Kemal Özden: Gazze halkının bütün imkansızlıklara rağmen destansı direnişi diğer İslami hareketlere ilham olacak

  • Paylaş:
  • Tarih: 01 Ekim 2024     Y: Kemal Özden    Yazdır
img
Kemal Özden: Gazze halkının bütün imkansızlıklara rağmen destansı direnişi diğer İslami hareketlere ilham olacak

Aksa Tufanı'nı diğer operasyonlardan ayıran yönler nelerdir? Aksa Tufanı İslami hareketlerin düşünsel ve kurumsal yapılanmasını nasıl etkileyecek? Aksa Tufanı sonrası gerek Filistin'de gerekse bölge ülkelerindeki mevcut statüko aynı şekilde devam edebilir mi? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Aksa Tufanı" dosyasında İnsan ve Medeniyet Hareketi Genel Başkanı Kemal Özden'e sorduk.    

          1. Aksa Tufanı hamlesine nasıl bir anlam yüklüyorsunuz? Bu süreci önceki operasyonlardan, kıyam hareketlerinden ve maruz kalınan katliamlardan farklı kılan yönler nelerdir?

Aksa Tufanı son dönemlerde şahit olduğumuz tarihe yön veren en büyük eylemlerden biridir. Özellikle Ortadoğuda İsrail ile normalleşmenin neredeyse final aşamasına gelindiği bir dönemde bu denli iyi hazırlanılmış, organize olmuş, psikolojik açıdan üst düzeyde, teknik olarak ise eldeki imkanlar ölçüsünde insan aklının alabileceğinin çok ötesinde bir operasyon ile işgal rejiminin kurulduğu günden bugüne kadar yediği en büyük darbe olarak tarihe geçmiştir. Tufan bu yönüyle İzzettin El Kassam Tugayları açısından ne kadar üst düzeyde bir hazırlık yapıldığını gösterse de bizler gibi ümmetin diğer unsurları açısından o kadar hazırlıksız yakalandığımızı itiraf etmek durumundayız. Zira 7 Ekim sabahı operasyondan haberdar olduğumuzda bir çoğumuzun buna inanamadığını düşünüyorum. Hazırlıksız olmamızın en önemli göstergelerinden biri gerçekleştirilen eylemi, doğal ve olağan karşılamamış olmamızdır. Bugün operasyonun üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen yaşanan onca katliama, yıkıma ve saldırıya rağmen direnişin devam ediyor olması Müslüman dünyanın hafızalarından kolay kolay silinmeyecektir. Bir başka yönüyle de aslında insanlık kendi içinde dini, siyasi veya coğrafi olarak değil; bilakis vicdani-gayri vicdani olarak ikiye ayrılmıştır. Bu süreç nasıl ve hangi şartlarda gelişti? 2006 yılından itibaren 360 km² lik bir alanda 24 saat gözetim ve ambargo altında tutulan bir halkın bütün imkansızlıklara rağmen destansı bir direniş hattının nasıl kurulacağına dair destansı mücadelesi diğer İslami Hareketlere de ilham olacaktır. Aksa Tufanı’nın bize öğrettiği en önemli derslerden biri sıradan işler yaparak sıra dışı bir başarı sağlanamayacağı gerçeğidir. Kendilerinin çaresizlik içinde her türlü mazereti üretme hakları (!) olmasına rağmen onlar ellerindeki imkanlar ile imkansızı gerçekleştirdiler. Kesin olarak bilemiyor olsak bile Gazze’nin altında inşa edilen 100’lerce km’lik tüneller ile bir ağ sistemi üzerinden askeri, lojistik, güvenlik, haberleşme vb. her türlü ihtiyacını karşılayan, siyasi kadro ile yüksek düzeyde uyumlu çalışan, iman, ahlak ve maneviyatın yanında disiplin, ilke ve prensip temelli hareket eden bir organizasyona sahip olunduğu ortaya çıkmış oldu. Düşman dahi bu denli disiplinli hareket ile mücadele ettiğini son ana kadar fark edemedi.

