İslamcılık modernliğin bir sonucu mudur yoksa kadim bir akım mıdır? İslamcılığın etkin olduğu ve olamadığı alanlar nelerdir? Post-İslamcılık tartışmaları hakkında ne söylenebilir? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "İslamcılık" dosyasında Aydın Bilgi'ye sorduk.
1. İslamcılık tanımınız nedir?
Cenabı-Allah’ın tarih boyunca sayısız peygamber göndermesi, bu peygamberlerin kimine Kitap kimine sahifeler verilmesi meselesi üzerinde düşünmek, bizi insanın unutkan bir varlık olduğuna, peygamberlerin de asli görevinin bu derin unutuşu izale etmek yani hatırlatmak olduğu neticesine götürmektedir. Her peygamber insana neyi, neleri kaybettiğini hatırlatmış ve yitiğinin ne olduğunun bilgisini vermiştir. Hazreti Muhammed (S.A.V)’den sonra yeni bir peygamber gönderilmemesi ve gönderilmeyecek olması Hazreti Muhammed’in tebliğinin ve kıyamete kadar korunmuş olan Aziz Kur’an’ın bir peygamberler orduna karşılık geldiğine işaret etmektedir. Korunmuş bir kitap, bu kitabın nasıl anlaşılıp yaşanacağını şahsında tecessüm ettirmiş bir peygamber ve O’nun tarafından vücut kazandırılmış ve muvaffakiyet kazanmış bir İslam toplumunun varlığı hakkı arayanlar için hiç sönmeyecek bir meşale hüviyetindedir. Bu meşalenin peşi sıra gidenler tarihin hiçbir döneminde eksik olmamıştır, olmayacaktır da.
Bununla birlikte kendisini İslam’a nisbet etmekle birlikte İslam’ın gerçekte ne olduğu noktasında zaafa düşmüş, ismiyle müsemma olmaktan uzak yığınların olduğu da tarihsel bir vakıadır. Mehmet Akif vakıayı şöyle mısralara dökmüştür:
Demek İslam’ın ancak namı kalmış Müslümanlarda;
Bu yüzdenmiş, demek, hüsran-ı milli son zamanlarda.
Eğer çiğnenmemek isterlerse seylab-ı eyyama;
Rücu etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslam’a. (Safahat hatıralar sayfa 276)
Özetle;
- İslamcılık, bu meşaleden uzaklaşmış Müslümanları isimleri ile müsemma olmaya yapılan çağrının adıdır.
- İslamcılık, İslam Düşüncesinin içkin bir çocuğu olup, tarih boyunca devam eden tecdit, ıslah ihya gibi kavramsallaştırmaların modern zamanlardaki görünümüdür.
- Gerçekliğin başat vasfının mağlubiyet olduğu bir vasatta, Müslüman kimliklerini muhafaza kaydı ile hezimetten nasıl kurtuluruz derdi ile yanıp tutuşanların İslam’a yaptığı kuvvetli ve etkili vurgudur.
- Eve dön, şarkıya dön, kalbine dön çağrısıdır.
- Sıçrayabilmek için ayağını sıkıca basıp kuvvet alabileceğin tek zeminin İslam olduğu haykırışıdır.
- Bedenlerimizi, zihinlerimizi, kalbimizi Allah’ın nuru ile meşbu kılma nidasıdır.
Farklı İslamcılık anlayışları mümkün müdür?
İnsanın olduğu yerde düşünce; düşüncenin olduğu yerde farklılaşma kaçınılmaz olduğu içindir ki tarihsel süreçte pek çok akım, ekol, mezhep, meşrep varlık sahasına çıkmışlardır. Tüm bunlar da yerinde durmamış yeni dallar, filizler vermiş, yeni oluşumlara yol açmıştır. Nasıl ki tek tip bir Selefilikten, Sufilikten, İslam Modernizminden, Gelenekçilikten, Ehl-i Hadisten, Ehl-i Reyden söz edilemezse tek bir İslamcılıktan da söz edilemez, edilmesi de beklenemez. Örnek vermek gerekirse te’vil konusunda oldukça katı olan ve sadece üç hadis te’vil edip diğer hadisleri zahiri üzere alan Ahmed bin Hanbel’in bu tutumu ile günümüz Selefiliğinin te’vile yaklaşımı arasındaki farkı ya da farklı tarikatların varlığı anlama biçimlerinden zikir yöntemlerine kadar olan farklılıklarını verebiliriz. Yine Nakşibendiliğin Halidiye kolunun Anadolu’da belirgin kollarından İskenderpaşa ile Menzil’i, İsmailağa ile Işıkçıları bir tutmakta mümkün değildir. Misaller ilanihaye çoğaltılabilir. Bu yüzden İslamcılığın da farklı tezahür biçimlerinin bulunması tabidir.
