Farklı İslamcılık anlayışları mümkün mü? İslamcıların düşünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir? Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri nedir? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha birçok soruyu, "İslamcılık" dosyasında Doç. Dr. Ahmet İşler'e sorduk.
1. İslamcılık tanımınız nedir? Farklı İslamcılık anlayışları mümkün müdür? Bu farklılıkların birbirine zıt hale gelmesi kabul edilebilir mi?
İslamcılık, İslam’ı bir bütün olarak hayatın tüm alanlarına hakim kılma iddiasıdır. Bu yönüyle aslında “Tevhid” inancına dayanır. Nitekim İslam bireyin sadece vicdani ve ibadet yönleriyle sınırlı olmayıp, iktisadi, siyasi, hukuki ve kültürel yönlerin tümünü kapsar. Aynı zamanda İttihad-ı İslam’a ve sömürgeciliğe karşı mücadeleyi barındırır. Bundan dolayı Müslümanım diyen her bireyin (kendisini İslamcı olarak tanımlamasa bile) İslamcı olduğu söylenebilir. Aksi halde İslam anlayışı/algısı sorunludur.
İslamcılık ile ilgili bir kavram kargaşasından bahsetmek mümkündür. Birinin “Müslümanım ancak İslamcı değilim”, “Müslümanım ancak laikim”, “Müslümanım ancak liberalim,” “Müslümanım ancak komünistim” benzeri yaklaşımları, tevhid inancının veya hakiki Müslümanlığın sadece İslamcılık düşüncesine hasredilmesiyle sonuçlanır. Oysa İslamcı düşünce gerektiği yerde modern yaşamla, siyasetle farklı ilişkiler geliştirebilirken Müslümanın böyle bir lüksünün zorluğu söz konusudur. Bunun için Müslümanım diyen birinin tarif edilen İslamcı düşünceden kendisini beri tutması kabul edilemez. Aksi halde Müslüman kavramının içinin boşaldığını görmek mümkündür. Bir kişinin Kudüs gibi bir davası yoksa onun öncelikle İslamcılığının değil Müslümanlığının sorgulanması gerekir.
Burada asıl sorun kavramın içeriğinden daha çok sıfatlandırılmasıdır. İslamcılık her ne kadar dışardan yapılan bir kavramsallaşma olsa da “galat-ı meşhur lügat-ı fasihten evladır” mucibince kavramı kabul edilir tarzda kullanmak mümkündür. Aynı şey "Panislamizm" ve "Siyasal İslam" gibi kavramlar için de geçerlidir. Bir Müslüman, din kardeşliği üzerinden İslam Birliğini ve ümmet anlayışını benimsemek zorunda olduğundan Panislamist bir anlayıştadır. Yine İslam’ın ve Müslümanların siyaset alanına müdahalesi, devlet yönetim anlayışı gibi konularda fikirler ileri sürmesi onları siyasal İslamcı yapıyorsa burada bir sorun aramamak gerekir. Bununla birlikte İslamizm, Panislamizm, Post-İslamizm veya siyasal İslam gibi kavramların tümünün dışardan yapılan bir tanımlama olduğu göz önüne alındığında İslamcılık kavramı yerine alternatifler geliştirmek gerektiği kanaatindeyim. Nitekim ıslah, ihya hareketleri, İslami hareket v.b. kavramlar da aynı mahiyete haizdir. Üstelik Rabbimiz Fussilet suresi 33. Ayette “Allah’a çağıran, iyi ve yararlı iş yapan ve muhakkak ben Müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır” diyerek isimlendirmeyi yapmıştır.
İslamcılığın farklı anlayışlara sahip olması elbette mümkündür. Tarih boyunca Müslümanların farklı mezheplere, meşreplere bağlı yorumları malumdur. Esas olan farklı anlayış veya metotlara sahip kesimlerin kendilerini İslamcı olarak tanımlayıp tanımlamaması üzerinedir. Müslümanım diyen herkesi İslamcı kabul edersek veyahut siyasi ve kültürel İslami hareket/cemaat ve tarikatların tümünü İslamcı olarak niteler isek; farklılıkların zıtlıkları beraberinde getireceğini kabul etmek mümkündür. Asıl olan ihtilaflar üzerinden ayrışma ve çatışmaya girmemektir.
