Sezai Karakoç’un İdeal Devlet Modeli: Diriliş Sitesi

Osmanlı Devleti’nden laik cumhuriyete geçişte modernleşmenin bir ürünü olarak yapılan laik karakterli inkılaplar ve dine dönük uygulamalar mütedeyyin kesimlerde alternatif arayışlarını beraberinde getirmiştir. Bu bakımdan dinin hayatın her alanında hâkim olması gerektiğini düşünen bazı muhafazakâr veya İslamcı çevreler, dinin devlet ile ilgili yönüne işaret etmişler, bu bağlamda fikirler ileri sürmüşlerdir. Necip Fazıl’ın Tek Parti dönemi sonlarında ortaya attığı Büyük Doğu düşüncesinde Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Türkiye’nin Kemalist modernleşmesi ve İslam dünyasında yaşanan krizler yazarın hayalini kurduğu ideal bir devlet şeklini meydana getirmiş ve Başyücelik adlı bir nizamı öngörmüştür.   Sezai Karakoç ise, erdemli bir toplum ve yönetimin nasıl olması gerektiğini Diriliş kavramı çerçevesinde dile getirerek Diriliş adlı dergisinde yazı dizisi halinde sıralamaktadır.

Sezai Karakoç’un ideal devleti Medinet-ül Fazıla’dır. İslam dünyasında ideal toplum ve erdemli bir devletin yapısını temellendiren Farabi’nin İslam düşünce tarihinin önemli yapıtlarından biri olan El-Medinetü’l Fâzıla (941-942) adlı eseri, Karakoç’un ilham kaynağı olmuştur. Bu bakımdan Karakoç, aradığı ideal devleti “Diriliş” kavramı çerçevesinde aramaktadır. Karakoç’un nazarında erdem devleti olan bu sistem, bir ırka veya sınıfa bağlı politik bir devlet değil, İslami esaslara dayalı, insan ve toplumu İslam’ın ruhuyla diri tutacak bir ülküdür.

Karakoç’un nezdinde erdem devleti olan bu sistem, sadece bir bekçi, bir ırkın egemenliğine dayalı veya bir sınıfın ve bu sınıflar arsında denge kurmak isteyen politik bir devlet değildir. Onun inandığı devlet her şeyden önce bir ülkü ve ideal devletidir. İslam ideasını taşıyan bu devlet, insan ve toplumu İslam ruhuyla diri tutacak bir ülkü etrafında şekillenmiş, kurum ve kuruluşlarıyla ayakta tutacak bir müeyyide bütünüdür.

Karakoç’un ideal devletinin temeli erdemdir. Kuvvet ve madde yerine erdem ve ahlak ölçüdür. Ona göre topluluğun öncüleri erdemliler olmalıdır. Bu öncü grup toplumu sürekli koruyan, geliştiren ve ayakta tutan kesimdir. Topluma yön vericiler de hayırda yarışan bu öncülerdir. Bu öncülerin yerini günübirlik politikacılar aldığı takdirde devlet hayatı uzun sürmeyecek ve kısa zaman içinde otokratik devlet yapısı oluşacaktır.

İdeal devlette eleştirinin gerekliliğine inanan Karakoç, eleştirisiz devletin kısa zamanda çökeceğini ileri sürer. Samimi olan eleştiriler ideal demokrasiyi de oluşturacak, böylece toplum kişilerin arzu ve ihtiraslarının esiri olmayacak, aynı şekilde devlet de kitle duygularının mahkûmu olmayacaktır.  Öncü nesil, nefsine tabi olmaya giden insanı uyaracak ve kitleye karşı devletin, tek kişinin hegemonyasına karşı da toplumun teminatı olacaktır.

İslam devletinde kapitalizm, komünizm ve materyalizme yer yoktur. Bunların tamamı İslam medeniyetine düşman ideolojilerdir. İdeal olan duruş “Ne doğunun mutlak ve mistik itaat prensibi, ne Batının sürekli muhalefet ve başkaldırı ruhu”dur. Bu sistem insanların politik, ekonomik ve sosyal gelişmelerine karşı açık bir düzeni ifade eder. Bu erdemin kuralı Allah rızası ve Kur’an’ın koyduğu varoluş ilkeleridir. Bundan dolayı sürekli eleştiri ve denetleme kurumları olacaktır.

