Bunun örneklerini takip etmek, imtihanı kazanmanın yoludur.
Nour Alhila: Son söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Mehmet Ali Büyükkara: Yok, sağ olasınız.
Nour Alhila: Teşekkür ederim, Allah razı olsun.
Mehmet Ali Büyükkara: Allah cümlemizi selamete çıkarsın.