Kamil Ergenç: İslamcılık günümüze kadar dünyanın farklı coğrafyalarında sömürge karşıtı hareketlere ilham vermiştir

  • Paylaş:
  • Tarih: 18 Ağustos 2024     Y: Kamil Ergenç    Yazdır
img
Kamil Ergenç: İslamcılık günümüze kadar dünyanın farklı coğrafyalarında sömürge karşıtı hareketlere ilham vermiştir

İslamcılık modernliğin bir sonucu mudur yoksa kadim bir akım mıdır? İslamcılığın etkin olduğu ve olamadığı alanlar nelerdir? Post-İslamcılık tartışmaları hakkında ne söylenebilir? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "İslamcılık" dosyasında Kamil Ergenç'e sorduk.  

1. İslamcılık tanımınız nedir? Farklı İslamcılık anlayışları mümkün müdür? Bu farklılıkların birbirine zıt hale gelmesi kabul edilebilir mi?

İslamcılık; ilahi vahiy bilgisi, nübüvvet pratiği ve bu bilgi-pratikle mütenasip geleneksel birikimden ilham alarak, özelde Müslüman toplumları genelde insanlık ailesini, bugünün küfrünü/zulmünü üreten seküler-ırkçı-sömürgeci-pozitivist aydınlanma ideolojisinin tahakkümünden/hegemonyasından kurtarmak üzere teşekkül etmiş bir ideolojidir. Zulmün (emperyalist-siyonist-kapitalist-kolonyalist v.s bütün türevlerine karşı) örgütlü-sistematik-siyasal bir mücahede kültürü inşa ve ikame etmeyi şiar edinir. BU bağlamda birbirine zıt İslamcılık anlayışlarından değil, birinin eksik bıraktığı ya da üstesinden gelemediği soru(n)ları üzerine alan yani işbölümü yapan bir anlayıştan bahsedilebilir. Farklılıkların birbirini itmesi, iptal etmesi, aşındırması, pörsütmesi kabule şayan değildir.     

2. İslamcılık modernliğin bir sonucu mu yoksa kadim bir akım mıdır?

İlk bakışta İslamcılığın modern bir ideoloji olduğu söylenebilir. İslam dünyası toplumlarının sömürgeci-ırkçı-kapitalist kuşatmaya/dayatmaya/hegemonyaya karşı özgürlüğünü-bağımsızlığını kazanmasını öncelemiştir. Başlangıçta Batı karşısında alttan alan, yaranmaya çalışan, sentezci, apolojist (özür dileyici) bir perspektifle hareket etse de zamanla bu tutumundan sarfınazar etmiştir. Öte yandan Müslümanların tarihine nazar ettiğimizde sınırların genişlemesiyle ortaya çıkan yeni durumlara çözüm amaçlı veya senkretik- heterodoks akımların içtimai hayatı kemiren/çürüten tutumlarının yaygınlaşmasını engelleyen ya da haçlı-moğol saldırıları sonrası ortaya çıkan zaafların aşılması bağlamında çeşitli akımların/ekollerin varlığına tesadüf ederiz. İslamcılığı bu ekoller/akımlar zaviyesinden değerlendirmek kanaatimce daha isabetlidir. Bu durumda İslamcılığın modern dönemle sınırlandırılamayacağı gerçeği belirginleşir.    

3. İslamcılar yerel otoriteler ve küresel hegemonya/emperyalizm karşısında nasıl bir tutum takınıyorlar?