2. İslamcılık modernliğin bir sonucumu yoksa kadim bir akım mıdır?
İslamcılık bir ideoloji olarak modern döneme özgü fikri bir akımdır. Ancak muhtevası gereği ilk insandan başlayarak vahye dayalı tüm dinleri kapsadığı öne sürülebilir. Nitekim İslamcılık düşüncesinin dayandığı fikri ve tarihsel arka plan kadime dayanır. Ancak şunu gözden kaçırmamak gerekir: İdeolojiler çağındaki akımların neredeyse tamamı modern dönemde ortaya çıkmış olmasına rağmen kendilerini kadime bağlarlar. Örneğin demokrasi eski çağlara Yunan Site devletlerine kadar götürülerek moderne özgü bir yönetim biçimi olarak sunulur. Yine ulusçu akımlar modern olmalarının yanında tarihin derinliklerine kadar götürülür. Ulusçuluk akımı, eski zamanlarda bulunan ulusçuluk unsurlarını (ulus, dil, tarih, kültür, etnisite vb.) yeniden inşa ederek veya hayali cemaatlere dönüştürerek ulus-devletlerin temelini oluşturur. Bu akımlar birincisi modern döneme özgüdür, ikincisi de siyasal alanla irtibatlıdır. Aynı durumu İslamcılık içinde söylemek mümkündür. Bunun dışındaki İslamcılık tartışmalarının ise bir anlamı olmayacaktır.
İslamcılık fikri bir akım olarak nitelendirildiğinde esas olarak Tanzimat Dönemi’nde İslam dünyasının Batı karşısında gerilemesiyle bir kurtuluş reçetesi olarak savunulmuştur. Özellikle oryantalistlere dayanan “İslam’ın ilerlemeye mani olduğu” tezine karşı dönemin mütefekkirlerin İslam savunuculuğu fikrin başlangıcı sayılabilir. Tanzimat dönemi bazı aydınların ve devlet adamlarının Garplılaşma temayülüne karşı “asıl gerilemenin İslam’dan uzaklaşmakla olduğu ve Batının siyasi, askeri ve teknolojik üstünlüğüne karşı Batılılaşmadan, Batının kültürünü almadan, İslam kalarak ilerlemeyi/kurtuluşu savunan fikri bir akımdır. Hatta batılılaşmanın ilk adımlarından biri sayılan Tanzimat Fermanı’nın kendisi bile bu iddiayı taşımaktadır. Nitekim fermanda gerilemenin sebebi, İslami değerlerden uzaklaşmaya bağlanmıştır. Fermanın girişi şöyle başlar:
“Herkese malum olduğu üzere, Devlet-i Aliyemizin kuruluşundan beri, yüce Kuran'ın hükümlerine ve şer’i kanunlara kemaliyle uyulduğundan, ulu saltanatımızın kuvvet ve kudreti ve bütün halkının refah ve gelişmişliği istenilen dereceye ulaşmışken, yüz elli sene vardır ki, art arda gelen sıkıntılar ve çok çeşitli sebeplere dayalı olarak, ne Şer’i şerife ve ne yararlı kanunlara bağlı kalınmadığı ve uygun hareket edilmediği için, evvelki kuvvet ve gelişmişlik bilakis zayıflık ve fakirliğe dönüşmüştür.”