Aşağılanmış Siyonist rejimin ilk şok dalgasını atlatması da epey sürdü. Yediği darbenin intikamını savaşın tarafı olmayan masum siviller, kadınlar, çocuklar hatta kundaktaki bebeklerden aldılar ve almaya devam ediyorlar. Tarihte bu denli ağır bir katliam çok az olmuştur diye düşünüyorum. Burada insanı dehşete düşüren durum, yaptığı katliam ile eğlenebilme/övünebilme iğrençliğini gösteren insanlık dışı bir toplum ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. Söz gelimi Filistinli bir kardeşimize tecavüz eden Siyonist asker, İsrail televizyonlarında ulusal kahraman olarak lanse edilebilmektedir. Siyonist cinnet, yaptığı katliamları dini gerekçe ile ezoterik bir anlam da yükleyerek kendi içinde meşrulaştırabilmektedir. Dünyanın gözü önünde tahayyül sınırlarının çok ötesinde bir soykırıma dönüşen bu katliam sadece Siyonist rejimin değil, elini kolunu sallaya sallaya bu katliamı sürdürmesine izin veren ve hatta destekleyen başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin büyük çoğunluğunun da ayıbı ve utancına dönüşmüştür. Onlar için utançtır, peki İslam dünyası için nedir, sorusunu hemen arkasından haklı olarak sormak zorundayız. İslam dünyası için ise kelimenin tam anlamı ile zillet ve rezilliktir. Gözümüzün önünde bir millet katledilirken kendi içinde kayda değer en ufak bir siyasi, ekonomik veya askeri tedbir geliştirilemediğini üzülerek itiraf etmek durumundayız. Aslında Aksa Tufanı İslam dünyası diye bir şeyin sözde olduğunu, esasta olmadığını göstermiştir.

          2. Aksa Tufanı üzerinden bir yıl geçti. İlk dönem yapılan değerlendirmeler ve şu an yapılan yorumlar arasında hangi benzerlik, farklılık ya da tutarsızlıklar var? Yaşanılan bir yıllık süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sürecin kendisini dört temel unsur üzerinden değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

Askeri açıdan

Sivil kayıplar ve ambargo

Ateşkes ve müzakereler açısından

Hamas’ın liderlik fonksiyonları açısından

İlk olarak direniş hattının yaşadığı kayıplara rağmen sahada kararlı ve etkili olduğunu belirtmek gerekiyor. Açıkçası savaş başladığında zaten ambargo altında yaşamaya çalışan bir halkın savaşla beraber başlayan ağır yaptırımlar (Elektrik, su, ekmek, enerji vb. hiçbirinin Gazze’ye girişine izin verilmeyecek açıklamaları) karşısında ne kadar direnebileceğine dair hiçbir öngörümüz yoktu. Demek ki bizlerde maddi planın ötesini artık göremez hale gelmişiz. Cenabı Allah’ın yardımını ve mucizelerini unutmuşuz. Artık bugün yeryüzünde böyle mucizelere şahit olabileceğimize de dair inancımızı yitirdiğimiz anda Cenabı Allah iman edenlerle birlikte olduğunu bize gösterdi. Allah yediren ve içirendir, hesapsız rızık verendir, dilediği kulunu hesapsız rızıklandırandır, yaşatan ve öldürendir, O bir şey dilemeden biz bir şey dileyemeyiz. O’na güvenmek ve teslim olmak bambaşka bir şeymiş. Biz Müslümanız ama Yüce Allah, artık içimizden gerçek mü’minleri çıkarmak istemiştir belki de.

Sivillerin durumu son derece kötüdür. On binlerce şehit, yüz binden fazla yaralı kardeşimiz bulunmaktadır. Şehitler, yaralılar ve kayıplarla birlikte Gazze nüfusunun tamamına yakını soykırıma dönüşen saldırıdan doğrudan etkilenmiştir. Can kaybı ve yaralılarda çocuklar ve kadınlar başı çekmektedir. Vücut bütünlüğünü kaybetmiş binlerce yavrumuz bulunmaktadır. Katliam sonucu ölmekten daha beteri olan açlık, susuzluk ve ağır yaşam şartları sebebiyle hayatını kaybetmektedirler. Son dönemlerde maalesef yetersiz beslenme sonucu vefat eden çocukların sayısında artış vardır. Tüm bunların üzerine de sürekli olarak yerinden edilme durumu kardeşlerimizi son derece ağır bir psikolojik travmaya sürüklemektedir. Siyonist rejim tarafından güvenli olarak ilan edilen mahaller fütursuzca bombalanmakta ve doğal olarak sivillerin bulunduğu bu yoğun nüfus ortamında kayıpların daha çok olmasına sebep olmaktadır. Gazze’de yaşamaya çalışan sivillerin sorumluluğu İslam ülkelerindedir. Katliamı durdurmak, yerinden edilmelerin önüne geçmek, ihtiyaç olan gıda ve diğer insani malzemenin güvenli ve kesintisiz bir şekilde Gazze’ye ulaşması için her türlü baskı işgalci İsrail, ABD ve diğer bölge ülkelerine yapılması ve ambargo sona erdirilmelidir.