Ulus-devlete geçişle birlikte Müslüman toplumlar büyük bir zihinsel travma yaşadı. Her ulus kendisini tarihin öznesi ve diğer uluslardan ayrıcalıklı/imtiyazlı olarak kodladı. Bu kodlama yerel otoriteler tarafından anayasal yurttaşlık temelinde sistematize edildi, kamusallaştırıldı ve eğitim-öğretim-medya aracılığıyla sürekli kılındı. Böylece uluslar birbirine yabancılaştı ve kendi bencillikleriyle büyülendi. İslamcılar bu travmayla yüzleşmeye çalışsa da başarılı olamadı. Çünkü bu endoktrinasyon (aşılama) süreci büyük ölçüde onları da etkiledi/kuşattı. Nihai kertede İslam dünyası toplumları ulusal bencillikleriyle avunan bir gerçekliğe mahkum oldu. Bu durum emperyalizmin işini kolaylaştırdı. Çünkü modern seküler uygarlık (ve onun mütemmim cüzü emperyalizm ve kapitalizm) bütünlükten hoşlanmıyor , parçala(n)mayı arzuluyordu. Etnik ve mezhebi argümanlar parçala(n)mayı kolaylaştıran unsurlar olarak öne çıkarıldı. İslamcılar emperyalizme karşı çıksalar da ulus-devlet realizmiyle gerçek anlamda yüzleşemedikleri için farkında olmadan emperyalizmin muradına uygun bir eylemlilik içinde buldular kendilerini… Türkiye sathında ise özellikle soğuk savaş yıllarında anti-komünist duyarlılık ısrarla öne çıkarılırken, kapitalizmin ülkenin kılcallarına kadar nüfuz edişi özenle dikkatlerden kaçırıldı. Bu dönemde gelenekten tevarüs edilen işraki-sufi-mistik akımlar aracılığıyla toplumsal bünye hem apolitik (siyasal olmayan) hem de depolitik (siyasetten soyutlanan/siyasetsiz) bir “din diline” mahkum edildi. Böylece toplumsal bünye modern paradigmanın siyasal-iktisadi-hukuki-akademik dayatmalarına karşı savunmasız kaldı ve verili olanın belirlediği sınırlar içinde kısır döngüye mahkum edildi. İslamcılık kendi siyasal söylem-eylem pratiğini üretemediği için emperyalist-kapitalist tahakküm karşısında edilgenliğe mahkum oldu. Gelinen noktada muhafazakar demokrasi (ki burjuva Protestan kültür kodlarından esinlenmiştir) İslam’ın siyasal diliymiş gibi formüle edildi. Bu durum çok ciddi bir zihinsel savrulmaya işaret eder.       

4. İslamcılık ve medeniyet tasavvuru arasında nasıl bir ilişki vardır?

Esasında bu iki olgu arasında birinin diğerini tamamlayıcı ya da biri olmadan diğerinin anlaşılmasını güçleştiren bir ilişki söz konusu değildir. Ancak Batı’nın “civilisation” dediğini 19.yüzyıl Osmanlı münevverleri “medeniyet” olarak tercüme edince aralarında ilişki kurma zarureti ortaya çıktı. Oysa ki Batı’nın “civilisation” dediği Avrupamerkezci bilgi-fikir-yorum temelinde şekillenmiş somut ve soyut (kavramsal ve kurumsal) gerçekliklerden ibaretti. Halbuki İslamcılık zaten Avrupamerkezi bilgi-fikir-yorum sistemine karşıydı. Çünkü Batı’nın bilgi dediği şey ilahi vahiy bilgisini ve nübüvvet pratiğini içermiyordu. Dolayısıyla İslamcılıkla temelde bir uzlaşmasızlık söz konusuydu. Lakin önce Tanzimat akabinde ise Islahat fermanlarıyla Batılılaşmayı şiar edinen Osmanlı münevverleri/bürokratları medeniyeti (civilisation) matah bir şey zannederek dilimize kazandırdılar. İslamcılar da bu kavramı Medine-şehir ile ilişkilendirerek vahiy-nübüvvet çizgisiyle irtibatlandırmaya çalıştı. Ortaya çıkan şey ise oldukça muğlak ve amorf(biçimsiz)tu. Sürekli geçmişe atıf vardı ve bu geçmiş genellikle Selçuklu-Osmanlı idi… Dolayısıyla medeniyet geçmişin kazanımlarıyla övünme anlamı dışında bir içerik kazanamadı.    

5. İslamcılık düşüncesi küreselleşen dünyada etkin ve kurtuluş reçetesi olabilecek bir fırsat yakalayabilir mi? Yaşadığımız bu iki binli yıllarda hangi temel zaafiyetleri göstermekte ve bunlardan nasıl kurtulabilir?