Bu farklılıkların birbirine zıt hale gelmesi kabul edilebilir mi?
Kendisini İslamcı olarak niteleyen bir akım; kavmiyetçi söylemlere yönelirse, dini parçalara ayıran yaklaşımları benimserse, laik, seküler ideolojilerden herhangi birini hedefleri arasına koyarsa, Müslümanlar aleyhine gavurla iş tutarsa, lafızla mana arasındaki insicamı bütünü ile bozarsa o akımın İslamcı bir vasfı kalmamış demektir. Böylesi bir durumun gerçekleşmesi halinde zaten metamorfoza uğrayarak Kafka’nın Gregory Samsa’nın durumuna düşeceğinden onun artık İslamcı olarak nitelendirilmesi mümkün olmayacaktır.
Bununla birlikte İslamcı akımların içerisinde nassı yorumlamada, vurgu noktalarının farklılığında yol yordam, anlama farklılıkları tabiki olacaktır, olmalıdır da.
2. İslamcılık modernliğin bir sonucu mudur yoksa kadim bir akım mıdır?
Soruya verilecek cevap, İslamcılığın Modernliğin etkisiyle oluşup oluşmadığı sorusunun da cevabıdır, çünkü İslamcılığı, İslam Düşüncesinden kopuş olarak nitelemek İslamcılığın modern zamanlarda boy veren türedi bir akım olduğunu söylemek anlamına gelmektedir. İslamcılığı bir kopma olarak görenler olduğu gibi bunun tam aksini savunanlar da bulunmaktadır. İslam Modernizmi ile tecdid, ihya, ıslah hareketlerini özdeş kılarak İslamcılığı bir bozulma, sapma, hatta bid’at olarak gören İsmail Kara ilk görüşe; (İslam Modernizmi ve Akif’e dair birkaç not/Din ile Modernleşme Arasında sayfa 199 Dergâh Yayınları Ekim 2003), İslamcılığı, İslam’la eşdeğer sayan Hayrettin Karaman ise ikinci görüşe örnek gösterilebilir.
İslamcılığı bir kopma olarak nitelendiren görüşleri şu açılardan tenkit edebiliriz: Kopma eyleminde bir ana gövde bir de kopan, ana gövdeden ayrılan bir ya da birden fazla parça bulunması zaruri olduğuna göre ana gövdenin ne olduğu, kopmanın hangi durumlarda ve nasıl gerçekleşeceği gibi hususların açıklığa kavuşması gerekmektedir. Ana gövde ile kastedilen Ehl-i sünnet kavramı yani dinin temel konularını, ‘Usulü’d-din’i, Hazreti Peygamberin anladığı ve benimsediği tarzda alma ise İslamcıların bu konuda Hazreti Peygamberin otoritesine teslimiyetleri oldukça açıktır. Ehl-i sünnet’e eşlik eden ‘cemaati’ ise İslamcılar çoğunlukla vahyin ilk muhatapları olan ashabın oluşturduğu cemaat olarak almışlardır. Bu bağlamda İslamcıların dinin asıllarını alma, Hazreti Peygamberliğin sarsılmaz rehberliğine teslim olma ve ilk İslam toplumunun dini hükümleri anlamada öneminin farkında olma meselelerinde ana gövdeden koptuklarını nitelendirmenin ilmi bir karşılığı bulunmamaktadır. Ehl-i sünnet kelamının varlığıdahi İslamcılığın bir kopma olarak nitelendirilmesinin haksızlığını göstermektedir.
Meseleyi anlaşılır kılmak adına başka sorulara müracaatla yol almaya çalışalım!