Bugün gelinen nokta itibariyle ateşkes görüşmelerinde bir ilerleme olmadığını görüyoruz. Netanyahu rejimi katliamı sürdürmek ve siyasi geleceğini teminat altında tutmak için faşist ortakları ile birlikte ateşkes konusunda isteksiz davranmaktadır. İsteksizdir zira Mayıs ayında ABD tarafından ortaya konan şartları Hamas kabul etmiş ve aynı pozisyonunu muhafaza etmektedir. Dolayısıyla ateşkesi istemeyen taraf işgalci Siyonist rejimdir. Siyonist rejim hükümeti koalisyonunun faşist ortakları işgali sürdürme ve Filistin'i tamamen ilhak etmesi yönünde Netanyahu'ya baskı yapmakta aksi taktirde koalisyondan çekilmekle tehdit etmektedir. Hamas cephesi ise ateşkes için ileri sürdüğü üç temel şarttan hiçbir şekilde taviz vermemektedir. Bunlar; Tüm Filistin’li esirlerin serbest bırakılması, işgalin tamamen sona erdirilmesi ve işgalci askerlerin tümüyle Gazze dışına çıkması ve insani yardımla ilgili tüm kısıtlamaların kalkması, Gazze’ye yardım girişine izin verilmesi. Bu şartlar tamamen sağlanmadan herhangi bir ateşkesin olmayacağı yönünde beyan edilen irade çok önemli. Bu şekilde Hamas çatışmayı sürdürmeyi ve cepheyi genişletmeye hazır olduğunu düşmana açık ve net bir şekilde ifade etmiş oluyor.

Savaşın en önemli gelişmelerinden biri de Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı olan İsmail Heniyye’nin İran’da şehit edilmesi oldu. Rahmetli şehit lider Heniyye’nin vefatından hemen sonra Hareketin Liderlik fonksiyonunda herhangi bir kesinti olmadan çok önemli ve çok güçlü bir siyasi figür olan Yahya Sinvar’ı Hareketin yeni lideri olarak seçmesi, daha önce bahsettiğimiz hazırlık aşamasında Liderlik ve Kadro planlamalarının da iyi derecede yapıldığını ve hareketin sürekliliğini sekteye uğratmayacak bir ciddiyette devam ettiğini, ettirildiğini göstermesi açısından son derece önemlidir.

          3. İslami bir hareket olan HAMAS öncülüğünde gelişen Aksa Tufanı, İslamcılık tartışmalarını ve İslami Hareketlerin düşünsel ve kurumsal yapılanmasını nasıl etkiledi/etkileyecek?

Filistin İslami Direniş Hareketi’nin İslami düşünce yapısının oluşmasında İhvan etkisinin belirleyici olduğunu biliyoruz. İşgal altındaki Filistin topraklarında 1980’lerden sonra direniş Hamas ile İslami bir yapıya büründü. İlk intifada hareketinden itibaren İslami Hareket işgalci rejime karşı sahada etkili olabilecek yöntemler belirledi. Filistin direnişine dair yazılan kitaplarda 1980’lerin sonları itibariyle sahadaki inisiyatifin taş atan Filistinli gençlerin eline geçtiğini ifade eden analizlere rastlamak mümkündür. Bu İslami Hareket olan Hamas’ın kendisini değişen saha koşullarına ve dinamik bir şekilde hareket eden işgal rejimine karşı mücadele anlamında adaptasyon yeteneğinin gelişmesine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bu direniş Gazze’de sonuç verdi ve işgalci rejim 2005 itibariyle Gazze’den tamamen çekildi. 2006 yılından itibaren işgal rejimi de strateji değiştirdi. Halihazırda İsrail’i bir şemsiye gibi koruyan Demir Kubbe 2006 yılında Lübnan’dan gelen saldırılar sonucu verilen kayıplar ile belki de ilk defa kendisini koruma psikolojisine yöneltti. Bu sebeple her ne kadar saldırgan taraf olsa bile İsrail 2006 yılından beri kendisini korumak için de ciddi savunma harcamaları yapmaya başladı. Bugün bunun da karşılığını alıyor. Nereden gelirse gelsin (Gazze, Yemen veya Lübnan) füzelerin büyük çoğunluğunun havada önlenmesi ile ciddi bir yara almadan kendisini savunabilecek bir düzeye geldi. Elbette siyasi ve ekonomik birçok alanda olduğu gibi savunma konusunda ABD’nin koşulsuz desteği İsrail’in rahat hareket etmesini sağlıyor ve özellikle Batı Şeria’da işgalci yerleşimciler eliyle Filistin topraklarını gasp etmeye devam ediyor.

