Farklı İslamcılık anlayışları mümkün mü? İslamcıların düşünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir? Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri nedir? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "İslamcılık" dosyasında Cihan Aktaş'a sorduk.
1. İslamcılık tanımınız nedir? Farklı İslamcılık anlayışları mümkün müdür? Bu farklılıkların birbirine zıt hale gelmesi kabul edilebilir mi?
İslamcılık dönemsel bir dalgadır bana göre, dönemin sorunlarını tanımlamak ve çözmek üzere çeşitli okuma ve faaliyetlerle yükselir, hayatın öne sürdüğü yeni sorunlara ve bu sorunların birikmiş olan başkalarıyla birlikte oluşturduğu açmazlara cevaplar bulmaya çalışır. Sorular ve cevaplar ortaya koyduktan sonra da geri çekilir. Gelimli gidimlidir. Farklı İslamcılıklar mümkündür, esasında bu kaçınılmazdır da, çünkü Müslümanlar sabit bir kütle değil… Halkın seçimlerine saygılı, toplumcu, Doğucu veya Batıcı olmayan İslamcı hareketlerle de karşılaşıyoruz, otoriter, egemenlikçi, tek bir ses doğrultusunda bir nizamı yücelten İslamcılık hareketleriyle de… Halkın seçimlerine saygılı İslamcılığın söylemleri, geliştiği toprakların ortak değerlerini yabana atmaz, hor görmez, bunlar yokmuş gibi yapmaz. Ayrıca ataerkil ya da demokrat İslamcılıklardan söz edebiliriz. Kadın haklarını gündemine alan İslamcılıkla erkek-egemen bir İslamcılık farklı dillere sahiptir. Aliya’nın İslamcılığıyla Musa Carullah’ın ve Malcolm X’inki birbirine yakındır ama Abdülhamit’in İslamcılığıyla Mehmet Akif’inki arasında büyük fark olduğu açık.
Bunu genç kuşaklar bilmez: Devrim, demokrasi, kadınların ezilmişliği, modern sanat ve edebiyat, maddi kalkınma sorgulaması... Müslümanların gündemine 80’lerde yükselen İslamcı hareketle girdi. 80’ler İslamcılığının toplanma ve kendini ifade zeminlerinden biri, edebiyattı, edebiyat dergileriydi. Ancak aynı dönemlerde roman okumanın boş bir iş olduğunu savunan İslamcılara da rastlardınız.
2. İslamcılık modernliğin bir sonucu mu yoksa kadim bir akım mıdır?
İslamcı hareketler gelimli gidimlidir. İslam tek. Bin yıl önce, İslamiyyun adıyla anılırdı İslamcılık. İslamcı hareketler çeşitli ve dönemseldir. Dönemler değiştikçe yeni sorular ve ihtiyaçlar kendini gösterir. İlmi veya siyasi otoriteler bu değişimleri dikkate almadıkları takdirde, toplum onlara bunu hatırlatır. Yeni dinamikler çıkar ortaya, yeni özneler, yepyeni söylemler.
3. İslamcılar yerel otoriteler ve küresel hegemonya/emperyalizm karşısında nasıl bir tutum takınıyorlar?
İslamcılar tek bir çizgi veya mizaca sahip olmadıkları için farklı tepkiler veriyorlar. Esasında İslamcılar bütün olarak küresel hegemonya ve emperyalizm karşısında sorgulayıcı olsalar da, konu yerel otoritelerle bağlar olduğunda sıklıkla muhafazakar bir dil ve söylemle de karşımıza çıkabilirler. İyi bildiğimiz bir zeminden, Türkiye’den örnek verecek olursak, kimi İslamcılar, mütedeyyin kesimlerin geçmişte maruz kaldığı baskıları hatırlatarak, ilkesel olarak katılmadıkları hükümet politikaları karşısında daha sabırlı bir tutum izlemeyi tercih ediyor, sessiz kalıyor şimdilerde. Ancak bu da bir tür sağcılaşma görüntüsü verdiği için genç kuşakların kafasını karıştıran bir etki oluşturuyor. Sözünü bastırmanın sebep olacağı bir kireçlenme hâli yayılıyor o durumda topluma, bir suskunluk sarmalı oluşuyor ve bütün bunlar da esasında hükümet politikalarına zarar veriyor. Bana kalırsa Türkiye’de İslamcılık 2010’a doğru geri çekilmeye başlamıştı. Bunun sebeplerini o tarihlerde İslamcılık-Eksik Olan Artık Başka Bir Şey isimli kitabımda açmaya çalışmıştım.