Akımın diğer gelişim süreci de Meşrutiyet dönemidir. Akım, II. Abdulhamid’in yönetim anlayışına dayanır ve Hilafet merkezli İttihad-ı İslam’ı ifade eder. II. Meşrutiyet dönemi ise Gökalp’ın “Türkleşmek, İslamlaşmak-Muasırlaşmak” adlı eklektizmi ve Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” tezlerinin yanında İslam’ı bir bütün olarak hayata hakim kılmayı savunan ve gerçek kurtuluşun İslamlaşmakla olacağını savunan fikri bir akım olarak karşımıza çıkar. Elbette bu yaklaşım sadece Osmanlı İmparatorluğu sınırlarıyla kalmaz. Hindistan’dan Mısır’a kadar İslam toplumlarını kapsayan evrensel bir fikir akımıdır.
3. İslamcılar yerel otoriteler ve küresel hegemonya/emperyalizm karşısında nasıl bir tutum takınıyorlar?
İslamcılık son asırda küresel emperyalist hegemonyaya ve Batı güdümündeki yapay ve kurgulanmış yerel yönetimlere karşı ontolojik ve epistemolojik bir varlık mücadelesi vermiştir. Osmanlı bakiyesi üzerinde kurulan devletçiklerin tamamında İslamcılar tasfiye edilmiş laik ve seküler ideolojiler ile baskı altına alınmıştır. İslamcılar her türlü baskıya ve anti-propagandaya rağmen gerek toplumsal gerek siyasi gerekse de fikri alanlarda mücadelesine devam etmektedir. İslamcılık “İslamcılığın ölmesi, tasfiyesi, sonu” gibi propagandalara rağmen hiçbir zaman ölmemiş ve sonu gelmemiştir. İslamcılık bir ideolojinin çok ötesinde paradigmaya sahip olduğundan tarihin sonunda sadece İslam toplumları için değil tüm insanlığı kurtaracak bir reçeteye/dinamizme sahiptir.
4. İslamcılık ve medeniyet tasavvuru arasında nasıl bir ilişki vardır?
İslamcılık aynı zamanda Batının İslam’a meydan okumasına karşı İslam medeniyetinin savunuculuğunu yapar. Nitekim Edward Said, Batılı emperyalistlerin oryantalizm ile Avrupa kültürünü merkeze alarak “medenileştirici-uygarlaştırıcı” misyonundan bahseder. Bu hedef doğrultusunda Doğu toplumlarının, siyaset, sosyoloji, askerlik, ideoloji, bilim gibi alanlarına yön vererek onu yeniden yapılandırmayı hedefler. Böylece tek bir medeniyet olarak Avrupa gösterilir diğer medeniyetlere hakim olmayı ve onların efendisi olmayı amaçlar. Zaten Napolyon’un asıl amacı da Mısır’ı kendi ülkesine bağlamak değil, Mısır’ın kaderini Avrupa’ya bağlamaktı. Mısır İslam tarihinden koparılarak eski çağlar üzerinden yeniden yapılandırılacak ve asırlık rakip düşman (İslam) kendiliğinden sönüp gidecekti. Tarihin Sonu ve Medeniyetler Çatışması tezleri de aynı amaca dönük teorilerdir. İslamcılığın tarih boyunca ortaya koyduğu mücadele misyonu da İslam medeniyet tasavvuru üzerinden Batının meydan okumalarına karşı bir duruştur.
5. İslamcıların düşünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir?
İslam aleminin medeniyet zirvesinden düşmesi ilmi gerileme ve fikri çöküntü ile başlamıştı. Müslüman toplumların ilim, fen, edebiyat ve sanat gibi alanlarda ortaya koyduğu gelişmeler, Avrupa’daki ilerlemeler karşısında sönük kalmıştır. Bu bakımdan son asırlarda birkaç istisna dışında ilimde fende veya her hangi bir sanat alanında yeni bir buluş veya yenilik getiren ilim adamlarına rastlanmamaktadır.