Dünyada çok az İslami camia Filistin’de ve Kudüs’teki gelmekte olan tehdit ve tehlikenin farkında idi. Siyonist çetelerin Mescid-i Aksa’yı işgal ve ilhak planları, yıkılıp yerine Süleyman Mabedi'nin inşa edilecek olması söylenen ama gerçekleşmesi uzak bir ihtimal olarak değerlendiriliyordu. (Kudüs kırmızı çizgimizdir sözlerini hatırlayalım.) İbrahim Anlaşmaları ile birçok bölge ülkesi İsrail’i tanıma ve normalleşme sürecine girmişti. Başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere Körfez’deki birçok devlet İsrail’i fiili olarak bağrına basmıştı bile. Zira bölgedeki ülkeler açısından Hamas’ın sahip olduğu özgün düşünsel ve ideolojik yapısı, İsrail’den çok daha tehlikeli ve korkutucu hale gelmişti. Maalesef üzülerek belirtmeliyiz ki bölge ülkelerinin yöneticileri, bu savaş vesilesi ile Hamas’ın yok edilmesini en az İsrail kadar arzu ediyorlar. Sivillerin maruz kaldığı katliam ve soykırım, onlar açısından da kabul edilemez olabilir. Ancak Hamas’ın varlığı ve ortaya koyduğu cihat fikri, bölge ülkelerinde var olan bir devrimci kanalı bir şekilde besleyecektir. Tüm dünyada yükselen aşırı sağ beraberinde İslam karşıtlığını da körükleyecektir. Bundan sonraki aşamada Müslüman toplulukları başta Batı ekseni olmak üzere zor bir süreç beklemektedir.

Peki Aksa Tufanı ile genel olarak Hamas ve özelde İzzettin Kassam Tugayları ve diğer direniş grupları nasıl bir mesaj verdiler?

7 Ekim’e dönelim. Haber kanalları “Festivalde eğlenmekte olan gençleri ve İsrailli sivilleri Gazze’den paramotorlar üzerinde gelen cihatçı gruplar infaz ettiler.” şeklinde haberler geçtiler. Hatta kafaları koparılan bebeklerden bahsettiler. Hiçbir zaman belgelendirilememiş olsa da bu yalanı ABD Başkanı’nın diliyle dünyaya servis ettiler. ABD ve AB başta olmak üzere neredeyse tüm dünya Hamas’a karşı büyük bir öfke duymaya başlamıştı. O günlerde Türkiye dışında (Cumhurbaşkanı’nın, Hamas ülkesinin bağımsızlığını savunan bir mücahitler grubudur, sözü önemliydi.)  neredeyse Hamas’ı “terörist” ve Aksa Tufanını da “terör eylemi” olarak nitelendirmeyen yoktu. Ta ki gerçekler birer birer ortaya çıkmaya başladığı ana kadar;

İsrail’in Hannibal protokolü kapsamında kendi vatandaşlarını öldürdüğü,

Kafası koparılan bebekler haberinin koca bir yalan olduğu,

Mücahitlerin askeri operasyonlarının tamamının İsrail’e ait askeri üslere yapıldığının ve infaz edilenlerin İsrail askerleri olduğunun,

Esir olarak alınan İsrail vatandaşlarına yönelik insani davranışlar ve ilk esir takasında mücahitler ile İsrailli esirlerin birbirlerine karşı gösterdikleri iltifatların ortaya çıkardığı durumun hiç de İsrail ve Batılı haber kaynaklarının anlattığı şekilde olmadığını ortaya koydu.

Buna mukabil İsrail tarafından esir alınan Filistinlilere uygulanan korkunç işkence ve muameleler neticesinde aklını yitiren, uğradığı zulüm ve  insanlık dışı muamele sonucu her yeri yara içinde içinde kalmış Filistinli esirleri de gördü dünya.