Bugünün dünyasına ruh üfleyecek, dinamizm kazandıracak, insan olma ve insan kalma mücadelesine omuz verecek yegane ideoloji İslamcılıktır. Halihazırda Kudüs/Gazze direnişi bunun apaçık göstergesidir. Direniş, İslami referanslar temelinde sömürgeci-ırkçı-seküler-pozitivist Batı uygarlığına karşı destansı bir mücadele veriyor. İbrani-Hıristiyan ittifakıyla oluşan modern/post-modern paradigmanın surlarında onarılması güç gedikler açıyor. İnsan olma ve insan kalma mücadelesine rehberlik ediyor. Direnişin bu “paradigma dışı” duruşu-tavrı-tarzı-tutumu takdir edilir, örnek alınır ve sürekli kılınırsa buradan insanlık ailesinin felahına giden bir yol bulunabilir. Lakin üzülerek müşahede ediyoruz ki, İslam dünyası toplumları/otoriteleri direnişi yalnız bıraktı. Yukarıda işaret etmeye çalıştığımız etnik-mezhebi bencillikler ve siyasal bilinci dışlayan işraki-mistik-batıni “din dili” nedeniyle Müslüman toplumlar direnişin asaletini takdir edemediler. Onu barbarların vahşi saldırıları karşısında yalnız bıraktılar. İslam dünyası toplumlarına vaziyet eden yerel otoriteler, Türkiye’de de açıkça görüleceği üzere, büyük bir acziyet ve utanç verici bir teslimiyet içerisinde küresel siyonizme –emperyalizme-kapitalizme teslim olmuş durumdalar. Bu acziyetin-teslimiyetin nedenlerini konuşmadan/yüzleşmeden bir çıkış yolu bulmak kanaatimce zor.  Türkiye özelinde;

1) Modern/post-modern paradigmanın epistemik referanslarının İslam nokta-i nazarından reddi ve İslami bilginin özgürleştirilmesi

2) Kemalizm ile Siyonizm arasındaki doktrinel ortaklık

3) Ulus-devlet realizminin burjuva Protestan kültür kodlarıyla ünsiyeti ve kapitalist-emperyalist-sömürgeci perspektifle uyumu

4) Gelenekten tevarüs ettiğimiz işraki-batıni-mistik din dilinin karakteristiği ve kritiği (bu din dilinin özellikle soğuk savaş sürecindeki işlevi)

5) Emperyalist-kapitalist globalleşmenin Türkiye’den beklentileri

Başlıklarının ivedilikle teşrih masasına yatırılması gerektiği kanaatindeyim.

6. İslamcılığın etkin olduğu ve olamadığı alanlar nelerdir?

İslamcılık 19.yüzyılın ikinci yarısından günümüze gelinceye kadar dünyanın farklı coğrafyalarında sömürge karşıtı hareketlere ilham vermiş, Avrupalı-Amerikalı beyaz adama karşı onurlu-izzetli bir mücadeleye öncülük etmiştir. Bu uğurda büyük bedeller de ödemiştir. Türkiye’nin İstiklal Harbi’nde, Afganistan’ın İngiliz-Sovyet-ABD sömürüsüne/işgaline karşı direnişinde, ABD güdümlü şah rejiminin İran’da devrilmesinde, Filistin’de siyonizme karşı verilen mücadelede, Kafkasya direnişinde, hasılı kelam, anti-emperyalist ve anti-kolonyalist tüm direnişlerde İslamcılık etkin rol oynamıştır, oynamaya devam etmektedir. Ancak direniş sürecindeki motivasyonunu, üretkenliğini, özgünlüğünü direniş bittikten sonra kurucu siyasal-iktisadi-hukuki iradenin inşa ve ikamesinde gösterememiştir. Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere, İstiklal Harbi’nin kazanılmasında mühim rol oynayan İslamcılık harp sonrası siyasal-iktisadi-hukuki-akademik sürecin şekillenmesinde etkili olamamış, verili olanın sınırlarına hapsolmuştur. Gelenekten tevarüs ettiğimiz siyasal bilince yabancı (edilgen-pasif-itaatkar-uysal) din dilinin bu durumun oluşmasında çok etkili olduğu söylenebilir. Nitekim sözünü ettiğimiz gelenek siyaseti “Allah’a sığınılması gereken fiil” olarak niteleyerek sonraki kuşaklara bu edilgenliği miras bırakmıştır. Osmanlı’nın savaşçı ve çiftçi olarak istihdam ettiği Anadolu halkının “reaya(sürü)”  statüsüne razı edilmesi, okuma-araştırmaya dayalı kitabi bilgi yerine masal-menkıbe odaklı şifahi bilgilenmenin öne çıkarılması, merak duygusunu harekete geçirecek talim-terbiye yerine taklit ve tekrarı esas alan yaklaşımların terviç edilmesi, iç dinamiklerle şekillenen özgün iktisadi düzen yerine kapitülasyonlara dayalı ticaretin yeğlenerek ülkenin sömürgecilere peşkeş çekilmesi, bağımsız ilmi-entelektüel havza yerine saray uleması istihdamına öncelik verilmesi gibi gelenekten tevarüs ettiğimiz zaaflar bugün de büyük ölçüde devam ediyor. İslamcılık bu zaaflarla yüzleşmeyi-hesaplaşmayı tam manasıyla başaramadı. Bütün enerjisini Kemalizmle mücadele etmek için harcadığından aydınlanma/modernite olgusunun İbrani-Hıristiyan köklerinin farkına varamadı ve bu olgulara yönelik esaslı/yapısal bir eleştiri geliştiremedi. Bu nedenle İslami bilginin özgürleştirilmesi mücadelesi akim kaldı. İslami mücadele başörtüsünün kamusal alanda temsili ve imam hatiplerin/Kur’an kurslarının önünün açılması bağlamına hasredildiği için bütüncül bir mücadele ve yapısal dönüşüm stratejisi geliştirilemedi.