- Ana gövde tek bir şekilde mi tezahür etmektedir? Yoksa ana gövde pek çok dala vücut vermiş bir kök mesabesinde midir? Bu soru kendi içinde pek çok alt başlık üretmektedir. Mesela Sufilik, Selefilik, İşrakilik, Meşşailik, Ehl-i Hadis, Ehl-i Rey vs ana gövde içinde mi, dışında mı değerlendirilecektir? Bu değerlendirmeyi kim yapacaktır?
- Ana gövdenin tamamlanması ne kadar sürmüştür?
Ana Gövde sadece naslardan mı oluşmalıdır?
Müslümanların tarihsel tecrübesi ana gövdenin oluşumuna ne kadar dahil edilmelidir?
Mütekaddimin ulemadan sonra da ana gövdenin inşa çalışmaları devam etmiş midir?
- Genelde sevad-ı azama uymakla birlikte bazı konularda farklı düşünmek ana gövdeye sırt çevirmek midir?
- İmam Buhari’ye göre imam-ı Azam Ana gövdeden ayrılmış mıdır?
- 16. Yüzyılda Osmanlı toplumunda yaygın olarak yerleşmiş olan para vakıflarını binlerce fakir insanın, ulemanın, öğrencinin istifade etmesi sebebi ile onaylayan Kanuni Döneminin meşhur Şeyhülislamı yapan Ebussuud Efendi bu çok önemli fetvasıyla bir kopuşu gerçekleştirmiş midir? Yoksa para vakıflarının açık bir şekilde riba olduğu ve şer’i hükümleri çiğnediğini düşünerek Ebussud Efendiye saldıran Birgivi’nin mi ana gövde ile problemi bulunmaktadır?
- Vahdet-i Vücud Düşüncesi, Hurufilik, Ebced hesapları, İnsan-ı Kamil Düşüncesi gibi düşünceler bu ana gövde içerisinde kendilerine yer bulmakta mıdır?
Sorular ilanihaye uzatılabileceği gibi bu soruları verilecek farklı cevaplar da ‘kopma, kopuş’ nitelendirmesinin kolaylıkla yapılamayacağını göstermesi açısından önemlidir. Kaldı ki herhangi bir düşünce ekolü kendini ana gövde, diğerlerini kopan parça olarak görme hakkına sahipse bu hakka öncelikle Selefi ekolün sahip olması gerekir. Nihayetinde en azından teorik olarak ana gövdenin sadece naslarla kayıtlı olması gerektiği bu ekol mensuplarınca dile getirilmektedir. Kimbilir belki de asıl mesele ‘kopulduğu iddia edilen tarihten asıl kopmanın o tarihin inşasıyla söz konusu olduğunun çoğu kez unutulmasıdır’ (Lütfi Sunar-İslamcılığı Konumlandırmak Bir başka Hayata Karşı Cilt 1 sayfa 6* Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları 2019) İslamcılığı bir sapma, bozulma olarak görmekle, ebcedin, cifrin, Hurufiliğin, Batiniliğin, zayiçenin, astrolojinin aşılmaz önder şeyh anlayışlarının ve sayılamayacak kadar kök kaynaklarda asılları bulunamayan unsurun dinden kabul edilmesine dair tek kelam edilmemesi de dikkate değerdir. Kaldı ki ‘ İslamcılığı modern bir durum olarak niteleyenlerin, miskinliği, pejmürdeliği, tembelliği, hurafeciliği, bidatçılığı, şerhçiliği, menkıbeviciliği hangi dünyanın ürünü olarak nitelendirdikleri merak konusudur.’ (Metin Ünal Mengüşoğlu-İslamcılık sözüne lügat aranıyor. Gelenek ve Modernlik arasında İslamcılık sayfa 45) Özetle, İslamcılığı bir kopma bir bozulma olarak gören zihniyetin, öz itibari ile geleneği tümden çöpe atarak Kur’an ve Sünnet üzerinden yeniden bir İslam anlayışı oluşturalım diyen zihniyetten bir farkı bulunmamaktadır.