Serbest bırakılan esirlerden bir kadın, küçük kızının yaşadığı bu durumu daha sağlıklı atlatması için mücahitlerin gösterdiği insani tutumlardan ötürü ömür boyu müteşekkir olacağını bizzat İsrail televizyonlarında söyledi. Gazze’de her gün onlarca Filistinli katledilirken, katledilen ailelerin soylu evlatları yer altındaki tünellerde esirleri hayatta tutmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Şu ana kadar bildiğimiz kadarı ile esirlere karşı iki olumsuz davranışın olduğunu ve bununla ilgili olarak Hamas’ın gerekli sorumluluk protokollerini yerine getirdiğini biliyoruz.

İşte tam olarak bu nokta İslami Hareketler için bundan sonraki süreçlerde bir çıkış noktasıdır. Cihad hayat vermek içindir. Hayattan koparmak için değil. “Sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah’a ve Resulü’nün bu çağrısına icabet edin” ayeti kerimesinde buyurulduğu üzere, cihad en büyük davettir. Cihad bu yüzden dinin en büyük ibadetidir. Direniş diriliştir.

Kendimizden başlamak üzere kadrolarımızı hem manevi olarak hem de disiplin olarak bu üstün ahlaki donanımla yetiştirmek zorunda olduğumuzu unutmamak durumundayız.

          4. Aksa Tufanı sonrası gerek Filistin'de gerekse bölge ülkelerindeki mevcut statüko aynı şekilde devam edebilir mi? Bangladeş'te seküler diktatörün devrilme sürecinde Aksa Tufanı'nın etkisi olmuş mudur? Benzer sonuçların yarım kalmış Arap devrimlerinde tekrarlanma olasılığı hakkında düşünceleriniz nelerdir?

İkinci sorudan başlayalım. Bangladeş’te seküler diktatör olan Hasina’nın devrilmesinde ana unsur; adı geçen şahsın yıllardır uyguladığı baskı, işkence ve gayri adil uygulamalarıdır. Dolayısıyla Hindistan’ın başındaki faşist iktidardan ilham alan ve onun desteği sayesinde 174 milyon nüfuslu bir ülkeyi kendi heva ve heveslerine göre yönetmeye çalışan bir diktatörün kaçınılmaz sonunu yaşamıştır. Nizâmü’l-Mülk’ün devletin bekâsı için tavsiyelerinden oluşan Siyasetnâme’sinde, “Küfür ile belki, ama zulüm ile âbâd olmaz devlet.” ifadesi yer alır. Dolayısıyla bir devletin bekasından olan adaletten ayrıldığı oranda sonununda yakın olduğunu söyleyebiliriz. Bangladeş halkının diktatöre karşı meydanlara indiğinde ellerinde Bangladeş bayrağı ile birlikte Filistin bayrakları da taşıyor olmalarını Aksa Tufanı’ndan alınan ilham olarak değerlendiriyorum. Dolayısıyla ana sebep olmasa bile devrimi ateşleyen bir katalizör olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu arada Bangladeş’teki devrimin İslami bir devrim olmadığını ama özellikle cemaatli, İslami Hareket üyesi gençlerin öncülük ettiği bir devrim olduğunu söylememiz gerekiyor.

Buradan hareketle Aksa Tufanı sonrasında bölgedeki ülkelerin mevcut durumlarını ne şekilde sürdürecekleri en azından bir muammaya dönüşmüş durumdadır. Muamma diyorum zira sıcak bölgeye en yakın sınır komşusu olan ülkeler halen daha net bir tavır takınmamıştır. Eğer bugünden tezi yok Filistin tarafında yer alarak İsrail’e karşı anlamlı bir tepki geliştirmedikleri, her türlü normalleşme adımını iptal etme, bağımsız Filistin Devleti’ni tanıma, Arap ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatları olarak Filistin lehine İsrail aleyhine siyasi, ekonomik ve askeri ambargo kararları almadıkları sürece bir gelecekleri olmayacaktır.

          5. İİT, Arap Birliği gibi örgütlerin konumu ne olacak? Meşruiyetleri ve güvenirlikleri uzunca bir süredir yüksek sesle sorgulanan ve iflas ettiği söylenen uluslararası düzen yerine nasıl bir yeni dünya düzeni kurulacak? Büyük savaşların galipleri tarafından kurulan dünya düzeninin sonuna geldik mi?