Lale Devri ile başlayan Batı hayranlığı Tanzimat dönemiyle birlikte yükselişe geçmiş, Batı’yı anlamadan bir taklit ile giriştikleri Avrupalılaşma ile kimlik bunalımı yaşanmıştı. Bilinçli ve sistematik bir modernleşme/Batılılaşmaya karşı İslamcı aydınların iddiası her alanda olduğu gibi düşünce, kültür ve sanatta alternatifler üretmekti. Sıratı-Mustakim’den Büyük Doğu’ya, Diriliş’ten Haksöz’e kadar birçok yayın bu amaca bağlıydı. Özellikle Ankara merkezli Mavera Dergisi çevresi edebiyat alanında büyük bir boşluğu doldurmuştur. Genel olarak değerlendirildiğinde İslamcıların özellikle kültür ve sanat alanında zayıf kaldığı söylenebilir.
6. İslamcılık düşüncesi küreselleşen dünyada etkin ve kurtuluş reçetesi olabilecek bir fırsat yakalayabilir mi? Yaşadığımız bu iki binli yıllarda hangi temel zafiyetleri göstermekte ve bunlardan nasıl kurtulabilir?
İslam dünyasını siyasal, kültürel ve ekonomik buhrandan kurtaracak yegâne akımın İslamcılık düşüncesi olduğu kanaatindeyim. Çünkü İslamcılık Batının emperyalist epistemolojisine, sömürüsüne, hegemonyasına karşı bir meydan okumaya sahiptir. Nitekim küresel dünyada egemen güçlerin karşısında her zaman İslam “öteki-düşman” olarak görülmüştür. Oryantalist çalışmaların esası “sömürgeciliğin keşif kolu” idi ve İslam dünyasının değerlerinden, tarihinden koparılmasını hedeflemişti. Böylece yabancılaşan bir toplum celladına aşık kitleleri meydana getirecekti. Avrupamerkezci bir yaklaşımla çözüm arayışına girilerek Batının körü körüne taklit edilmesi Batının sömürgeci zihniyetinin esaretinden başka bir şey getirmemiştir. Kapitalizm, ulusçuluk ve Darwinizm gibi ideolojiler insanlık açısından bir felaketti. Bundan dolayı İslam beldelerinde ilmi ve fikri geriliğin sebepleri üzerinde durularak İslam’ın yeniden hakim olması sadece İslam dünyası için değil, tüm insanlık için bir kurtuluş reçetesi olacağı aşikardır.
Küreselleşen ve sanallaşan günümüz dünyasında İslam/İslamcılık tüm insanlığı kuşatacak fikri bir arka plana sahip iken, bunu fırsata çevirecek modellerden mahrum olduğu söylenebilir. İslamcılığın bu anlamda önündeki en temel zafiyetin dünyevileşme, mezhepçilik ve ulus-devlet anlayışı olduğu söylenebilir.
7. İslamcılığın etkin olduğu ve olamadığı alanlar nelerdir?
İslamcılık değişik zamanlarda farklı alanlarda etkinlik göstermiştir. Meşrutiyet dönemi fikri akımların yaygınlaştığı dönemde en etkin akım olduğu söylenebilir. 1970’li yıllardan sonra gerek siyasi alanda gerekse de toplumsal ve fikri alanda yaygınlık kazanan İslamcılık, 2000’lerden sonra genç kuşağa ulaşmada bazı zorluklar yaşamaktadır. Bu durum zamanın fıkhıyla ilgili olabilir. Her şeye rağmen iddia edildiği gibi İslamcılık ölmemiştir ve gelecekte en etkin toplumsal ve siyasi hareketlerden biri olacak birikime sahiptir.
8. İslamcıların ortak özellikleri nelerdir? Bu ortak noktalar üzerinden bir imkan/fırsat oluşturulabilir mi?
Batının dayattığı seküler yaşam dayatmasına direnme ve sömürgeciliğe karşı İslami bir kimlik inşa etme, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma bağlamında davet ve tebliğ faaliyetleri gibi hususlar İslamcıların ortak özelliklerinden bazılarıdır.
9. İslamcılara yöneltilen başlıca ithamlar nelerdir?
