Dr. Abdulkadir Turan: İslami hareket çağın yegane muhalif hareketidir. ideolojilere karşı dayanıklı tek harekettir

  • Paylaş:
  • Tarih: 07 Temmuz 2024     Y: Dr. Abdulkadir Turan    Yazdır
img
Dr. Abdulkadir Turan: İslami hareket çağın yegane muhalif hareketidir. ideolojilere karşı dayanıklı tek harekettir

İslami hareketler yaşadığımız çağa hitap eden özgün düşünceler üretebildi mi? İslami hareketler düşünsel bir kriz yaşıyor mu? İslami hareketler "öteki" ile nasıl bir ilişki biçimine sahip? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "İslami Hareket" dosyasında Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM) Başkanı Dr. Abdulkadir Turan'a sorduk.            

          1. İslami Hareket'in size göre tanımı nedir?

İslami hareket, hedefler açısından; dünyaya iyiliği hâkim kılmak için oluşmuş, siyasal bir harekettir. İslami hareket, dünyanın cennet gibi olmayacağını bilmelerine rağmen, Ahirette cennete ulaşmak isteyenlerin dünyayı cennete dönüştürme mücadelelerinin siyasal karşılığıdır. Bu yönde bütünü gerçekleştirmek mümkün değilse de o yönde çalışmayı mukaddes bir vazife bilen iyilik ehli insanların hareketidir. Sünnetullah’a, Sünnet-i Resûl salallahü aleyhi veselem kılavuzluğunda tabi olan… Kökleri Asr-ı Saadet’te, gövdesi o günden bugüne uzanan, “modern zamanlar”ın Müslüman oluşumu…

İslami hareketi beşerî hareketlerden ayıran, onun Vahy’e iman etmesi ve kendisini onu tatbik etmeye adamasıdır.

İslami hareketi sair Müslüman iyilik hareketlerinden üst bir konuma çıkaran ise onun bütün Müslümanca girişimleri kapsayan, kollayıcı, sürükleyici bir çatı hareket olması, bununla beraber hedeflerine devletle ulaşabileceğine inanması, dolayısıyla siyasi bir hareket olmasıdır.

Yakın veya uzak hedefleriyle siyasi yanı bulunmayan hareketler, İslami hareketin herhangi bir cüzü olabilir, İslami hareketin çatısı altında yer alabilir ama İslami hareketin kendisi olamaz.  

Son devrin tarihsel serüveni açısından ise İslami hareket, Şah Veliyullah Dehlevî ve muassırlarının arayışları, Şeyh Halid-i Bağdadî ez-Zülcenehayn) ve muassırlarının teşkilatlanma çabaları ile yola çıkan, içeride ıslah ve dış istilaya karşı mücadele hareketidir.

Bu hareket, Milâdi 20. Yüzyılın başlarında Osmanlıda İttihad-ı İslâm (İslam Birliği) Hareketi olarak sesini duyurmaya çalışmış. Aynı yüzyılın ikince çeyreğinin başlarında ise Mısır’da İmam Hasan el-Benna; Pakistan’da Mevdudî ve muasırları ile cemaat/cemiyet sürecine ulaşmış, İslam aleminin farklı noktalarında gereksinim ve bakış açılarına göre, değişebilen mücadele yöntemlerine ulaşmıştır.

          2. İslami Hareket ve İslamcılık arasında nasıl bir ilişki vardır?

“İslamcılık”, İslami harekete yönelik bir dış adlandırmadır. İslami hareketi sindirmek üzere tetkik edenlerin yaptıkları bir yakıştırmadır.

“İslamcılık” kavramı, Batılıların “İslamizim” ya da “Pan-İslamizim” diye menfi anlamda ürettikleri iki kavramın Türkçeye çevrilmesinden ibarettir. Bu kavramlardan ilki, “İslam ideolojisi” diğeri “İslam ideolojisi birliği-ümmetçilik” anlamında kullanılmıştır.

İslami hareketin önderleri, İslam`ın siyasi yönünün olduğunu hep kabul etmiş ama İslam`ın beşerî ideolojilere benzetilmesini doğru bulmamıştır. Dolayısıyla beşerî ideolojiler için yapılan adlandırmaların İslam için yapılmasını yanlış bulmuştur.

İslami hareket mensupları, meydan okuma anlamında bir tepkiyi muhataplarının anlayacağı dilden ifade etme gereksinimi duymak söz konusu değilse, inancını “İslamcılık”, kendisinin bu inanç içindeki yerini de “İslamcı” olarak ifade etmemiştir.

İnancımız için “İslam”, İslam`a inananlar için “Müslüman” adı, Yüce Allah tarafından belirlenmiştir. Ümmet de bu isimleri inancını tarif ve bu inanç içindeki konumunu ifade için yeterli bulmuştur. Bu adlandırmayı yeterli bulmayanlar, başkaları olmuştur. Örneğin Avrupalıların bir bölümü yüzyıllar boyunca İslam için “Muhammedîlik”, Müslümanlar için de “Muhammedîler” demiştir.