Karakoç, çerçevesini çizdiği devletin, geçmişte Müslümanlar tarafından kurulduğunu, İslam’ın diriliş erlerinin de bu gaye ile çalışıp ideal İslam devletini kurmayı kendilerine tarihi bir misyon olarak belirlemelerini söyler. Doğu ve Batı devlet anlayışlarından uzak “ideal devlet”, tarihi sebeplerle kaybedilen şuurun tekrar kazanılmasıyla mümkün olacaktır.

Karakoç, 1960’lı yıllarda Diriliş dergisinde kale aldığı yazıda Türkiye’de sağcısından solcusuna her kesimde bir devlet kaygısının olduğunu yazar. Bu kaygı bazılarında ihtilal özlemine bağlandığını belirten Karakoç, aslında bu durumu her kesimin iktidar olma hevesiyle ilgili olduğunu düşünür. Ona göre bu kaygı sadece toplumda değil aynı zamanda devlet içindeki kurumlarda da bulunmaktadır. Bundan dolayı üniversitelerin ve radyonun devlet kontrolünden çıkması gerektiğini savunur. Devlette hâkim olma kaygısının aydınlar nezdinde de çatışma ve çekişmelere yol açtığını zikreden Karakoç, topluma öncülük yapacak yerde, toplumdan uzak ve halkı karamsarlığa iten bir aydın zümresinin varlığına işaret eder. Bunun için halk içinden çıkacak gerçek aydınların devletin başına geçmesiyle ülkenin kurtuluşun mümkün olacağı savunulur. Karakoç, bu durumun sadece Türkiye’nin kurtuluşu olmayacağını aynı zamanda bütün Türk dünyası ve tüm Ortadoğu hakları ve İslam âleminin kurtuluşu olacağını ileri sürer.

Karakoç, ideal devletinde yeni bir İslam sitesini kurmayı hayal eder.  Çağ içinde varoluşun hikmeti olan bu siteye “Diriliş Sitesi” adını verir. Ona göre bu sitede kentler, her yönüyle “mümin” hale gelmelidir. Çünkü şehirlerin de inananı, inkârcısı, nihilisti ve ateisti vardır. İman haykıran şehirlerin mimarı olma iddiasında olan Karakoç, bunu Müslümanlığının bir mesuliyeti olarak görür.

Karakoç diriliş sitesini, insan, kent, anlam ve tarih sütunlarından müteşekkil görür. Ona göre, ‘Diriliş Sitesi’ antik siteler gibi surlarla çevrili bir site değildir. İslam’ın koruyucu ilkeleriyle kuşatılmış, İslam ve aşk hakikatini kapsayan bir İslam sitesidir. Sadece geniş yolları ve sağlam yapıları olan bir kent değil, İslam’ın yeniden doğuşu olan toplum merkezli bir sitedir. Toplum örgütü, taş duvarlar gibi birbirine kenetlenmiştir. Aile, bir tarihlilik ve şuurluluk ekseninde, mahremiyeti korunan, toplumdaki konumu gözlenen ve denetlenen bir konumda olacaktır. Bu denetleme ve gözlemleme devletten önce toplum örgütlerince yapılır. Devlet, müdahaleden çok hizmet konusuna eğilecektir. Devlet ve toplum örgütleri ailenin özgürlüğünü sarsmadan ve zedelemeden toplumla kaynaştıran sosyal, ekonomik ve kültürel hizmetler sunacaktır. Aile mini-site olacaktır. Siteyi eşya ve tarih karşısında somut hale getiren ülkü, ailenin izlediği ülkü olacak.

Diriliş Sitesi’nde topluma zarar verecek olan içki, kumar, fuhuş, haksız kazanç, kabalık ve tembellik gibi olumsuzluklar uzaklaştırılacak ve bunlara set çekilecek. Site’nin en önemli özelliklerinden biri de onun değerini bozan yabancı kültürlere karşı kendi değerini önceleyen ve başkasına benzeme ve özenmeyi ortadan kaldırmaktır. Sitenin manevi kuleleri, sürekli dışı gözetleyecek ve nöbet yerini hiçbir zaman terk etmeyecek bekçiler yurdudur. Bu görev bilim adamları, siyaset, devlet adamları ve askerin büyük görevidir.