4. İslamcılık ve medeniyet tasavvuru arasında nasıl bir ilişki vardır?
Medenilik bütün dinlerin arka arkaya gerçekleştirme çabası içinde olduğu bir nitelik, bir hayat çerçevesi, ufku, muaşereti. Ancak konu medeniyetler yarışı olduğunda fetih ve zafer arzuları ufku örterek körleşme ve çürümeye sebep olabilir. Medeniyet gözyaşı nedir bilmez, demişti Aliya. Her medeniyet sürekli yayılma, sürekli kalkınma gibi sebeplerle taşlaşmaya veya kirlenmeye açıktır. Esnek kılan veya durulayan ise eleştirel düşünceye açıklıkla gelişen kültürdür, bir bakıma sizin kendi döneminizde oluşturduğunuz dil, sürdürdüğünüz üretim ve böylelikle herkesin hayatına kattıklarınızdır. Esasında İslamcılık büyük ölçüde işte bu tür katılaşmalar konusunda sorular sorma, eleştirilerde bulunma ve tekliflerde bulunma gereğiyle de yükselen gelimli gidimli bir dalgadır bana göre.
5. İslamcıların düşünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir?
Açık ki Türkiye’de İslamcıların ağırlıklı bir şekilde meşgul olduğu edebiyat türü şiirdir, bir on yıldır öykü türü aldı şiirin yerini. Son birkaç yılda roman alanında da bir hareketlilik var. Öykü yayıncılığının bu denli yoğun olduğu bir dönem daha önce yaşanmadı muhtemelen… Genç yazarlar sanki, bir Şehrazat kaygısıyla, bir kurtarma sorumluluğu içinde ‘‘Ne yapmalı?’’ sorusunun cevabını öyküleştirmede arıyorlar, öyle geliyor bana.
Sinemada dikkate değer bir atılım gerçekleştiğinden söz edemesek de şöyle bir gelişmenin altı çizilebilir: Özellikle 90’lardan itibaren 60’larda da kendini hissettirmiş hatta dönemin sinemasını ‘‘halkın taleplerini dikkate alma’’ yönünde değiştirmiş bir sinema anlayışı her kesimden sinemacının eserinde canlanmaya devam ediyor. Söz konusu olan bu topraklarda yaşanmış çeşitli tecrübelerin düşmanca veya romantik olmayan yorumları. Beri taraftan dijital teknoloji devrimi kısmen klasik sinema yapısını merkezilikten uzaklaştıracak bir etki oluşturdu. Demek istediğim artık sinema denildiğinde önce Hollywood gelmiyor akla, Godard geliyor, Kiyarüstemi, Kurosawa, Mecidi, Asgar Ferhadi, Nuri Bilge Ceylan geliyor. Tarkovski her zaman belirleyici bir olgu. Türkiye’den ise Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim, Murat Pay gibi yönetmenler, Metin Erksan’ın, Ayşe Şasa’nın, Lütfi Akad’ın açtığı yolda ayağı bu topraklara basan filmler yapıyorlar. Sinema ne ucuz ne de kolay bir sanat, bu nedenle de ne yazık ki pek az kadın ismi verebiliyoruz böyle sıralamalar yaparken. Ancak teknolojik devrimle birlikte yaygınlaşan pratiklerin zemininde kadın sinemacıların da azımsanmayacak bir yer tuttuğunu fark ediyorum.
Müslümanlığın muhafazakarlığa değil de sanatsal bir hayat tarzına yakın olduğunu düşünürüm. Bunu sağlayan da aslında İslamcılığın yeni okumalar ve sorularla oluşturduğu devinim, hareketliliktir. Haddizatında sanat gibi siyaset de ancak "başka türlü"nün arayışını üstlendiği ölçüde umut uyandırabilir.