Aynı Batılılar, Batı`nın İslam âlemine yönelik saldırılarını 19. yüzyılın eşiğinde kapsamlı bir işgal hareketine dönüştürmelerine karşı, zaman içinde, ümmeti kapsayan bir direniş fikri üretenleri ve bu fikre sahip çıkanları “İslamcı (İslamist, Pan-İslamist)”, onların dile getirdikleri fikirleri de “İslamizm (Pan-İslamizm)” diye tarif etmişlerdir.

Bu açıdan “İslamcılık” adı, esasta istilacılar ve onların İslam dünyasındaki uzantıları açısından İslami hareketi Müslüman toplumdan ayrıştırma, soyutlama, Müslüman toplum içinde marjinalleştirme çabasının karşılığı olarak oluşmuştur.

Günümüzde İslamcılık kavramına müradif kullanılan “Siyasal İslamcılık” kavramı da böyle bir çabanın karşılığıdır. “Siyasal İslamcılık”; “İslamcılık” kavramının içeriğindeki siyaset özünün sıfat olarak dışa vurularak muhaliflerce teşhir ve ötekileştirilme gayretlerinin neticesinde türetilmiştir.

Her iki kavram da özde İslami hareketi anlatmaktadır. Ancak İslami hareketi Müslümanların çatı yapısı olmaktan uzaklaştırıp Müslümanlar içinde menfi manada siyasi hedefleri olan bir klik, bir grup gibi tarif etme niyetiyle oluşturulmuştur.

          3. İslami Hareketlerin temel ilkeleri nelerdir?

İslami hareket, inançta tevhid, pratikte adalet olmak üzere iki esası üzerine oturmuş bir harekettir. Başka bir ifadeyle muvahidlerin, yeryüzüne adaleti hâkim kılma mücadelelerinin hareketidir, başka bir ifadeyle tevhid ehlinin adaleti hakim kılma çabasının karşılığıdır.    

Siyasal bir hareket olarak İslami hareket,

1. İlim 2. İman 3. Akide 4. Zikir (ibadet-salih amel) 5. Zühd (bireysel, sosyal ve siyasal hayatta israf karşıtlığı) 6. Dış istilaya karşı direniş 7. Sosyal adalet 8. Kalkınma

esasları üzerine tesis edilmiştir.

İlk altı ilke, bütün evreler için hemen hemen ortaktır. Son iki ilkeden sosyal adaleti Seyyid Kutup vurgulamış, kalkınmayı ise Mehmed Zahid Kotku ve Necmettin Erbakan “ağır sanayi hamlesi” ile ifade etmişlerdir. Böylece İslami hareket, devleti yönetme talebi anlamında ideolojik bütünlüğe kavuşmuştur. Nitekim günümüzde İslami hareketin hemen hemen bütün kanatları, sosyal adalet ve kalkınma vurgusu yapmaktadırlar.

Bu yanıyla İslami hareket, anti-emperyalist ve anti-kapitalist; sosyal adalet ve kalkınmadan yana olan Müslüman hareketidir.

Bu esas üzere İslami hareket için şu ilkelerden söz etmek mümkündür:

1. İslami hareket, her ilâhi emirde hikmet bulur. Bu mahiyette Ümmet olmayı, açık bir ilâhi emir olarak bilir. Bu emrin hikmetinde, içeride İslam’ın hükümlerinin tatbik edilmesi ve dışarıda istilaya karşı konması için Ümmet olmayı, Ümmet şuurunda olma zorunluluğunu görür.

İslami hareket, Batı`nın Müslümanlar arasında etnik ve mezhepsel bölünmeler/çatışmalar üretme çabalarına karşı ümmetin birliğinden yana bir hareket olarak oluşmuştur. Müslümanlar arasında etnik ve mezhebî bölünme, tartışma ve çatışmaları aşarak Müslümanları bütünleştirmeyi hedefler.

2. İslami hareket, Batılıların ve Batıcıların Müslümanların yaşadığı problemleri İslam`la ilişkilendirme sinsiliğine ve sapkınlığına karşı, Müslümanların sorunlarının İslam`ın ihmal edilmesinden kaynaklandığına inanır.

3. İslami hareket, Batılıların ve Batıcıların bilim çağında Kur`an`a ve Sünnete tabi olmanın “akıl karşıtlığı” olduğu propagandasına karşı bilimin kafaları karıştırdığı, ruhları bulandırdığı; bilimin ürünü teknolojinin insan soyunun varlığını tehlikeye düşürdüğü bir çağda Kur`an ve Sünnete tabi olmanın en akıllıca yol olduğuna samimiyetle inanır, buna karşı çıkmayı akıl dışı bir tutum olarak görür.  