İslamcılık düşüncesine ve doğal olarak İslamcılara tarihi süreç içinde haksız ithamlar veya eleştiriler yapılmıştır. Bunlar özetle;
- Meşrutiyet dönemi fikri tartışmaların yoğunluk kazandığı dönemde Türk milliyetçileri, zamanın siyasetinin milliyetçilik olduğu ve İslamcı düşüncenin “kutsal akım” olarak adlandırdıkları Türk milliyetçiliğine engel teşkil ettiği ithamı söz konusudur. Türk milliyetçilerine göre Türkçülük yapmak aynı zamanda İslamcılık da yapmaktı. Bundan dolayı İslamcılık fikir akımı Türkçülük düşüncesine hizmet etmek zorundaydı. Yine Batıcı düşünceye mensup bazı düşünürler “İslam’ın terakkiye mani olduğu” fikrinden ilhamla İslamcıların hayata sunacak bir alternatiflerinin olamayacağına dair suçlamalarıdır. Oysa bu iki yaklaşımın da dayandığı temel dinamik oryantalizmden başka bir şey değildi.
- İstiklal Harbinde İslamcı olarak nitelendirilen (M. Akif, Edip Eşref v.b.) birçok ismin Milli Mücadeleden yana olmalarına rağmen Kemalist propaganda İslamcıları saltanat yanlısı, Kuvay-ı Milliye karşıtı, hatta İngiliz taraftarı olarak suçlamıştır. Onlara göre İslamcılar, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın yanında yer almış, Anadolu Hareketi karşıtı bir düşünceydi ve “İslamcılık İstanbul’dan İtilaf donanmalarıyla beraber uzaklaşmış, Vahdettin’le beraber kaçmıştı.”
- Soğuk Savaş döneminde İslamcıların Yeşil Kuşak Projesi kapsamında Batı Blok’u tarafından komünizm tehdidine karşı desteklendiği, böylece İslamcılığın yükselişe geçtiği iddia edilmektedir. Bu yaklaşım iki yönden haksız bir ithamı barındırır. Birincisi Tanzimat döneminden cumhuriyetin ilk yıllarına kadar en etkin fikri akım olan İslamcılık düşüncesi, Kemalist modernleşme ile baskı altına alınmış, İkinci Dünya Savaşı yıllarında görece özgürlük ortamında yeniden inkişaf etmeye başlamıştır. İkincisi olayları bağlamından kopararak bazı fevri hareketleri İslamcılığa mal ederek yanlış çıkarımlara yöneltmiştir. Zamanın şartları içinde sağ-muhafazakar kesimlerden bazılarının bloklar arasında tercihe yönelmesinin İslamcılığa fatura edilmesi kolaycı bir yaklaşımdır.
- İslamcılığın zaman zaman milliyetçi veya sosyalist düşüncelerle eklektik bir duruş sergilediği görülmektedir. Bir diğer ithamda İslamcıların mezhepçi, tekfirci, modernist veya deist savrulmalara rahatlıkla savrulduğu üzerinedir. Bu durum birazda İslamcılığın diğer mütedeyyin kesimlere nazaran eleştiri, düşünme ve sorgulama yapma gibi yönleriyle de izah edilebilir.
- İslamcılık ile ilgili önemli sayılacak eleştiri veya ithamlardan biri de İslamcılığın yerli ve milli bir kalıba sokulmak istenmesidir. Diğer taraftan Türkiye İslamcılığının kökü dışarda olan bir ideoloji olarak suçlanması konusu üzerinde tartışılması gereken hususlardır.
Son olarak İslamcılık düşüncesine yapılan en kapsamlı itham, İslamcıların hükümet ile ilişkilendirilmesidir. Mevcut iktidar kendisini İslamcı olarak tanımlamasa dahi muhalif kesim kendileri açısından tüm olumsuzlukların faturasını İslamcılara kesmektedir.