Site, üretimde doğru, tüketimde ise ters orantılı bir yarış içinde erdemlilik ilkesini benimseyecek. Zengin ile fakir arasında uçurumlar yaşanmayacak. Diriliş insanı aynı şekilde kapitalizm ve komünizmin yıkıcılığına kapılmayacaktır. “Devletin veya partinin kölesi, mahkûmu veya oyuncağı olmamalıdır kişiler ve aileler. Aile veya kişilerin elinde gereğinde devlete karşı kendi çaplarında da olsa direnip boykot yapabilecekleri bir ekonomik güç bulunabilmelidir.” Devlet kapitalizminin, faşizm ve komünizmde olduğu gibi kişiyi bir istatistik öğesi haline getirdiğini söyleyen Karakoç, kişilerin devlet veya partilerin elinde işçi-köle haline getirildiğini savunur. Diriliş toplumunda ise kişiye bakış sadece ekonomik ve maddi değildir. Devlet yurdun ekonomik imkânlarını tek yanlı kullanıma müsaade etmez.

Diriliş anlayışında maddi güçler manevi güçlerin kontrolündedir. Erdemli insanların yetişeceği bu sitede halk yönetimi esas alınacak, demokrasi putlaştırılmayacaktır. Entrika ve hile yuvası olan partizanlıklara müsaade edilmeyecek, hür seçimler hakikati bulma olarak düşünülecektir. Seçim kavgaların gölgesinde sahnelenmeyecek, basın sorumlu davranacak, devlet kurumları içindeki tüm kurumlar denge halinde günlüğe, geçiciliğe ve “dünyataparlığa” savaş açmış bir kompozisyon halinde yeniden yapılandırılacak.

Sosyal devlet gereği, öksüz, dul, sahipsiz, yaşlı ve sakatlar devlet tarafından korunacak. Devlet ve toplumsal kurumlar işsizliği bitirecek adımlar atmalı böylece iş bulma sorunu ortadan kalkmalıdır. Giyim, yeme ve ev hayatında ve imarda sadelik prensibi esas alınacak. Cimrilik değil tutumluluk bilinciyle hareket edilecek. Çocuklar bilgi, ahlak ve iradece eğitilecek. Nesiller hayırlı işlerde yarıştırılacak, merhamet sahibi, Allah’ın rızasını gözetecek insani duygular kazandırılacak. Ona göre, bu ideal siteyi gerçekleştirecek olanlar, diriliş erleri, erenleri ve pirlerinin gayretiyle mümkündür. Ütopik olan bu site iyi niyetler ve çalışmalar sonunda geçmişteki İslam medeniyetinde görüldüğü gibi Allah’ın lütfuyla gerçekleşebilecekti.

Karakoç’un ideal devletinde Farabi’nin erdemli şehir arasında açık bir biçimde benzerlikler bulunmaktadır. Oda tıpkı Farabi gibi yöneticinin erdemli olması gerektiğinden bahseder ve yönetici sınıfın niteliğine değinir ve tıpkı Farabi gibi farklı şehirlerin varlığına işaret eder. Farabi’nin erdemli şehrinin yanında zikrettiği cahil şehir,  fasık şehir ve karakteri değişmiş şehirleri Karakoç’ta inançlı şehir, inkârcı şehir, nihilist ve ateist şehir şeklinde tarif edilmiştir. Öte yandan Karakoç’un idealini kurduğu şehir Avrupa’daki modern ütopyaların yeni keşfedilen bir ada ülkesi değil, geçmişte asr-ı saadet olarak bilinen peygamber ve dört halife dönemin de modeli bulunan bir tasarıyı kapsar. Bu ideale ulaşmanın yolunu da İslamî bilinç ve şuur ile “yeniden diriliş”e bağlamaktadır.