Olayın bir başka yönü kopulan şey’in Gelenek olarak isimlendirilmesi ve Geleneğin karşısına doğrudan Modernitenin yerleştirilmesi yoluyla bir tür aydınlık karanlık ikilemi yaratımı üzerinden gerçekleştirilen karartmadır. Bilindiği üzere kelime anlamı itibari ile Şimdi anlamına gelen modernliğin kazandığı anlam/anlamlar tarihsel olarak yeni sayılabilecek bir geçmişe sahiptir. Kaldı ki Modernlik kavramı da farklı görünümlere ve sürekli değişken bir yapıya sahiptir. Hakeza Gelenek kavramı da Modern dönemlerde şimdiki anlamları ile kullanılmaya başlanan bir kavram olup yine birbirinden farklı görünümlere ve anlam alanlarına sahiptir. Hal böyleyken iki kavram üzerinden kurulan karşıtlık ilişkisine istinaden İslamcılığı Modernliğin neticesi olarak nitelemenin ilmi bir tarafı bulunmamaktadır. Tüm bunlara rağmen ‘İslamcılıkla modernlik ilişkisini inceleyen literatürün önemli bir kısmı İslamcılığın Modernliğin ürünü olan bir ideoloji olduğunu ispatlamaya dönük olduğu söylenebilir. (Yasin Aktay/ Modernleşme ve Gelenek Bağlamında Dini Bil ve Otoritenin Dönüşümü/Modern Türkiye’de siyasi Düşünce/İslamcılık sayfa 347)
‘İslamcılığı bir kopuş olarak nitelendirmek kimlerin işine yarar, hangi maksada hizmet eder? Sorusu tahrik edici olmakla birlikte sahici bir cevaba ulaşabilmek adına mutlaka ceveplanmalıdır. Bize göre son yüzyıllarda Batıya karşı gerçekleştirilen en esaslı meydan okumanın İslamcı olarak bilinen İslami hareketlerden veya ulemadan gelmiş olması vakıası dikkate alındığında İslamcılığın Modernliğin bir hasılası olduğunu söylemekle elde edilecek şey, Müslümanların kendilerine ait özgün bir söylem üretemeyeceklerinden başka bir anlama gelmemektedir. Modernliğe yenilemez, aşılamaz bir güç vehmeden bu söylemle aslında yeniden tahkim edilen şey Modernliğin yine kendisinden başka bir şey olmamaktadır. Kaldı ki İslamcılığın modernlikle bir hesabının olduğu düşüncesi bu denklemde nereye oturmaktadır ve İslamcılığa yönelik birçok Modernist eleştirinin İslamcılığı bir gericilik bir geleneksel olana dönüş hareketi olarak nitelemesi nasıl mümkün olabilmektedir. (Aktay. A.g.e sayfa 349)
Soruya verdiğimiz cevabı Alev Erkiletten bir alıntı ile sonlandıralım. ‘İslamcılık Türköne’nin, Kara’nın ve benzer düşüncedeki diğer yazarların iddia ettiği üzere “ Batı’nın ortaya attığı sorulara ve kabul ettirdiği evrensel değerlere yine Batı’nın verdiği cevaplar doğrultusunda İslam’ın düşünce mirasından cevaplar getirme” çabası olmayıp, İslam’ın ideolojik değer ve hükümleri olarak adlandırabileceğimiz toplumsal yaşama dair düzenlemeleri içeren hükümlerin toplumsal yapıdan uzaklaştırıldığı ya da tehdit altına girdiği tüm zamanlar ve mekânlarda ortaya çıkmış meşruiyet krizlerine cevap arayan düşünce ve eylemler bütünüdür. Bu nedenle modern dönemde ortaya çıkmış nev-zuhur ve iddia edildiği üzere Batılı modernleştirici bir akım olmayıp, tam tersine modernlik öncesi ve sonrasında Müslüman toplumların karşılaştığı tüm meydan okumalarla başa çıkabilmenin yollarını arayan hem eski hem yeni bir düşünce çizgisidir. (Alev Erkilet-Mazlum doğu’nun Mağdur çocukları)
3. İslamcılar yerel otoriteler ve küresel hegemonya/emperyalizm karşısında nasıl bir tutum takınıyorlar?