4. İslami hareket, Kur`an ve Sünnetten uzaklaşmanın sadece Müslümanlar değil, bütün insanlık için felakete yol açtığına inanır.  

5. İslami hareket, Batılıların ve Batıcıların İslam hukuku Şeriatın; suçluları cezalandırmakta katı olduğu ve çağın gerçekliğiyle uyumlu olmadığı propagandasına karşı yeryüzünde suçu azaltacak, suçluları ıslah edecek en etkili hukukun İslam Şeriatı olduğundan emindir. İslam hukukuna karşı geliştirilen beşerî hukukun asayişi sağlama adına zulüm niyetiyle örülmüş, zümrecilik barındıran, kimi suçluları kayıran, hiçbir soruna kalıcı çözüm getirmeyen, zulüm kaynağı bir üretim olduğunun bilincindedir.

6. İslami hareket, Batılı ve Batıcıların ahlakın göreceli olduğu, insanın elinin ulaştığı her şeyi sınır tanımadan kullanabileceği görüşüne karşı insanı mutlu edecek, insanlar arasındaki ilişkide emin bir ortam sağlayacak, bu hususta çoğu zaman ceza hukukundan daha etkili olacak ahlakın var olduğuna ve o ahlakın İslam ahlakı olduğuna inanmış, o ahlakı yaşamaya, yaşatmaya çalışmaktadır.

İslami hareket, bu düşüncüler doğrultusunda Ümmetin Batılılaşma ve Batı propagandasına aldanmamasını, sorunlarının çözümünü Kur`an ve Sünnette aramasını, bida`tlardan uzak durup İslam tasavvufunu ıslah etmesini, İslam Şeriatının devlet hukukuyla ilgili kısımlarının derlenip yasalaştırılmasını önermiştir.

          Bu ilkelerin hayata geçirilmesinde kabul görmüş yaygın yöntemler hangileridir?

İslami hareket, esaslarda buluşmakla birlikte yöntemlerde yer ve zaman esnekliğine sahiptir. Yine de kanaatimce son yetmiş beş yıla bakıldığında İslami hareketin yöntemlerde de neredeyse ortak noktalarda buluştuğu söylenebilir.  

          Bu temel ilkelerden ilkesel bir savrulma görüyor musunuz?

İslami hareketin odağı, Müslümanlar olarak “kendi olmak”tır. İslami hareket; Müslümanların hayatın bütün alanlarında kendi olmaları, kendi gerçekliklerini inşa etmeleri, yönetmeleri ve dünyayı buna ortak etmeleri, daha doğrusu dünyayı bu yönde ıslah etmeleri hareketidir.

Ne yazık ki İslami hareket, “kendi olma” veya “kendi kalma” konusunda zaman zaman dış saldırılara karşı koymakta zorluklar yaşamış ve bu dış saldırılardan kaynaklı sarsılmalar “savrulma” ile ifade edilebilmiştir.

Bu bağlamda İslami hareket,

1. Bir ihya hareketidir ama ona yönelik, bir yandan dış etkilerle dinde reform hareketine dönüştürme, diğer yandan “ilmî olma” namına, çağdan tamamen koparıp geçmişi araştırmak ve tartışmakla meşgul bir arşiv araştırmaları hareketine dönüştürme yönünde hücumlar söz konusu olmaktadır.

İhya geri gitmek değil, bugün ve yarını dönüştürme mücadelesidir, ileriye dönük bir çabadır. Bu da ancak çağı bilmek ve ona hükmedecek vaziyeti almakla mümkündür. Bu bağlamda modern ilahiyat akademilerinin dirayet tefsirlerine yönelik küçümseyici tavrı ve geleneksel çevrelerin buna verdiği coşkulu destek, İslami hareketin maruz kaldığı iki taraflı saldırının resmi gibidir. İslami hareket, gelenek ve modernizm arasında sıkıştırılmak istendi ve İslami hareket, zaman zaman bu sıkışmışlığa karşı direnmekte zorluklar yaşadı.

Bu zorluklar içinde İslami hareket, kendisini dış etkilerle bağı açık olan reformculuğa sürüklenme çabalarından genel manada korudu. Ama dış etkilerle bağı yine mümkün fakat saklı olan geleneksel çevrelerden gelen eleştiriler karşısında yer yer bunaldı.

İslami hareketin bazı mensupları ya da grupları, ihya ile geçmiş arasındaki ilişkiyi doğru tahlil edemedi ve bir süre, geçmişte hâl edilmiş, bugün ise hayati bir öneme sahip olmayan meselelere takılarak zaman kaybetti. Bu tartışmaların neticesinde bir kısmı da bizzat geleneksel çevrelere benzedi. Geleneksel çevrelere benzeyiş, başta kabul sağlasa da uzun stratejiler bağlamında hedeften uzaklaştırır, hedefe ulaşmayı geciktirir.