Öte yandan Karakoç, 1988 yılında Diriliş dergisinde “Devlet” adlı bir yazı dizisi kaleme almış ve burada devlet ile ilgili görüşlerini şekillendirmiştir. Karakoç hem devleti kutsallaştıranlara hem de şeytanlaştıranlara karşı mutedil bir model sunmaktadır. Karakoç’a göre, tarih boyunca devlete yüklenen ifrat ve tefrit anlam zaviyesinden ötürü insanlar zarar görmüştür. Devletin kutsandığı veya yok sayılmaya çalışıldığı durumlarda her zaman toplum ve insan zarar görmüştür. Ona göre, büyük bir güce ulaşacak devlet, Firavun ve Nemrut misali modern çağda benzerlerinin rüyalarını gerçekleştirecek bir baskı mekanizması haline gelebilir. Bunları kontrol edecek bir güç olması gerekmez mi, diye sorar. Yine eski dönemlerde din ve devletin beraber zikredildiği ve böylece devletin din gücünden de kuvvet aldığını belirten yazar, antik çağlarda devletin din yerine geçmesi ile insanın ezildiğini, gönderilen peygamberlerin, kendini tanrılaştıran Firavun ve Nemrutlara karşı savaş açarak onların sistemlerini yıktığını ileri sürmüştür. Karakoç, devletin dinden dinin de devletten ayrı düşünülemeyeceği gibi, din ve devletin özdeşleştirildiği sistemlerin de doğru olmadığını düşünür. Ona göre din, devleti insanların mutluluğu için kontrol edecek, ancak dinin siyasete alet olduğu yerde ise bu dengenin bozulacağını vurgular. Bundan dolayı Karakoç, devleti bir zorunluluk olarak görmesine rağmen, insanı yok sayan ve bir faşizme dönüşen devletin putlaştırılmasını doğru bulmaz.

Karakoç, modern dünyadaki devlet sistemlerini tahlil etmiş, komünist ve kapitalist devlet sistemlerine karşı sert ve katı bir duruş sergilemiştir. Ona göre devlet idealleri ırk, sınıf ve parti menfaatleriyle özleştirildiğinden dolayı insanlığın felaketi olmuş, 20. yüzyıl insanlık tarihi için utanç verici olaylara sahne olmuştur. Modern ulus devlet ve benzerlerini ideal devlet anlayışına aykırı bulan Karakoç, insanlık ideali ve medeniyet ruhu ile birleşmeyen “korkunç kuvvet”e sahip devletin, geçmişte olduğu gibi insanlığı tekrar felakete götüreceğini savunur. Bundan hareketle alternatif bir sistem tasarlayan Karakoç, Ortadoğu’da eskiden beri var olan din olgusunun, devlet, kültür ve toplumun temel ilkesini belirlediğinin altını çizer. Batı’nın hegemonyasından kurtulmak için güçlü bir toplum ve güçlü bir devletin varlığını elzem gören yazara göre İslam sadece bir inanç sistemi olmayıp, çekirdeği iman olan insanlığın medeniyetidir. İslam toplumun ruhuna işlenmiştir. Bundan dolayı yeniden Osmanlı Devleti gibi büyük bir medeniyet devleti kurmak gerektiğini öne süren Karakoç, güçlü bireylerin yetişmesini sağlayacak bir eğitim sisteminin gerekliğini savunmaktadır. Ayrıca Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan Batılı modernleşmenin toplumu menfi yönde etkilediğini, sekülerleşmenin bu halkları yıkıma sürüklediğini ileri sürmüştür.