Konfor bozumu, büyü bozumu… İslamcılık 70’lerden itibaren bir otuz yıl boyunca sanat ve edebiyat alanında ‘‘bir başka’’nın arayışı içinde oldu. Sezai Karakoç’un İkinci Yeni içindeki yeri çok yaygın bir örnek değil, biliyorum. Ancak ‘‘Bir Şeylerle Mukayyetiz Efendim Serbest Değiliz’’ şiirinin şairi Turgut Uyar’ın da Karakoç şiirinin mayalandığı iklime o kadar yabancı olmadığını gösterir başat imgeleri.
6. İslamcılık düşüncesi küreselleşen dünyada etkin ve kurtuluş reçetesi olabilecek bir fırsat yakalayabilir mi? Yaşadığımız bu iki binli yıllarda hangi temel zaafiyetleri göstermekte ve bunlardan nasıl kurtulabilir?
Yukarıda dile getirdiğim üzere İslamcılık düşüncesinin böyle bir fırsatı yakalayabilmesi, içinde bulunulan dönemin ruhunu kavrama çabasıyla birlikte mümkün. Unutmamak gerekiyor ki artık bazı ülkelerde neredeyse küçük bir Müslüman ülkeninki kadar Müslüman nüfus yaşıyor. İslamcılar öncelikle düşünsel bağlamda ve pratikler açısından da kendi son yüz yıllık dönemlerinin ciddi bir eleştirisini yapmalıdır. Bu alanda en önemli zaaf ne yazık ki İslamcılığı sağcılaşmaya yatkınlaştıran okuma tembellikleri. Bu da iktidar ilişkilerinde körlüğe yol açarken neticede bütün olarak hakkaniyet açısından güven veren bir konumdan uzaklaştırıyor mensuplarını.
7. İslamcılığın etkin olduğu ve olamadığı alanlar nelerdir?
80’ler İslamcılığı, çok yönlü, kamusal, kültürel ve siyasal veçhelere sahip bir mücadeleyle, önyargılı ve sınırlı bir yapısı olan verili sistemi çeşitli kurallarından vazgeçerek değişmeye, bir bakıma esnemeye mecbur etti. Ancak bu zorlu mücadelenin ardından geçen yıllar içinde, geçmişin kabuslarının geri geleceği endişesine bağlı olarak, çoklu konuşma alanlarının silikleşmesi ve bununla gelen yargı(lama)ların da haksızca sürdürülmesi karşısında edilgen hatta suskun bir tutum izledi ‘‘yorgun’’ mensupları. Bana göre bu tür bir edilgenlik esasında -konjonktürel bir dalga olan- İslamcılığın tabiatı gereği bir yetmezlikle bir kez daha geri çekilmekte olduğunun da göstergesidir. Aynı atılım ve geri çekilme kadın meselesi, çevrecilik ve şehircilik konularında da gözlemlenebilir. Hayatın durağan yürüme gibi bir lüksü yok. Her dönemi aynı dille hatta benzer ezberlerle yorumlayamazsınız. Şair’in dediği gibi, her seferinde Müslümanlardan kaçıp Müslümanlığa sığınmaktır İslamcılık bir bakıma.
8. İslamcıların ortak özellikleri nelerdir? Bu ortak noktalar üzerinden bir imkan/fırsat oluşturulabilir mi?
Toplum olarak yaşadığımız açmazların bir sebebi de kendini halka borçlu hissederek “Ne yapmalı?” diye sormaya devam eden İslamcılarla kendini sürekli haklı ve alacaklı gören muhafazakarların söylemlerindeki karışma.
Ortak en önemli özellik samimiyet olmalı, onu da eleştirellik ve istişare takip etse, bir güven duygusu yayacağı için birçok problem aşılabilir. Gelgelelim, seslerini en fazla, ellerine tutuşturulan paket davalar karşısında sorgulamalara gidenleri tekfir için yükselten kesimler de bugün İslamcılıklar içinde değerlendirilebiliyor. Bir hareket üzerinde olumlu ve yapıcı etkisi olmuş İslamcılar barış ihtimali var iken savaşı kışkırtmazlar. Rövanşta adalet olmadığını bilirler. Adaleti gözetmekten daha öncelikli bir gayeleri de olmaz. Bu takdirde, öyleyse, etkin ve tepkin, olumlu ve olumsuz İslamcılıklardan söz edilebilir.