İslami hareket, bir çatı hareketidir. Esas olan, öncülerinin takva ehli olmasıdır. Halbuki geleneksel çevreler, İslami hareketi ona yakınlık duyan herkesi takva ehli olma kriterleriyle ölçtüler. Böylece bilerek veya bilmeyerek İslami hareketi, kendileri gibi dar bir kliğe dönüştürmeye çalıştılar hem de bir farklılık gördüklerinde İslami harekete yönelik ithamlarda bulundular. İslami harekete, yakın bir döneme kadar bu kıskaçla tam baş edemedi.  

2. İslami hareket, Müslümanlar arası bir bütünleştirme hareketi iken onu milliyetçilikle sentezleme ya da bir mezhep hareketine dönüştürme yönünde itelemeler söz konusudur. Bu itelemeler ile Sünni dünyada milliyetçileşme, Şiî kesimde ise bununla birlikte mezhep savaşçısına dönüşme yönünde kaymalar yaşandı.

Ama bu kaymaların hiçbir zaman İslami hareketin tamamında bir savrulmaya ya da onun ana evrenini değiştirmeye vardığı söylenemez.

3. İslami hareket, bütünleştirici bir itidal (orta yol, vasat) hareketi iken, bu yanıyla uçları buluştururken onu uçlardan biri olmaya iten saldırılara maruz kalmaktadır.

Bu bağlamda, radikalleşme ve hoş görücülük, son kırk yılın önümüze konan uçlarıdır. Radikalleşme, İslami hareketi içeride sert bir mücadeleye hatta iç savaşa sürüklerken hoş görü, dış güçlerle vekalet ilişkisine dayanan ilişkilere götürebilmektedir. İslâmî hareketi bu iki uç arasında eritme yönünde ciddi bir çabanın olduğundan hiç kuşku yoktur ve İslâmî hareketin kendi kalması ancak bunlardan korunması ile mümkündür.

İslami hareketler, hiçbir zaman dezenformasyonun önüne geçebilecek kadar içeride sert mücadele tercihini kârlı kılacak bir güce ulaşmadılar. Hiçbir zaman dış güçlerle de dengeli bir ilişki kuracak kadar da dış güçlerle dengeli bir ittifak kuracak güce de ulaşmadılar. Dolasıyla iç şiddet ve dışarıyla vekalet ilişkisi geliştirmeye çalışan İslâmî hareket birleşenleri erimeye, dışlanmaya mahkûm oldu. Ne yazık ki bu, pek çok emeğin de heba olmasına yol açtı.

İslami hareketin bu ikili tuzağı aşması durumunda kurulmaya çalışılan küresel imparatorluğu çökerteceğinden hiç kuşku yoktur.

          4. Dünden bugüne İslami hareketlerde (düşünsel, fıkhı ve pratik zeminde) bir değişim gözlemliyor musunuz? İslami hareketlerde düşünsel bir kriz görüyor musunuz?

İslâmî hareket, dış tehdidin ilk hissedildiği noktalardan Hindistan’da Şah Veliyullah Dehlevî’de bir ilmî arayış olarak ilk işaretlerini verdi. Onun arayışlarının müradifi, Osmanlıda ve diğer sahalarda ıslahat çabalarıdır.

Şeyh Halid-i Bağdadî ez-Zülcenaheyn, Irak ve Şam’da yine dış tehditlerden bağımsız olmadan, ıslah ve teşkilatlanmaya tarikat bağları üzerinden yöneldi. Şeyh Halid, bu anlamda Cezayir’den Çeçenistan’a hatta Açe Sumatra’ya kadar Miladi 19. Yüzyılın İslami mücadelelerinin neredeyse tamamını etkiledi, 20. Yüzyılın mücadelesi için de zemin oluşturdu. Onun üzerinde durduğu temel husus, yaşadıklarımızın eserimiz olduğu ve kendimizi değiştirmenin de yine elimizde olduğuydu. Bu, içinde bulunduğumuz koşulların cebri olduğunu öne süren ve “Kıyamet yakındır!” diyen oldukça güçlü, imparatorluklar çağı yaklaşımlarına karşı tarihî bir meydan okuyuş ve esastan bir ihya çabasıdır.  

Şeyh Halid, tarikat bağlamında Müslümanların teşkilatlanmasının onların sorunlarını çözeceğine inanmış ve bu yönde İslam aleminin neredeyse her noktasına varan etkiler oluşturmuştur. Onun hareketinin dış istilaya karşı tercihi Cezayir’den Çeçenistan’a nettir ve cihaddır. Buna karşı içerideki tutumu kendisinden yüzyıl sonra Türkiye’de Şeyh Said ve Açe Sumatra’da laikleşmeye karşı kıyam hareketleri dışında genellikle maslahatçıdır, sivil direnişten yanadır.

