Vasfi Aşur Ebu Zeyd: Alimlerin Aksa Tufanı’na Karşı Sorumlulukları

  • Paylaş:
  • Tarih: 04 Ocak 2025     Y: İslam Düşüncesi    Yazdır
img
Vasfi Aşur Ebu Zeyd: Alimlerin Aksa Tufanı’na Karşı Sorumlulukları

Allah'ın Kitabı ve Resulünün Sünnetinde, alimlerin statüsünü açıklayan ve vazifelerinin öneminden bahseden şer’î naslar hiç kimse için gizli değildir. Şer’î naslarda yer alan bu geniş takrîr boşuna olmayıp, alimlerin üstlenecekleri bir rol olmadan bu statünün gerçekleşmesi mümkün olmaz. Alimlerin yüksek statüsünü ve faziletlerini açıklayan bu nasların karşılığı olarak alimler görevlerini yerine getirmeli, yüklendikleri emaneti ifa etmeli ve gayeyi gerçekleştirmelidirler.

Alimlerin Statüsü

Alimler insanların kendilerine güven duydukları kimseler olup hüküm işlerinde referansları ve vahyin kesilmesinden sonra peygamberlerin varisleridirler. Bu bağlamda İmam El-Âcurrî’nin ‘’Ahlâku’l-Ulemâ’’ isimli eserinin mukaddimesinde ifade ettiği şu husus bize yeterli tespiti sunmaktadır: ‘’Allah Azze ve Celle yarattıklarından sevdiklerini imana sevk etmiştir. Ardından da müminlerden olan sevdiklerine hususi lütufta bulunup onlara kitap ve hikmeti öğretmiş, dinde derin anlayış sahibi kılmış, te’vîli öğretmiş ve onları diğer müminlerden üstün kılmıştır. Bu her süreçte böyle olmuştur. Onları ilimle yüceltmiş, hilm ile tezyin etmiştir. Helal ve haram, hak ve batıl, zararlı ve faydalı, güzel ve çirkin onlar vasıtasıyla bilinir. Hatırları büyüktür. Onlar peygamberlerin varisleri, velilerin göz aydınlıklarıdır. Denizlerdeki balıklar onlar için bağışlanma diler, melekler onların yollarına kanatlarını serer. Kıyamette alimler peygamberlerden sonra şefaat edicidir. Onların meclisi hikmetlidir. Onların amelleri gaflet ehlini uyandırır. Onlar abidlerden hayırlıdır. Derece itibariyle zahidlerden de üstündürler. Hayatta oluşları ganimet, vefatları musibettir. Onlar gafillere (hakkı) hatırlatırlar, cahile (bilmediğini) öğretirler. Onlardan bir zarar beklenmez, tahribata sebep olmalarından korkulmaz. Terbiye metotlarıyla itaat ehlini yarışa, nasihatlerinin güzelliği ile de kusurluları Allah’a sevk ederler. Bütün insanlar onların ilimlerine muhtaçtır. Onlara muhalefet eden ise mücadeleci kimselerden başkası değildir. İnsanların onlara itaat etmesi zaruridir. Onlara isyan etmek haramdır. Onlara itaat eden doğru yolu bulur, onlara karşı gelip asi olan da sapıtır. Müslümanların yöneticisine hakkında şüpheye düştüğü bir şey ulaşırsa alimlerin görüşüyle amel eder, keza müslümanların yöneticileri, hakkında ilim sahibi olmadıkları bir hususla karşılaşınca da alimlerin görüşüyle hareket ederler. Aynı şekilde müslümanların hakimleri içinden çıkamadıkları bir meselede alimlerin görüşleriyle hükmeder, ona istinat ederler. Alimler kulların aydınlık kaynağı, beldelerin feneri, ümmetin dayanağı, hikmetin kaynağıdırlar. Şeytan onlara öfkelidir. Hak ehlinin kalpleri onlar vesilesiyle diri kalır, keza sapkınların kalpleri de onlar vesilesiyle ölür. Yeryüzündeki misalleri gökteki yıldızlar gibidir. Onlar vasıtasıyla kara ve denizin zifiri karanlıklarında yön tayin edilir. Nitekim insanlar yıldızlar kaybolursa yollarını şaşırırlar. Lakin onların üzerinden karanlığın perdesi bir çekiliversin, hemencecik her şeyi görmeye başlarlar.’’