Kolayca dolduruşa getirememeli kimse sizi, bir aklınız var, yüreğiniz; hayalleriniz var, umutlarınız da olmalı. Diğerkamlık (empati) kişilikli insanın harcıdır. (Aliya) Sen onun yerinde olabilirdin o da senin yerinde.
9. İslamcılara yöneltilen başlıca ithamlar nelerdir?
Çoğu zaman sağ kalkınmacı politikaların hata ve zaafları İslamcılığa mal edilir, kimi aktörlerinin geçmişte İslami söylemleri dillendirmiş olmasından hareketle. İronik olan ise bazen kişi veya grupların İslamcılık adına böylesi hata ve zaaflarla yüzleşecek yerde bunları örtbas etme çabasıdır. Bu da o kadar anlaşılmaz değil gerçi, çünkü İslamcılıklar türlü türlü olduğundan çeşitli akım ve yapılarla kesişme noktaları hatta satıhları ortaya çıkması olağan. Beri taraftan, 80’lerde İslamcılığın ana hattını oluşturan kesimlerin zaman zaman sanat, güzellik, felsefe, kadın hakları, çevre sorunları gibi konularda yetersiz görüldükleri, dahası bu olgu ve alanlara önem vermeme gerekçesiyle suçlandıkları olur. İslamcı gruplar, bir kesintinin veya kopuşun ucunda ve uzun zamandır modernliğin zıddı olarak tanımlanan yeni bir hayat tarzını denerken bazen yanılgılara düştüler, biçimsel davrandı, sekterleşti veya gerçeklikten (somut mekandan ve dilden) koptular. Ancak bu tür yanılgılara, aynı şartlar altında başka bir akım da düşebilirdi. Çeşitli olgular uzaklar üzerinden konuşulur, eleştiriler de yine uzaklar üzerinden yapılırken hemen şimdi burada yaşanmakta olana yönelik sözün geçerliğini yitirmesine yol açabilecek bir bağlam kopukluğu kaygı uyandırmalıdır elbet. Bu konularda ilk eleştiriler de İslamcıların arasından gelmiştir gerçi. Camus’nun ‘’Başkaldıran İnsan’ının Sovyetler eleştirisi içeren son bölümleri bu gözle de okunabilir.
10. Post-İslamcılık tartışmaları hakkında neler dersiniz?
Tabii bir süreç. İslamcılık donuk bir kalıp değil, dönemsel bir dalgadır. Soru ve faaliyetlerle dolu yeni bir anlama çabası içindeyiz şimdilerde, gerçi henüz ilk adımları atılıyor belki de.
11. Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bir sarsılmaya yol açtığı muhakkak. Küresel bir direniş cephesi oluştu Gazze konusunda. Geleceğin dünyasını şekillendiren ölçülerden biri artık Gazze. İsrail geçmişte olduğu gibi saldırı ve katliamlarını manipüle edemedi. Kendi sınırları içindeki gençleri bile iknada zorlanıyor artık. Çıkarlarını göz ardı etme pahasına Gazze’yi, Filistin’i destekleyenler, bir millet oldular. Sosyal medyanın da büyük bir payı var şüphesiz bu gelişmelerde. Sansürcü ve manipülatif yöntemler eskisi kadar başarılı olamadı.
Açıkçası ülkemizde İslamcı söylemlere sahip sivil toplum kuruluşları bu defa geçmişte gerçekleştiği ölçüde bütüncül ve yaygın tepkiler ortaya koyamadılar bu ağır zulme karşı. Protestolardaki dağınıklık, son on-on beş yıldır vuku bulan her şeyi hükümetten bekleme eğiliminin yaşattığı bir zaafla alakalı belki de. Hükümetin İsrail’le ticari ilişkileriyle ilgili haberler de Gazze konusundaki tepkileri sınırladı. Hepsinden önemlisi, küresel planda zihinsel konforları bozan, söylemsel statükoları eskiten bir etki oluşturduğu için de bütün protestolar ister istemez geriden takip ediyor Aksa Tufanı’nı.