Miladi 19. Yüzyılın sonlarında Şeyh Halid’in bu yaklaşımının yerini biraz daha reform ve sentezcilik ile ilişkilendirilebilecek bir akım öne çıktı. Tam bu süreçte İslami duyarlılığı olan şahsiyetler İttihad-ı İslâm’ı gündeme getirmeye başladılar.

I. Dünya Savaşı’nda İslam aleminin büyük bir kısmı istilaya uğradı ve ardından Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başarıya ermesine rağmen hilafet askıya alındı.

Geleneksel Müslüman dünya, Kurtuluş Savaşı gibi bir savaşı verebildiği hâlde savaş sonrası süreci yönetemediğini gördü. Bunun oluşturduğu şok, geleneksel dünyamızla ilgili bir soruşturmaya yol açmış olmalıdır. Nitekim, bundan sonra biz yeni tarikatlarla değil, o güne kadar henüz varlık bulmayan ve resmi levhası bulunan cemaatler ya da cemiyetlerle karşılaşacağız. Süreç “tarikattan cemaate” diye özetlenecek ve böylece ilk müteşekkil İslami hareketler zuhur edecektir.

Bu tarihsel süreçlere bakarak 19. Yüzyılın başlarından 20. Yüzyılın başlarına İslami hareketin beş evresinden söz edebiliriz: (1) Şah Veliyullah Dehlevi ve ilmi arayışlar evresi (2) Şeyh Halid ve tarikat evresi, (3) İttihad-ı İslam gündemde olmakla birlikte reform ve senteze yatkın bazı isimler üzerinden fetret evresi ve (4) İmam Hasan el-Benna-Üstad Ebü’l-Ala Mevdudî üzerinden cemaat/cemiyet evresi. (5) İslami partiler ya da siyasi çatı evresi.  

Cemaat ve cemiyetlerin Şah Veliyullah ve Şeyh Halid’den ilmen ve teşkilat olarak istifade ettikleri kesindi, üçüncü dönemdeki isimlerden de dünyayı tanıma konusunda istifade ettikleri de muhakkaktı. Ama son elli yılda yapılan kimi analizler ısrarlı bir şekilde menşei belirsiz bazı isimler üzerinden bu fetret evresini İslami hareketin başlangıç evresi olarak öne çıkardı. Tarikat evresini tamamen dışlayan bu yaklaşım, köksüzleştirme ve müphemleştirmeye yol açarak bizim bugün bazı meseleleri doğru tahlil etmemizi engellemektedir.

Hakikatte tarikat evresi İslami hareketin son ikiz yüz yıl açısından teşkilat olarak kök evresidir. İslami hareketin o evreyi sorgulaması da İslami hareketin bir gerçeğidir. Bununla birlikte tarikatlar bugün İslâmî hareketlerin dışında olmadıkları gibi, tarikat karşıtı bir Müslüman olmak da kimseyi mutlak İslami hareket mensubu yapmaz.

Nihayetinde İslami hareket, bir sarsılmaya yaşadıysa da bugün tarikat-cemaat buluşması hatta kimi ferdi tercihleri buluşturma ve çatı hareket olma noktasında pek çok sorununu aşmış gibidir. Bu, çok büyük bir başarıdır.

İslami hareketler, siyasi çizgi açısından geleneksel dünya ile sıkı ilişkiler içinde oldukları evrelerde Cezayir örneğinde çok açık görüldüğü üzere istiklal savaşlarının kazanılmasını sağladılar ama o savaş sonrası süreci yönetemediler. Kurtuluş savaşları sonrası süreçlerin emperyalist güçlerce ulusalcı sosyalist vekillere teslim edilmesi üzerine Müslüman şahsiyetler, Sağ kesime yöneldiler, sentezciliğe düştüler, toplumsal bir destek ararken kaybolabildiler.

Seyyid Kutub’un İslami hareketin mevcuttan ayrışması yönündeki düşünceleri her ne kadar kasıtla tekfire yorumlandıysa da sentezcilikten kurtulmak için yol oluşturdu, bazı cemaatler partisiz mücadeleyi tercih ederken partili mücadeleyi tercih edenler, Sağ partilerden uzaklaştı ve kendi partilerini kurdu.

Bugüne gelindiğinde İslami hareketin genel olarak partili mücadele tartışmalarını geride bıraktığı, bu hususta bir konsensüsün oluştuğu görülmektedir. Bugün İslami hareketin neredeyse bütün kesimleri partili mücadele ile ilgililer.

Bir ara ifade olarak ulusalcı sosyalist vekillerden zulüm gören bazı Müslüman şahsiyetlerin Körfez Emirliklerine sığınması da ilk fetret (3. Dönem) evresinden yüzyıl sonra yıpratıcı bir fetret evresinin önünü açtı. Körfez Emirliklerine sığınanlar, Vehhabîleşmeyi İslami hareketin esası gibi gördüler, marjinalleştiler ve etkisizleştiler. Bununla birlikte, oldukça keskin tercihleri olan bu kesim ile senteze yönelenler arasındaki mesafe de açıldı. Böylece İslami hareketin İttihad-ı İslam iddiası etkisizleştiği gibi, İslami hareket iç bölünmelerin keskin bir tarafı gibi de göründü.