Aynı şekilde büyük alim ve muhakkik İbn Kayyım el-Cevziyye’nin telif ettiği bir kitaba koyduğu isim de kalpleri ürperten, tüyleri diken diken eden bir şekilde alimlerin önemine işaret eder. O, kitabının ismini ‘’İ’lâmu’l-Muvakkıîn An Rabbi’l-Âlemîn’’ yâni ‘’ Müftülerin Alemlerin Rabbi adına bildirimde bulunması” şeklinde koymuştur. Yani alimleri Allah Azze ve Celle adına ‘’imza atanlar/fetva verenler’’ olarak betimlemiştir. İbn Kayyım mezkur eserinde (1/9) şöyle demiştir: ‘’Meliklere niyabeten imza atma makamının kıymeti inkar edilmiyor, takdir ediliyorsa -ki bu vazife yüksek makamların en üstünüdür- yer ve göğün Rabbi adına imza atma makamının büyüklüğünün ne nispette olduğu düşünülmelidir. Bu makamla sorumlu kılınan kimseye gereken ona hazırlık yapması ve bu makamın kıymetini bilmesi, hakkı söylemek ve haykırmak hususunda hiçbir rahatsızlık duymamasıdır. Şüphesiz Allah onun yardımcısı ve rehberidir. Bu vazifeye şeref ve yücelik olarak Rabbu’l-erbâb olan Allah’ın onu üstlenmesi yeter. Nitekim Allah Teala kitabında şöyle buyurur: ‘’ Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah size fetva veriyor…’’ Müftî, fetvasında kime niyabet ettiğini iyi bilmeli, yarın mahşerde Allah’ın huzurunda durdurulup, bundan hesaba çekileceğini yakinen bilmelidir.’’

Alimlerin Aksa Tufanı’na karşı sorumlulukları

Alimlerin kendilerine verilen bu değer ve yücelikten hareketle başta haberi âfâkı saran, dünyayı meşgul eden, dünya savaşı mesabesinde seyreden Aksa Tufanı karşısında olmak üzere taşıdıkları birçok sorumlulukları bulunmaktadır. Maalesef bu savaşta zayıf olan taraf müslümanların tarafıdır. Tabi bu boyun eğelim, bükülelim anlamına gelmez. Ama yadsınamaz gerçekleri, apaçık olan hususları beyan etmek, mümkün olan her şeyi yapmak ve seferber olmak gerekmektedir. İşte alimler bu noktada en önde gelmektedirler. Alimlerin sorumluluklarından bazıları şunlardır:

Bilgi noktasındaki sorumluluk. Filistin davasının gerçeklerini şer’î naslar ve şeriatın mekâsıdı ışığında açıklamak, onunla ilgili her şeyin şer’î ve bilişsel kökenini açıklamak, tarihine ışık tutmak, şu an ulaştığı realitesini aydınlatmak, davayla ilgili ileri sürülen genel, özel ve kısmi şüpheleri çürütmek. Bu, alimlerin her zaman, özellikle de Aksa Tufanı savaşı sürecinde üstlenmeleri gereken bir sorumluluktur.
Genel olarak Filistin davası, özel olarak da Aksa Tufanına ilişkin şer’î hükümlerin açıklanması. Filistin'de Müslümanların başına felaketler geldikçe, yeni olaylar vücut bulmakta ve güvendikleri alimlerden içerisinde bulundukları durumlarla ilgili fetva istemektedirler. Burada, halka cevap verme çabasıyla şer’î gerçekleri açıklama, bu felaketlerle ilgili fıkhî hükümleri belirtme, Allah’a kulluk ve O’nun rızasına nail olmak maksadıyla Müslümanların Rablerinin kanunlarının çatısı altında olmalarını, Allah'ın hükümlerinden sapmamalarını temin etmek alimlerin rolü olarak ortaya çıkmaktadır.