Kaos geldi hoş geldi, çünkü düzen yenildi.

Batılı bir düşünürün bu süreçte söylediği söz tam anlamıyla gerçeğin ifadesidir. 2. Dünya Savaşı sonrası kurulmuş olan müesses nizam sadece Filistin meselesinde değil, dünyadaki çatışma bölgelerinde yaşanan neredeyse hiçbir sorunu esastan çözememiştir. BM Genel Sekreteri’nin Gazze’deki soykırımın sona ermesi için uluslararası toplumu (!) adeta çırpınırcasına göreve çağırmasına karşılık hiçbir somut adım atılamaması karşısında duyduğu öfke ve hayal kırıklığı malumdur.

Buna mukabil İslam İşbirliği Teşkilatı bu süreçte en kötü sınav veren uluslararası kuruluşlardan biri oldu. Birlik üyesi ülkeler sadece iki kez toplandı ve kınama dışında hiçbir yaptırım kararı alamadı. Aslında yöneticilerin İslam ülkelerini temsil etmedikleri de bu vesile ile ortaya çıkmış oldu. Oysa elinde çok önemli imkanlar olan İİT’nin ne denli etkili olacağını görmek için İsrail’in haritadaki yerine bakmak bile yeterlidir. Biraz risk alarak başta petrol üretimini kısmak suretiyle hem ABD hem de AB üzerinde İsrail’e baskı yapmak mümkün olabilecek işlerin başında geliyor. ABD dahil hiçbir devlet, tüm İslam dünyasını karşısına almaya cesaret edemeyeceği açıktır. İslam dünyasının kendi içindeki kronik sorunlarına rağmen bu böyledir. İkinci olarak da İsrail ile her türlü ticaretin sona erdirilmesidir. Maalesef bu konuda Türkiye olarak biz de iyi bir sınav vermedik. Ticaret önemli oranda azalmış olmakla birlikte sıfırlanmadı. Özel sektör ticaretine devam ediyor.

Üçüncü olarak da biraz ütopya olmakla beraber göstermelik de olsa ortak bir İslam Barış gücünün hazırlıklarına başlanabilir ve Gazze’nin yeniden imarı bu barışı koruma gücüne verilebilirdi.

          6. Alim, aydın, akademisyenler, kanaat önderleri, STK'lar İslam dünyasında, Batı'da ve diğer bölgelerde Siyonist soykırımı karşısında nasıl bir tavır ortaya koymuşlardır, gerekli performansı göstermişler midir?

Ellerinden geldiğince her kurum bir şeyler yapmaya gayret etti/ etmeye devam ediyor. Elbette ki her kurum kendi gücü ve etki alanı kadar amel ortaya koyacaktır. Bunların yeterli olduğunu söylemek doğru olmaz. Mesela ambargo kaldırılabilmiş olsaydı bahsettiğimiz kurumlar bir şey yapmış olurlardı. Ambargo şiddetini artırarak devam ettiğine göre yapılanlardan yetinmek kendimizi kandırmak olur.

11 Eylül saldırıları sonrasında ABD Başkanı George Bush kameralar önünde dünyayı şu sözlerle tehdit etmişti. “Tüm dünya uluslarına sesleniyorum. Artık bu saldırılardan sonra ya bizdensiniz ya da onlardan (Yani teröristlerden!) “

7 Ekim de acaba dünyada böyle bir ayrışmaya sebep olabilir mi? Ya Gazze gibi özgürlükten yanasınız ya da uygar kölelikten. Ya vicdan sahipleri ile beraber olursunuz ya da zalim düzenlerden, ya mazlumdan ya da zalimden yana.

Aksa Tufanı bu anlamda büyük bir potansiyel barındırıyor. Belki bir milad olarak da değerlendirilebilir. Ancak her şeyi bu operasyona bağlamak da doğru olmadığı kanaatindeyim. Bundan sonra yaşanacaklar için Aksa Tufanı önemli bir referans olacaktır. İslami Hareketler ders konusu olarak bu operasyonu kadrolarına anlatacaklardır. Asla unutulmayacak bir tarih olarak hafızalara çoktan kazınmış oldu.1987 yılındaki ilk İntifada Ayaklanması da bu kadar önemliydi kanaatimce. Eğer bir olay sonrasında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deniyorsa o olay önemlidir.