Bu sorunlara rağmen İslami kesime dayanan ilk partiler, Meclislerde ancak yer alabilirken bugün çok farklı bir aşamadan söz ediyoruz. Geldiğimiz bu aşamada Aliya İzzetbegoviç’in Seyyid Kutub’un düşüncelerini kendi kalarak memleketi sahiplenme yönünde yorumlamasının büyük katkısı vardır. İzzetbegoviç, kanaatimce “siyasetin Müslümanlaşması” ile ifade edebileceğimiz bir sürece öncülük etti ve İslami hareketlerin ülkelerin millî hareketine dönüşmesinin önünü açtı. Bu bir yandan İslam Şeriatını tatbik talebinden yana bir ödün gibi görünse de hakikatte İslami hareketin Malezya, Türkiye, Sudan, Cezayir ve bugün pek çok başka örnekte ülke siyasetinin baş aktörü konumuna çıkmasını sağladı. Bu bir sapma veya kriz değil, titizlikle değerlendirilmesi gereken bir aşamadır.

Bugün geldiğimiz bu noktada boğulmamak ve bunu daha ileri bir aşamaya taşımak için ortak bir Müslüman aklına ihtiyacımız vardır. Artık üzerinde uzlaşacağımız bir aklın oluşmasını beklemek yerine buluşma zeminleri oluşturarak ortak aklı üretme yönünde bir gayret içinde olabilirsek dünyanın değişim hızını geçer ve geleceğin aktörleri arasında yer alırız.

          5. İslami Hareketleri tarikat, STK vb. yapılardan ayıran özellikler nelerdir? İslami hareketlerin STK’lar üzerinden yapılanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bağlamda amaç-araç ilişkisinin sağlıklı bir zeminde ilerlediğini düşünüyor musunuz?

Sorunun tarikatla ilgili kısmını önceki sorularda cevapladım. STK ile ilgili kısma gelince Müslümanların henüz ilk günden büyük bir sivil toplum tecrübesi vardır. Lâkin bu sivil toplumun ilmî bir alt yapı kazanması gerekir. Bunun için İmam Zeynelabidin, İmam Cafer-i Sadık, İmam Ebû Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel gibi önderlerin hayatlarının çok iyi tetkik edilmesinde yarar vardır. Yine İslam tarihinin ilk zühd hareketleri de bizim STK meselesini nasıl anlamamız gerektiğine yardımcı olacaktır.

          6. İslami Hareketler İslam Düşünce dünyasına ne tür katkılarda bulunmaktadır? Yaşadığımız çağa hitap edecek özgün bir düşünce üretebilmişler midir?

İslami hareket, 19 ve 20. yüzyılın düşünürlerinin tasvir, anlama, anlatma, düşünce, öneri ve mücadeleleri ile varlık buldu; son otuz yılda ise aniden kendisine uçlar handikabında buldu. Reformistlerin, gelenekçilerin, gelenekçilerin ılımlıları ve katı geçmiş aktarıcıları arasındaki tartışmalar ve o çevrelerden gelen hücumlar karşısında buldu. Dış güçlerin yanında bu dışarıyla da kimi zaman ilişkili iç yapıların duruş ve hücumlarına karşı İslami hareketin dayanıklılığı ona yönelik düşmanın korkusunu, dostun umudunu da artırmaktadır. İslami hareket hakikatte fiili baskıların yanında bu yapılara karşı dirençliliği ispatlayarak kalıcı olduğu gösterdi. Son dönemde siyasetin Müslümanlaşması dediğimiz, ülke yönetimlerinin milli kimliğin korunmasında İslam’a yönelmesinde bu dirençliliğin payı az değildir.

Lâkin İslami hareketi, bugün geçmişin önderlerini dışlamadan çağı okuyacak ve çağa hükmetmeyi sağlayacak bir düşünce fırtınasına ihtiyaç duymaktadır. İslami hareketin bu düşünce fırtınasını estirecek zemini oluşturmak yerine Neo-Oryantalistlerden ve self-Oryantalizmden (yerli oryantalistlerden) istifade yoluna gitmesi, daha doğrusu neredeyse onları bekleyip onlara cevap vermekle kalması, bir kiriz işareti olarak görülmelidir. Zira bu İslami hareketin “kendi olmak”, “kendi kalmak” odağının dağılması anlamına gelir.

Sabitelerimiz kimliğimizdir, yeniden tartışmaya açamayız; değişkenlerimiz ise bereketimizdir. Sabitelerimize sahiplendiğimiz kadar değişkenlerimizi de yönetme kabiliyeti göstermezsek geride kalır ve ihya iddiamızı kaybederiz.