İslamcı düşüncenin yüz akı olan Hamas’ın Küresel sisteme karşı gösterdiği muazzam direniş gözlerimizin önünde gerçekleşmektedir. Hiçbir beşeri ideolojiye angaje olmadan, mutlak surette Allah’a güvenip yaslanarak ve ellerinden gelen her şeyi ortaya koyarak direnen Gazze halkı, Bedrin aslanlarının bugünkü görünümleridir. 20. Yüzyıldaki en etkili İslamcı hareket olan Müslüman Kardeşlerin Hasan El Benna’nın şehit edilmesi ile başlayıp bugüne kadar gelen 75 yıllık süreçte tüm tazyik, hapiş, işkence ve idamlara rağmen varlığını sürdürüyor olması yine ayrıca ele alınmalıdır. Küresel sistem tarafından darbe ile Mursi’nin devrilmesi, İhvanın yiğit direnişi ve verilen binlerce şehit İslamcılığın aslında bir direniş hattı olduğunu da göstermektedir. Bu bağlamda Hamas’ın İslami direniş hareketinin kısaltılması olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Küresel emperyalizm tarafından desteklendiği hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık olan 15 Temmuz darbe girişimi esnasında Ülkemiz İslamcıların bütünü ile ilk saatlerden itibaren her türlü bedeli göze alarak meydanları doldurmaları meselenin bir başka boyutudur. Ak partinin İslamcı olup olmadığı tartışmasından tamamen uzak olarak İslamcılar oyunu görmüşler ve seçilmiş olanın arkasında durmuşlardır.
Bugün pek çok İslam coğrafyasında İslamcılar Batılı sömürge valilerinin gördüğü işi üstlenen yerel yöneticiler tarafından sindirme operasyonlarına uğramaktadır. İslamcıların önü bir yanda light İslam, liberal islam gibi söylemlerle, diğer yandan tekfirci yapılanmaların önünün açılmasıyla kesilmeye çalışılmaktadır.
Sorunun bir başka boyutu ise doğrudan küresel güçlerin iş tutma biçimlerinin bilinip bilinmemesi ile ilgilidir. Her ne kadar İslamcılar bu konuda sair yönelişlere göre daha iyi durumda olsalar da henüz yeterli değildirler. Küresel sistemin kuruluşunun, işleme ve iş tutma biçimlerinin iyi kavranılması gerekmektedir.
4. İslamcılık ve medeniyet tasavvuru arasında nasıl bir ilişki vardır?
“Medeniyet konfordur Molla. Konforda Londra helalarıdır.” Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul romanında İslami her değere cephe alan doktor Haldun’a bu sözleri söylettirir. Muhafazakâr düşünce arasında oldukça yaygın olan Refah toplumu söylemi de aslında medeniyeti konfora indirgeyen anlayışın bir uzantısıdır. Batılı Türk aydınının genel olarak medeniyet tasavvurunu veren bu anlayışla müslümanların medeniyet tasavvuru arasında oldukça derin bir ayrışmanın olması kaçınılmazdır.
Malik bin Nebi’nin vukufla işaret ettiği üzere İslam medeniyet değil, gökten inen bir vahiydir. Medeniyeti tesis edecek olan ilahi değerlerden aldığı ilhamı zaman ve mekân koordinatları dâhilinde hayata geçirecek olan Müslümanlardır. Açacak olursak; Vahyi anlayacak, yaşayacak ve içinde bulunduğu vasatın karşısına çıkardığı meselelere vahiy kaynaklı çözümler üretecek olan Müslüman Allah tarafından kendisine verilen akıl melekesini en yüksek performans dâhilinde kullanmak mecburiyetindedir. Medeniyeti ortaya çıkaracakta bu performansın niteliğidir. Müslümanlar bu performansı gösterdiklerinde büyük bir medeniyet inşa etmişlerdir. Hakkını veremediklerinde ise kurulan medeniyet çatırdamaya başlamış ve yıkılmıştır.
İslamcılık insani performansın üst düzey kullanımına dikkat çekmekle aslında bir medeniyeti yeniden inşasına da vurgu yapmaktadır. Başta da belirttiğimiz gibi medeniyet tasavvuru asla konfor ve refah hedefi üzerine bina edilmemeli, ,insanın kendisini gerçekleştirmesinin önünü açacak bir tasavvur inşa edilmelidir. Tanrı, kâinat ve insan tasavvurlarının sahici bir biçimde oluşturulması bu yolun olmazsa olmaz ilk adımıdır. Bunun için de evvela bakışlarımızı köklerimize ve İslam Düşüncesine yöneltmemiz, Babanzade’nin deyimiyle kadim olanı yeniden keşfetmemiz gerekmektedir.