Olumlu anlamda yaşanan en önemli gelişmelerden bir tanesi Siyonizm ideolojisinin iğrenç yüzünün tüm dünya tarafından görülmüş olmasıdır. Siyonizme karşı siyaset, ekonomi, akademi, medya, sanat, spor vb. birçok alanda duyulan korku duvarının aşıldığını düşünüyorum. Birçok ülke Siyonistlerin ülkelere girişlerini yasakladığı gibi İsrail vatandaşlarını da ülkeden kovdu. Aksa Tufanı yaşanmamış olsaydı bu tedbirlere başvurulmazdı.

Özellikle sermaye gücüne haiz Siyonist şirketler deşifre oldu. Boykot her geçen gün daha da anlam kazanıyor. Önce satın almıyoruz ile başlayan boykot süreci şimdilerde “Satmıyoruz” ile yeni bir aşamaya geçmeye başladı. Eş zamanlı olarak alternatif ürünler piyasaya sunuluyor ve karşılık görüyor. Boykotun etkili olduğunu işgalci İsrail’e hizmet eden markaların yaptıkları büyük indirim kampanyalarından da anlayabiliriz. Boykot sürecinin son aşamasının ise geliri bağımsız Filistin devletinin kurulmasına hizmet etmek üzere üretim yapan şirketler kurmak ve bu tür ürünleri piyasaya sürmek olacaktır.

ABD’de birçok üniversite de çok anlamlı ve değerli tepkiler ortaya konuldu. Siyonistleri rahatsız etmiş olacak ki bizzat polis ve asker işbirliği ile üniversitelerdeki protestolara müdahale edildi. ABD tarihinde olmayan siyasi protestolardır bunlar. Aynı şekilde Avrupa’da; İspanya ve İrlanda başta olmak üzere İngiltere Fransa, Almanya, Danimarka, Hollanda gibi ülkelerde daha önce görmediğimiz kadar büyük kalabalıkların meydanlara indiğini görmüş olduk. Savaşın üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen halen daha belirli aralıklarla protestoların devam ettiğini görüyoruz.

Ülkemizdeki akademik kurumların (başta üniversiteler) kayda değer bir tepki ortaya koyduklarını düşünmüyorum. Her şeye rağmen ülkemizde İslami cemaatler ve İslami kanaat önderleri ilk günden itibaren Aksa Tufanına sahip çıkmaya devam ediyor. İnişli çıkışlı olsa da kesintisiz bir şekilde eylemlilik hali devam ediyor. (Rahmetli Heniyye’nin vasiyeti üzerine Ağustos ayında İstanbul’da yaklaşık 300 bin kişi meydanlarda idi) Yardımlar konusunda da insanımızın duyarlılığı devam ediyor. Filistin ve Gazze birinci öncelik olmayı sürdürüyor.

          7. Yaşadığı anlam bunalımını teknolojik ilerleme ile kapatmaya çalışan, fütüristik bir gelecek kurgusuna, dijital dünya ve yeni sekülerleşme dalgasını basamak kılan küresel hegemonya karşısında Aksa Tufanı dünya halkları için farklı seçeneklerin kapısını aralayabilmiş midir, bu süreçte İslami Hareketler nasıl bir rol üstlenmelidir?

Aksa Tufanı’nın dünya halkları açısından farklı bir alternatifin kapısını açtığı hususuna katılmıyor değilim. Ancak bu alternatif dijitalleşmeyi, teknolojik ilerlemeyi ıskalamak veya göz ardı etmek zorunda değildir. Teknolojik ilerleme ve dijitalleşme sorunlu olabilir ama kaçınılmazdır. Nitekim Kassam Tugayları elinde imkanları sınırlı da olsa dijital cihazlarla düşmanı gözetleme, saldır planı yapma, dronelarla saldırı gibi videolar silahlı direnişte dijitalleşmenin hiçbir şekilde ıskalanmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Tam da burada İsrail’in Lübnan’da Hizbullah üyelerine yönelik olarak gerçekleştirdiği sansasyonel dijital saldırının da hatırlanması gerekiyor. Cephede aylar hatta yıllarca çarpışma ile verilebilecek insani zayiat birkaç saniye içinde eş zamanlı olarak patlatılan çağrı cihazları ile verilmiş oldu. 3000 Yaralı ve 10 civarı vefat eden saldırının şoku atlatılmadan ikinci bir dijital saldırı daha yapıldı. Bu defa ölen sayısı daha fazla ve 500 yaralı olduğu bilgisi ulaştı.