10. Post-İslamcılık tartışmaları hakkında neler dersiniz?
"Post-İslamcılık" İslamcı hareketlerin ve ideolojilerin evrimi ve değişimi üzerine yapılan tartışmalara dayanır. İslamcılığın “iflası, çöküşü, gerilemesi ya da sonu” olarak değerlendirilen Post-İslamcılık, daha çok İslamcılık ideolojisinin siyasal alan fikrinden uzaklaştığına yoğunlaşır. Türkiye’de de gündem olan ve İslamcılığın öldüğü tezinin arka planında da Post-İslamcılık düşüncesi yatar. Kavramın öncüsü olarak bilinen İranlı sosyolog Asef Bayat, post-İslamcılığı İslamcı hareketlerin sosyal, politik ve ekonomik başarısızlıklarından sonra ortaya çıkan bir olgu olarak tanımlar. İslamcılığın evrildiği tezi veya değişimi tezi aslında Olivier Roy’a dayanıyordu ve Roy, 1992’deki “Siyasal İslam’ın İflası” adlı çalışmasında bu değişimi “İslamcılığın başarısızlığı” olarak değerlendirmişti. 1996’da Asef Bayat bu tez üzerinden “Post-İslamcı Toplumun Gelişi” adlı çalışmayı ortaya koydu. İran siyasal ortamı üzerinden değerlendirmeler yapılan Post-İslamcılık daha sonra “proje”ye dönüştürülerek gündemlere alındı.
Post-İslamcılık, aynı zamanda Ilımlı-İslam olarak öne sürülen Yeni Dünya Düzeni’nin alt yapısını oluşturur. Nitekim Post-İslamcılık İslamcı hareketlerin daha esnek, kapsayıcı ve reformcu bir çizgiye kaymasını da ifade eder. Bireysel hakları, demokrasiyi, cinsiyet eşitliği gibi konuları gündemine alır. İslamcıların siyasal alandaki başarısızlığı üzerinden hareket eden akımın farklı ülkelerde kendine ait dinamiklere sahip olduğu dikkate alınmalıdır. Kavram, Soğuk Savaş sonrası Yeni Dünya Düzeni bağlamındaki tezlerle birlikte ele alınması gerekmektedir. Nitekim akademik ajanların Cezayir, Türkiye, Mısır gibi ülkelerdeki İslamcıların siyaset alanındaki başarısızlığı üzerinden değerlendirmelerde bulunurken, Batı müdahalesini, askeri darbelerini görmezden gelmektedirler.
11. Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Aksa Tufanı, Ortadoğu’da Batının emperyalist hegemonyasına karşı konulacak temel dinamiğin / direnişin ancak İslamcı bir duruş olduğunu göstermiştir. Hamas’ın İhvan-ı Müslimin hareketinin Filistin kolu olduğu dikkate alındığında direnişin dayandığı fikri arka planın da İslami/İslamcı bir düşünce/hareket olduğu aşikardır. İsrail’in sistematik katliamına karşı İslam dünyasındaki seküler veya kukla yönetimler sömürgecilerin valileri görevini icra etmektedir. Yine toplumsal alanda konuya duyarsız olan hatta Hamas’ı terörist olarak görüp soykırımcılara sempati besleyen “sözde Müslüman” kitlelerin de sömürgecilerin zihinsel işgaline uğramış seküler ideolojilere sahip olduğu görülmektedir. Dikkat edilirse İslam dünyasında İsrail’in katliamlarına karşı boykot ve eylemleri gösteren kişilerin lokomotifi İslamcılardır. Batı dünyasında ise zihinleri köleleşmemiş vicdan sahiplerini görmekteyiz. Aynı zamanda dünyanın en seçkin üniversitelerin en zeki akademisyen ve öğrencilerinin Filistin yanlısı duruşlarını görmekteyiz. Çünkü Siyonist propagandaya ve sömürgeci zihinsel köleliğe karşı ancak vicdanı ve zihinleri özgür olanlar karşı durabilirdi. Burada İslamcıların zihinsel olarak özgür ve özgün bireyler olduğunu söyleyebiliriz.