Son olarak şehit Seyyid kutup ve Malik bin Nebi’nin medeniyet üzerine gerçekleştirdikleri tartışmaya dikkat çekmek isterim.
5. İslamcıların düşünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir?
Bilhassa akademik camiada İslamcıların üretimlerini küçümseyen söylemlerin belli aralıklarla dillendirildiği tespiti ile söze başlayarak şu soruyu soralım: İslamcılık noktasında bu tarz eleştirilerde bulunanların mensup oldukları yapıların, düşünce sistemlerinin, Çağdaş İslam Düşüncesine katkısı nedir? Bu soruya müşahhas, sahici cevaplar henüz verilmedi. Belki de verilemedi.
Mehmet Akif’in Safahat’ı, Necip Fazıl’ın Çile’si, Sezai Karakoç’un Gün Doğmadan’ı İsmet Özel’in Erbain’i gibi yüz akı şiir hazineleri dönem İslamcıları tarafından yazılmışlardır. Bilhassa erken dönem İslamcılığının edebiyatla ilişkisi oldukça yakındır. Mavera, Edebiyat, Diriliş, Büyük Doğu gibi önde gelen pek çok dergi edebi bir zemine yaslanmıştır. Rasim Özdenören gibi, Cahit Zarifoğlu gibi hikâyenin, romanın dev isimleri bu dergilerde yetişmiştir.
Said Halim Paşa’nın Burhanlarından, Elmalılı Hamdi Yazırın tefsirine, Babanzade’nin Tecrid-i sarih tercümesinden İsmet Özel’in Üç Meselesine, Sezai Karakoç’un nesirlerinden, Akif Emre’nin yazılarına kadar ufuk açıcı pek çok eser yine İslamcılar tarafından üretilmiştir. İslamcıların üretimleri konusunda müphem cümleler kuranlar Sırat-ı Müstakimden başlayarak günümüze gelen süreçte çıkartılan İslamcı dergileri şöyle bir karıştırırlarsa ne dediğimi çok iyi anlayacaklardır.
Çağdaş İslam Düşüncesinin tüm eserleri yine İslamcılar tarafından tercüme edilmiştir. Şimdilerde bazıları tarafından bu durum hayret edilecek bir şekilde İslamcıların ayıb hanesine yazılmaktadır.
İslam Dünyasına baktığımızda ise Yirminci Yüzyılın en çok okunan eserlerinin başında gelen Yoldaki İşaretler, Dört terim gibi kitaplar İslamcılar tarafından telif edilmiştir.
6. İslamcılık düşüncesi küreselleşen dünyada etkin ve kurtuluş reçetesi olabilecek bir fırsatı yakalayabilir mi? Yaşadığımız bu iki binli yıllarda hangi temel zafiyetleri göstermektedir ve bunlardan nasıl kurtulabilir?
İslamcılık, İslam düşüncesinin yeniden üretimini savunmakla gelenekçilerden bu üretimin ilhamını modern değerler dizisine değil vahye ve İslam Düşünce mirasına dayandırmakla İslam Modernistlerinden ayrışmaktadır. Yukarıda kabaca verdiğimiz bu hususiyet İslamcılığın bizatihi gerilimi yüksek bir alanda yer almasına yol açmaktadır. Bir başka deyimle İslamcılık uç beyliği konumundadır, tehlikelere alabildiğine açıktır, fakat genişleme ve derinleşme ancak bu açıklıkla mümkün olabilmektedir. Zaaf alanlarını kudret alanlarına dönüştürebildiği nispette İslamcılık tarihe yön verebilecektir.
İslamcılığın zafiyet noktaları bölgelere göre değişiklik göstermekle birlikte yaşadığımız coğrafya özelinde cevaplarsak, İslamcılığı bekleyen görünür tehlikelerin şunlar olduğunu söyleyebiliriz.
- İslami Hareketlerle bağı koparan bireysel din anlayışı
- Muhafazakarlaşarak dönüşmek
- Selefileşerek dönüşmek
- Modernist islam Anlayışı
- Karamsarlık
7. İslamcılığın etkin olduğu ve olamadığı alanlar nelerdir?