Bugün Avrupa uygarlığının el değiştirdiği artık tartışmaya açık olmaktan çıkmıştır. Batı uygarlığı, net olarak Avrupa uygarlığı olmaktan çıkmıştır. Karşımızda Avrupa uygarlığı değil, Yahudi uygarlığı vardır. Yahudi uygarlığı, moderni çoktan aşmış, postmodern yöntemlerle İslam’a karşı mücadele etmekte, İslami hareketi sindirmeye çalışmaktadır. Postmodernlik; moderni terk etmeden çok yönlü ve seçeneklere açık vaziyet alabilmektir, bir tür bukalemunluktur. Gücünü müphemlikten ve ilke tanımadan ve hızla konum değiştirmekten almaktadır. Dolayısıyla modernin ikili yapısı ne kadar net ise postmodernin çoklu yapısı o kadar karmaşık ve şaşırtıcıdır. Bizimse şaşkınlık içinde zaman kaybetme lüksümüz yok.   

Batı uygarlığı modern dönemde de zevkperestti ama ideolojik/düşünsel yanı ile öne çıkıyordu. Bugün ise zevkperizmle öne çıkıyor, ideolojik/düşünsel yanı arka plana attı. Onun modern imajı düşünseldi, postmodern imajı ise zevkperesttir. Bugün gençlik ideolojik söylemle değil, zevkperizmle saptırılıyor.

Vaziyet bu iken modern döneme karşı geliştirdiğimiz söylemler, çağın gerisinde kalabilmektedir.  Salt düşünsel söylem, İslam’ın özüne aykırıdır. Önceki nesil, geleneksel dindar ailelerden geldiği için düşünsel söylem, onlarda ibadet ve nefis terbiyesi zeminine oturup tutarlı bir bütün oluşturabiliyor ya da düşünselliğin aşırı belirmesine yol vermiyordu.

“Entellik” ile ifade edilip eleştirilen salt düşünsel söylem, bugün gençliği ayakta tutmak için yetmiyor. Yeni nesil, araya önceki neslin girmesiyle geleneksel dindarlıktan epey uzaklaştı. Nefis tezkiyesi, zühd, ibadeti artırmak gibi geleneksel dünyada zengin İslami yönleri, günün dili içinde yeniden işlemek, duyurmak ve tatbik etmek gerekir ki gençlik zevkperizm ve tüketim köleliğine karşı koyabilsin. Yine apolitik olma iddiasındaki sözde zühd topluluklarından da korunabilsin.

Aynı şekilde insanlık neden zevkperest olmamalı, neden tüketim köleliğine düşmemeli, bu yöndeki tasvir, anlama ve anlatımı geliştirecek olanlar da Müslümanlardır. Bunu yapabilirsek dünyanın ezilen halklarına düşüncemizi duyururuz ve bu düşünce, bizim inancımızın yayılmasını sağlayacak, bizi yeniden insanlığın düşünce önderleri konumuna çıkaracaktır.

          7. İslami Hareketlerin toplumsal hayatı ve yönetimleri etkileme gücü hangi boyutlardadır?

İslami hareketin varlık gösterdiği son yüzyılda İslam dünyası ideolojiler ve zevkperizm çağı olmak üzere iki evreli bir saldırıyla karşı karşıya kaldı.

İslami hareket, ulusalcı Sol ve milliyetçi-sentezci hareketlerin aynı strateji yönünde işleyen Batılılaşma yönünde toplumsal değişimi, ideoloji (Soğuk Savaş) evresinde Batılılaşma yönündeki toplumsal değişime başarıyla karşı koydu. Komünizmin İslam alemine yayılmasını engelledi, seküler milliyetçilik dalgasını da kırdı.

Ama ideolojilerin akamete uğramasından sonra Neo-liberalizm çerçevesinde Sağ ve Sol bütün Batılılaşma akımının “yaşam tarzı ittifakı” mahiyetinde zevkperizme yönelmesi, İslami hareketi büyük ölçüde sarstı. Kendilerini ideolojilerin etkisinden koruyan hatta çevrelerinde Sağdan ve Soldan pek çok ismin hidayetine vesile olan İslami hareket mensupları bugün aile efratlarını zevkperizm dalgasından korumakta güçlük çekiyorlar. Çünkü İslami hareketin son otuz kırk yılda düşünsel alanda yaşadığı durgunluk ve geçmişe yöneliş, dünyayı doğru anlamasını engelledi. Batı, Postmodern anlayış içinde Marks’ı terk etmeden Freud çağına geçti ve 21. Yüzyılı resmen Freud Yüzyılı ilan etti. Toplum da 20. Yüzyılda ideolojilerin hücumuna uğradığı gibi 21. Yüzyılda zevkperizmin hücumuna uğradı. Bu hücum pek çok Müslüman aileyi sarstı, akidesi gayet düzgün nice insan, günahlara kapılıp gitti. İslam hareket, bugün hâlâ bu evreye şaşkınlıkla izlemektedir. Toplumsal yaşam ise yeni bir dalga hâlinde son birkaç yılda sekülerleşmektedir.