Tevhide ve birliğe çağrı. Hele ki Müslümanların çeşit çeşit davalarla bölündüğü, birçok aktif hareketin parçalandığı bir dönemde ümmet için alimlerin sancağından başka sancak kalmamıştır. Çünkü ümmeti toplayacak ve saflarını bir araya getirebilecek, özellikle de Filistin davasının birleştirici olan, kendisi için çalışan ve cihad edenleri yüceltici, onu yüzüstü bırakıp, karşı komplo kuranları ise alçaltıcı nitelikteki sancağı altında birleştirebilecek olanlar sadece alimlerdir.

Alimler, her emir ve yasakta, her faaliyet ve çalışmada, gösterilen her çaba ve beslenilen her ümitte halktan ve halkla olup insanlarla ilgilenmelidirler. Şüphesiz ümmet hayır ve lütufla doludur. Sadece tüm bunlara yatırım yapacak ve fertlerin asil madenlerini ve değerli kaynağını ortaya çıkaracak kimselere ihtiyaç duyulmaktadır. Bunu yalnızca alimler yapabilir.

Bu sorumlulukların yerine getirilmesi için gerekli olan hususlar

Alimlerin bu sorumlulukları yerine getirebilmeleri ve bu hedeflere ulaşabilmeleri için gerekli olan bazı nitelikler bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:

Cenâb-ı Hakk'tan korkup O'nu murakabe etmek, O'nun büyüklüğünü ve murakebesini daima hatırda tutmak, O’na takdim edildiğini, O'nun huzurunda durdurulduğunu hissetmek. İşte alimi, ayak kaymasından, sapıklıktan, ikiyüzlülükten, Allah'ın dinini çarpıtmaktan, Müslümanları saptırmaktan koruyacak şey yalnızca budur.

Usûl alimlerinin müçtehit hakkında belirttikleri Kitap ve Sünnet naslarını, sebeb-i nüzûl ve vürûdu, nâsih ile mensûhu, icma ve ihtilaf konularını, mekâsıd-ı şerîayı, arap dilini bilmek gibi hususlarda ilmî ve şer’î formasyona sahip olmak. Muasır meselelerde konuşan fakihin bu genel ilimlere sahip olması zaruridir. Spesifik bilgiye gelince, bu, Filistin davasına dair malumat sahibi olmaktır. Bu davaya dair yer alan metinlerin, davanın yaşadığı tarihin ve şu anda içinde yaşadığı gerçekliğin bilgisine vakıf olmak lazımdır. Bütün bunlar, ümmetin içinden geçtiği sürecin bilgisi, dünyanın içinde bulunduğu bağlamın, cihadın ve mücahitlerin realitesinin ayrıntıları ve insanların genel ve hususi koşullarının farkındalığı ışığında olacaktır. Ta ki fıkıhçı, konusuna hakim olsun ve fetvası doğru, etkili olup amacına ulaşsın.

Alimin doğruyu söylemesi ve onu haykırmasını sağlayan psikolojik ve yürek cesaretinin olması. Alim bunu yaptığı takdirde -İbn Kayyım’ın dediği gibi- Allah onun yardımcısı ve rehberidir. Aksi takdirde alimlerin misyonunu, rabbânilerin görevini, tebliğ ve beyanın gereğini yerine getirmek ve onlara yüklenilen emaneti ifa etmek mümkün değildir. Bu psikolojik cesaret, âlimin -takva ve haşyetle- görevini yerine getirmesini, emaneti ifa etmesini ve şeriatın otoritesini insanlar ve yaşam üzerinde hakim kılmasını sağlayan şeydir. Şüphesiz bunun için alimin ödemesi gereken bir bedel ve yapması gerekli olan fedakarlıklar vardır. O bu bedel ve fedakarlıkları göğüslerken sadece Allah’tan karşılık bekler ve O’nun lütfuna rağbet eder.

Şüphesiz bu tarz olaylar Rabbâni alimleri ortaya çıkarır. Allah Teala bu tarz olaylarla temiz olanı pisten, sadık olan alimi münafıktan ayırır. Olur ki alimin benimsediği sadık bir tutum ile Allah Teala ümmeti ayağa kaldırır, o alim de bu tutumuyla insanlar arasında yüceliğe erişir ve tarih onu telif edilen yüzlerce kitap ve vaazın yapamayacağı bir şekilde ebedi kılar. ‘’Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez. Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar.’’ (Âl-i İmrân, 140-141.)

Tercüme: Hamza Korkmaz

Yorum Yapın