İslami olan her şeyin yok edilmeye çalışıldığı dönemin Müslümanların ufuklarının daralmasına yol açtığı, dinin folklorik, milli bir özellik olarak anlaşıldığı günlerde İslamcılık düşüncesi dinin ne olduğu konusunda Müslümanların zihinlerinin sarahate kavuşması noktasında rehberlik etmiştir. Sair coğrafyalardaki Müslümanlarla kardeş olduğumuzu, bir bütünün parçaları olduğumuzu, ulus devlet sınırlarıyla kalbimin ve zihnimizin mahkûm olmadığı gerçeği yine İslamcılıkla tekrar unutulmaya bırakıldığı yerden kaldırılarak hayata döndürülmüştür. İslam’ın bir bütün olduğu, hayata seslendiği, Müslüman olmanın bir kuru tanrı inancına sahip olmaktan çok daha fazlasını içerdiği hususları yine İslamcılar tarafından gündeme tekrar sokulmuştur.
İslamcılık Düşüncesi, Türkiye’de İslami değerleri savunan bir partinin ve bu parti zemininde şekillenen yapılanmanın önünü açmıştır. Milli Nizam, Milli Selamet ve Refah Partisi çizgisi üzerinde İslamcıların siyasete dair görüşlerinin etkisi sanıldığından çok daha fazladır. Bu partilerle müslümanlar, Demokrat Parti, Adalet Partisi ve devamı olan partilerle iş tutmayı bırakmışlar ve kendi görüşlerini mümkün olduğu kadarı ile sistem içerisinde ifade etmişlerdir. Bu açıdan Türkiye’nin siyasal tarihinde İslamcıların altmışlı yıllardan sonra etkin olduklarını belli kayıtlara söylemek mümkündür.
İslamcılık Düşüncesinin toplumun takva ekseninde dönüştürülmesi noktasında etkin olmadığını düşünmekle beraber bir damarın muhafazası ve devamını sağlaması haysiyetiyle oldukça önemli bir yere sahip olduğunu düşünmekteyim.
İslamcılığın başta sinema ve tiyatro olmak üzere görsel sanatlarda ,yine musiki alanında zayıf kaldığını da yarıca belirtmek gerekmektedir.
8. İslamcıların ortak özellikleri nelerdir? Bu ortak noktalar üzerinden bir imkân/fırsat oluşturulabilir mi?
İslamcıların asla vazgeçilemeyecek ortak özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
- Her Müslümanı kardeşi bilen, ümmete dair derin şuur.
- Allah’tan ve bizler için seçtiği dinden emin olma.
- İslam Düşüncesinin mahiyetini kavrama ve düşünce ile İslam arasındaki irtibattaki farkındalık
- Sömürgeciliğe karşı mücadele
- İslam’ı parçalara ayıran her türlü yaklaşıma karşı durma
- Ezoterik, batıni yorumların ilahi hükümleri alt üst etmesine karşı duyarlılık gösterme.
- İlm-i halin bilgisine sahip olma.
İslamcılığın imkânı tam olarak sahip olduğu bu vasıflardan vücut bulmaktadır.
9. İslamcılara yöneltilen başlıca ithamlar nelerdir?
- İslamcılık zaman içinde dini anlamada yaşanan problemli alanlara sıklıkla işaret etmiş ve mevcut sorunların çözümü için ana kaynaklara tekrar tekrar bakma söylemini dile getirmiştir. İslamcılık mazide yaşamış ulemanın içinde yaşadıkları dönemin sorunlarına buldukları bazı çözümlerin modern dünyada artık sorunları çözmediğine ve yine İslam’ın temel kaynaklarından alınan ilhamla yeni çözümlerin üretilmesi gerektiğini üzerinde durmuştur. Temel kaynaklar vurgusu ile İslamcılığın Selefi bir mahiyete sahip olduğu ileri sürülmüştür.
- İslamcıların ilmihal gereği modern durumlara ve problemlere işaret etmesi sebebi ile İslamcılığın modern bir hareket olduğu ya da Modernliğin neticesi olduğu da ileri sürülmüştür.
- Dini anlamanın metinleri sadece lafzi okumaya tabi tutmakla mümkün olmadığına vurgu yapmaları İslam Modernistliği ile itham edilmelerine de yol açmıştır.
- İslamcılığı Batı Karşısında bir duruş olması onun reaksiyoner olarak gösterilmesine sebeb olmuştur.
- Eklektizm suçlaması.