Yıllardır bu hususta anlattıklarım ise ne yazık ki topluma yeteri kadar ulaşmamaktadır.  

          8. İslami Hareketlerin öteki ile kurduğu ilişki biçimi ve beraber yaşama anlayışı nasıl bir mahiyete sahiptir?

İslami hareket, tekfircilik ile hoşgörü adı altındaki uzlaşı arasında bırakılmak istendi. Ona, bir tür ya tekfir ya hoşgörü dendi ve İslami hareket, kendisini bundan korumakta sorunlar yaşadı. Tekfir, İslami hareketi marjinalleştirirken hoşgörü, onun alamet-i farikalarını silikleştirdi, varlığını anlamsızlaştırdı. Tekfir, toplumla aramıza duvarlar örerken hoşgörü, bizi toplumun önderliğinden topluma tabi olanlar konumuna düşürdü. Hoşgörü, bu noktada özellikle neo-liberal hücum karşısında düşmanın müttefiki gibi iş gördü ve nice Müslüman evladının kimliğini yitirmesine sebep oldu.

Son yıllarda her iki musibetin de aşıldığın dair ciddi bir umut söz konusudur. Lâkin bu umudun iş görmesi, yeni sürecin ilmî olarak desteklenmesine bağlıdır.

          9. İslami hareketler bugünün dünyasını yeterli düzeyde okuyabiliyorlar mı? Bu konuda İslami hareketlerin kaçırdıkları ve yanıldıkları temel durumlar nelerdir?

Bu soruyu diğer sorular içinde az çok cevapladım.

          10. İslami Hareketler diğer ideolojiler ve mevcut bölgesel ve küresel hegemonya karşısında halklar için bir alternatif oluşturmakta mıdır?

İslami hareket, çağın yegane muhalif hareketidir, ideolojilere karşı dayanıklı tek harekettir. Toplumlarla doğru bir temas kurması durumunda yegane kurtuluş hareketi olarak öne çıkacaktır. Bu konuda özellikle 19 ve 20. Yüzyıl İslami hareketlerinin emperyalizme karşı mücadele deneyimlerinin yeni bir dille işlenmesi gerektiğine inanıyorum. HAMAS’ın oluşturduğu örneklik de bu hususta elimizi güçlendirmektedir.

          11. İslami Hareketler ve Aksa Tufanı arasındaki ilişki hakkında neler söylemek istersiniz?

Filistin’de HAMAS’ın dayatılan Ulusalcı Sol vekillerin yerine milli kurtuluş hareketi konumuna çıkması, İslami hareketin ulaştığı düzeyin net bir görünümü gibidir. İslami hareket, bütün engellemelere rağmen olgunlaşarak çatı hareket olma düzeyini yakalamış ve o düzeyi onurla korumaktadır.

Aksa Tufanı sürecinin eşiğinde İslami hareketlerin millileşmesi handikabı vardı. Olması gereken kendi yurdunda sağlam bir yer edinip bütün Ümmete açılması iken kendisini ulusal sınırlarla kısıtlama gibi bir sorun yaşanıyordu.

Aksâ Tufanı, öncelikle İslami hareketin Ümmetsel yanını ihya etti. Ama sadece o değil, İslami hareket neredeyse ilk günden daha çok bir İslam alemi içi hareketi olarak varlık bulmuştu. Küresel hedeflere sahip olmakla birlikte küresel bir açılımı söz konusu değildi. Oysa olması gereken İslami hareketin dünya halklarına yönelik mesajlarının olması, örneğin önceki yüzyıllarda olduğu gibi Siyahilerin kurtuluş hareketi olarak belirmesiydi. Bunun yanında kapitalizm karşıtlığı ve sosyal adalet yanlılığı İslami hareketin dünyaya açılmasını sağlayacak söylemlerken bu söylemler, kısmen Körfez Emirliklerine sığınmaların da etkisiyle terk edilmişti.

Aksâ Tufanı, İslami hareketin dünyaya açılma, dünyanın vicdanlı toplulukları ile birlikte hareket etme potansiyelini bir daha görmesini sağladı. Aksâ Tufanı, bir düzey atlattı. İslam karşıtı siyonist cepheyi teşhir ederken İslami hareketin direnme gücünü küresel çapta duyurdu. Biz, bugünden sonra, küresel imparatorluk iddiasındaki Yahudi uygarlığını gerilemesinden İslami uyanışın ise daha belirgin bir şekilde küresel boyutlara ulaşmasından söz edeceğiz.

İslami hareket, kendisini Aksâ Tufanı ile gelen bu düzeye hızla uyarlamak, dünyayı doğru okumak ve son din İslam’ın mesajını dünyaya doğru aktarmak durumundadır.

Yorum Yapın