7. İslamcılara yöneltilen başlıca ithamlar nelerdir?

Cumhuriyet dönemini merkeze alarak söyleyecek olursak ilk haksız itham, Türkiye Sol’unun tarifsiz bir haz alarak sıkça zikrettiği “yeşil kuşak” projesidir. Bu proje bağlamında bütün İslamcı akımların/ekollerin ABD işbirlikçisi olduğu iddia edilir. Bu iddianın temelsiz olduğu dikkatli bir yakın tarih okumasıyla hemen anlaşılabilir. Soğuk savaş sürecinde Avrupa’da, Latin Amerika’da, Ortadoğu’da olduğu gibi Türkiye’de de dindarlar belli bir istikamet (anti-komünizm stratejisi) doğrultusunda yönlendirilmeye çalışıldı. Bu yönlendirme belli ölçülerde başarılı da oldu. Yukarıda işaret ettiğimiz işraki-mistik-batıni din dilini temsil eden yapılar/kişiler kolaylıkla manipüle edildi. Lakin bu durumu İslamcılığın ve İslamcıların karakteristik özelliği gibi yansıtmak isabetli değildir. İkinci haksız itham ise Ak Parti iktidarının tüm günahlarının İslamcıların hanesine yazılmasıdır. Ak Parti kendisini muhafazakar demokrat olarak adlandırmasına ve İslamcı olmadığını beyan etmesine rağmen, özellikle Ulusalcı-Kemalist-Sol ve Batılı çevreler tarafından ısrarla İslamcılıkla ilişkilendiriliyor. Böylece İslamcılık Türkiye kamuoyuna faşizmle-despotlukla-totaliterlikle-otoriterlikle-tiranlıkla-kleptokrasiyle barışık/iç içe bir ideoloji gibi sunularak kriminalize ediliyor. Buradan hareketle İslam’ın manevi bir tatmin vasıtası ya da ulusu bir arada tutan aparat olarak kalması, siyasi-iktisadi-içtimai-hukuki v.b alanlara müdahil olmaması gerektiği tezi öne çıkarılarak, laik-seküler-hümanist dünya görüşü ve hayat tarzının en makul çözüm olduğuna dair soft bir söylem geliştiriliyor.  

 8. Post-İslamcılık tartışmaları hakkında neler dersiniz?

Önüne “post” ya da “neo” eki getirilerek (t)üretilen ideolojilerin tamamı kapitalist-sömürgeci-emperyalist beyaz adamın bize yutturmaya çalıştığı dolmalardır. Post-İslamcılık ta bu bağlamda değerlendirilmelidir. İslamcılığı sulandırmak isteyenler, onun ana istinatgahlarına (yani ilahi vahiy bilgisi ve nübüvvet pratiğine) doğrudan taarruzda bulunmaya cesaret edemedikleri için, sinsice yöntemler deniyorlar. “Post” öneki iliştirildiği ideolojiyi “sıvılaştırır”. Yani akışkan hale getirir. Malum akışkanların kendilerine mahsus şekilleri yoktur. İçine koyuldukları kabın şeklini alırlar. Post-İslamcılık tartışmaları İslamcılığı sıvı/akışkan bir ideoloji olarak kodlamak isteyenlerin muradını dışa vuruyor. Böylece İslamcıların kaypak-dönek-kişiliksiz-paraperest-liyakatsiz kişiler olduğuna dair şayialarına ideolojik bir çerçeve oluşturmuş olacaklar. Asıl ilginç olanın ise bu tartışmaların post-Kemalizmle eşanlı olarak yürü/tül/mesidir. Türkiye toplumunu kapitalist-sömürgeci-neoliberal kültürün arzu ettiği “kolay sağılan sığır sürüsü” haline getirmek isteyenler “post” ve “neo” öneklerini kullanarak yeni bir şey söylüyormuş gibi yapıp bilinç katliamı gerçekleştiriyorlar. Bu katliamları engellemek için “müteyakkız bilinç işçiliğine” ihtiyaç var.

Yorum Yapın