İthamları uzatabiliriz. İthamların bir kısmı konuya hâkim olmamaktan ya da bazı İslamcı düşünürlerin, düşüncelerinin genellenmesinden kaynaklanmaktadır. Abduh’un kimi mucizeleri yorumlayış biçiminden hareket edilerek bu düşüncelerin İslamcılığın tümüne mal edilmesinde olduğu gibi. Kimi ithamlar sapla samanı birbirinden ayırt edemeyen sathi bakışlardan neşet etmektedir. Kaynaklara dönüş söylemi sebebi ile İslamcılığın aynı anda hem Selefilik hem İslam Modernizmi ile itham edilmesi gibi. İthamların tehlikeli olanları ise bilhassa manipülasyon içerenleridir.
10. Post-İslamcılık tartışmaları hakkında neler dersiniz?
Herhangi bir beşeri ideolojinin toplumda yaygınlaşması için iktidarı ve gücünü her türlü kullanabilir, basına mutlak sansür uygulayabilir, yargısız infazlar gerçekleştirebilir, tiyatroyu andıran mahkemeler, işkence merkezleri oluşturabilir bunlar da yetmezse belli aralıklarla darbeler yapabilirsiniz. Seküler, laik bir ideolojinin tahkimi adına tüm bunları gerçekleştirmek meşrudur. Kemalizm adına bu meşrudur, Marksizm adına bu meşrudur, Amerika’nın İsrail’in, İngiltere’nin Fransa’nın adına tüm bu eylemleri yapmak meşrudur. Meşru olmayan şey Müslümanların yerli/yabancı sömürgecilerden kurtulma, kanlarını emen vampirleri def etme yolunda gösterdiği kararlılıktır.
Post İslamcılık tartışmalarının aslı esası yukarıdaki paragrafta yer almakta ve özetle şunlar söylenmektedir: Siz kimsiniz ki küresel sisteme kafa tutma cesaretini kendinizde buluyorsunuz. Sizleri böcek gibi ezeriz. Haddinizi bilin, izin verdiğimiz yerlerde izin verdiğimiz şekilde yaşayıp gidin…
İslamcılar içerisinde mağlubiyetin getirdiği ruh hali ile asli değerlerini bırakanlar olduğu gibi, siyasi konjonktürü dikkate alarak vurgu noktalarını değiştirenler de bulunmaktadır. Post İslamcılık tartışmaları genellikle bu iki vasfı taşıyanlar tarafından dile getirilse de kavramın kimler tarafından ve hangi amaçlarla dile getirildiği dahası bu kadar yaygınlık kazanmasını sağlayan enstrümanların niteliği üzerinde dikkatle düşünülmelidir. Kavramın mucidi Asaf Bayat orijinal şekli ile kullanıldığında Post-İslamcılığın sadece İran Cumhuriyet gerçekliğine uygun olduğunu ve diğer toplumlarla uyuşmadığını fakat kavramın özündeki ruhun İslam’ın içeriden ve dışarıdan yaşadığı dönüşüme işaret ettiğini, o günden bu yana Avrupadan ve farklı ülkelerdeki gözlemcilerin kavramın militan İslamcıların tavırlarındaki ve stratejilerindeki genel değişime referansla kullanıldığını belirtse de (Post –İslamcılık, Asef Bayat, Litera yayıncılık sayfa 26) aslında söylenmek ve yapılmak istenen şey açık biçimde dinin sekülerleştirilmesi ve Müslüman halkların tüm direnç noktalarının böylelikle imhasıdır.
11. Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bir önceki soru ile bağlantı olarak şunlar söyleyebiliriz. Müslümanlar yozlaşarak uzlaşmanın bir diğer adı Post- İslamcılık tarzı yaklaşımlardan uzak durup Nebevi ilkelerden ilhamla yollarına devam etmelidir. Aksa Tufanı bu açıdan aslında bildiğimiz(biliyoruz çünkü Kur’an okuyoruz) fakat yoğun sıkışmışlığın verdiği ruh haliyle unuttuğumuz asli değerlerimizi bizlere tekrar hatırlatmıştır. Hayat, iman ve cihaddır, Müslüman dinini pazarlık masasına asla yatırmaz, köle olarak yaşamaktansa direnerek ölmek gerekmektedir.