Dijital/Siber saldırı finansal sistemlere, haberleşme sistemlerine, ulaşımı ve tedarik zincirlerinin kesintiye uğraması şeklinde alışık olduğumuz alanların dışında ilk defa bu denli geniş boyutta suikast ve savaş aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Şimdi her birimiz kullandığımız elektronik cihazların ve kullandığımız yazılımların ne denli güvenli olduğuna dair şüpheler içindeyiz. Sanırım Hizbullah ve İran başta olmak üzere birçok örgüt ve devlet de aynı güvenlik endişeleri yaşıyordur.

Eğer Yapay Zeka’yı, Metaverse’i Müslüman akıl üretmiş olsaydı eminim ki yeryüzünün imarına hizmet etmek için tasarlamış olurdu. Bunun için geç değil, hala yapılabilecek çok iş, gidilebilecek çok mesafe var. Ancak düşmanın bu araçları ne için ve hangi amaçla kullandığına bakarak İslam dünyasının da misli ile mukabele etmeyi aklından çıkarmaması gerekiyor. Nitekim Yüce Allah (cc) mübarek kitabımızda bizleri “gizli, açık düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar (bütün imkânları kullanarak kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bunlarla Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve Allah’ın bildiği (ama) sizin bilmediğiniz diğer (gizli şer ve nifak odaklarını) korkutasınız ve caydırıcılık gücüne sahip olasınız.” şeklinde uyarmaktadır. Burada caydırıcılık kavramının kritik olduğunun altını çizmek gerekir.

Aksa Tufanı ile toplumların küresel hegemonik sisteme karşı inançlarının kalmadığını, uluslararası sistemin çöktüğünü, medeniyetin insanlık adına ürettiği tüm değerlerin yerle bir olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Elbette burada geleceğe dair sözü olan medeniyetin İslam Medeniyeti olduğunu çok rahat söyleyebiliriz. Ancak bu nasıl olacak? Hangi söylemler, hangi işler, hangi tavırlar, hangi örnekler? Bu konuda iyi bir sınav verebileceğimize dair endişelerim olmakla beraber uzun zamandır IŞİD, Deaş, El Kaide, Boko Haram, Haşdi Şabi vb. hareketler yüzünden ciddi anlamda yara alan İslam dünyası tarihi bir fırsat yakalamış görünüyor.

11 Eylül saldırılarından sonra Amerikan toplumunda İslam ciddi olarak araştırılmış ve sorgulanmıştır. Başlangıçta İslam’ın terör ile bağlantısı üzerinden suçlayıcı dil, bir süre sonra olayların akışına da bağlı olarak İslam’a karşı bir ilgi ve sempatiye dönüşmüş ve 100 binden fazla Amerikalının Müslüman olmasına vesile olmuştur. Daha geçenlerde ABD’nin dünya da işlemiş olduğu cinayetler, katliamlar ve gerçekleştirdiği işgaller sebebiyle başına gelen 11 Eylül saldırılarını haklı bulan ABD’lilerin videoları yayınlandı. ABD’nin başka ülkeleri işgal etmek için kendisini saldırıya açık ilan etmesi ve hemen ardından başta Afganistan olmak üzere tekrar Irak’a saldırması, bu coğrafyalarda işlediği cinayetlerin ve ortaya attığı yalanların açığa çıkması ile ibre tersine döndü. ABD gibi jakoben bir ülkenin vatandaşı olmak, dünyanın süper gücü olan bu devletin pasaportunu taşımak geçmişte insanlara büyük keyif verebilirdi. Ancak Aksa Tufanı ile birlikte artık bu ülkenin vatandaşı olmaktan iğreniyorum diyen vicdan sahiplerinin de hiç de azımsanmayacak sayıda olduğunu görmemiz gerekiyor.

İslami Hareketler yıkıcı değil tamamen yapıcı (imar üzerinden) söylemlerle dünyaya alternatif bir yaşam hakkı sunabilirler. Küçük veya büyük demeden, önemli veya önemsiz ayrımı yapmadan en insani olanı, herkes için adil ve iyi olanı, yeryüzünün tamamını kuşatacak çözüm reçeteleri ile insanlığın huzuruna çıkmaya hazır olmak zorundalar.

Yorum Yapın