Karakoç, İslam ile Batı kültürü arasında bir karşılaştırmaya gider ve İslam medeniyetinin insana, topluma ve devlete dönük yaklaşımını ele alır. Ona göre Batı’da Hristiyanlık inancı doğrultusunda devletle dinin görevleri ayrılmıştır. Batıda “Tanrının hakkı tanrıya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” anlayışı hâkim iken İslam medeniyeti mutlak hükümdarlığı kabul etmez. Devletin başında olan kişi ister seçimle, ister babadan oğula yönetime geçsin, İslam idare ve siyaset hukukunda, İslam kurallarını uygulamayan yöneticiye karşı başkaldırı hakkı doğar. İslam devletlerindeki geniş yetki, sınırsız yetki sahibi olma anlamına gelmez. İslam tarihinde bunun sayısız örnekleri vardır. Aynı zamanda İslam devleti ırk, dil ve mezhep esasına dayanmaz. Ehl-i Kitap bile devlete tabi olma şartıyla adil ve eşit yaşama hakkına sahiptir. Bu yönüyle Peygamber ve Dört Halife Dönemi ideal devlet örnekleridir. İslam devletinin amacının bir “Dünya Devleti” olduğunu ileri süren Karakoç bundan dolayı Osmanlı Devleti’nin “yüce devlet” anlamında “Devlet-i Aliye” olduğunu ifade eder. Bu bakımdan Karakoç, İslam’ın yönetim şeklinden çok dayandığı medeniyet değerlerine önem atfetmekte ve insanı merkeze alan bir anlayış sergilemektedir.

Karakoç, Osmanlı Devleti dışındaki irili ufaklı Türk devletlerinin yapılarından dolayı büyük devlet olamadığını söyler. Osmanlı Devletini Devlet-i Aliye yapan vasıflarını ise şöyle aktarır. Osmanlılar büyük hedefler peşinde koşmuş, dünyanın süper gücü olan Bizans’ı devirmeyi düşünmüşlerdi. Karakoç, toplumu yükseltecek olan manevi önderlerin önemine işaret eder. Bu manada Yunus Emre, Hacı Bektaş, Hacı Bayram, Mevlana gibi şahsiyetler bu toplumun sıradan bir halk olmadığını göstermiştir. Selçuklu sanatı da evrensel bir sanata temel oluşturmuştur. Askerlik ve siyaset dünya devleti olma iddiasını taşıyordu. Her şeyden önemlisi farklı dil, mezhep ve adetleri olan Osmanlı halkı, aynı ruh, aynı kalp ve duygularla kenetlenmiş “Tek Bir Millet”ti. Bu anlamda Osmanlı tarihi, musikisi, bilimi, şiiri, mimarisi ve adaleti incelenmeli ve Osmanlı tecrübesinden faydalanılması gereklidir.

İslam âleminin artık bilinçlendiğini ve yeni bir devlet modelinin gerekliliğini savunan Karakoç, mevcut İslam ülkelerini, krallık, tek parti, diktatör veya Batı tipi demokrasi denemeleri içinde Doğu ve Batı Blokları arasında tercihe zorlanan ülkeler olduğunu söyler. Oysa bu ülkelerin kendi bloklarını, kendi sistemlerimi kurmaları gerektiğini zikreden Karakoç, İslam dünyasında çizilen sınırların suni sınırlar olduğunu ve Batı emperyalizmi tarafından çizildiğini belirtir. Bunun için yeni bir tasavvur ortaya konulmalı, İslam dünyası coğrafi, tarihi ve sosyolojik açıdan göz önünde alınmalı ve aydınlar buna göre hareket etmeli, farklı alternatifler sunmalıdır.

Karakoç, İslam’ın sadece metafizikle ilgilenmediğini, devlet başta olmak üzere her türlü kötülüğün, zulmün, eşitsizliğin önünde set olan ve adaleti sağlayan bir mekanizmaya sahip olduğunu belirtir. Bununla birlikte dinin ahlaki sorunlar, toplumsal ve siyasal problemlere çözümler üreten, hukuk kuralları da oluşturan ilkeler belirlediğini ifade eder. İslam’ın temel ilkesinin ise hakikat ve erdem olduğunun altını çizen Karakoç, İslam devlet anlayışında görevlerin emanet olduğunu ve emanete sadakatin de müminlerin görevi olduğunu zikreder. Emanetin teslim edileceği zümrede Kur’an’ın buyruğu olan “Emanetleri ehline veriniz” ilkesi ile “ehliyet ve liyakat” genel prensiptir. Yine İslam’ın yönetim ilkelerinden biri de “danışma” ilkesidir. Müslümanların lideri yapacağı işleri şura ile yapar. Diğer bir ilke, adalettir. Adil bir düzen öncelikle barışı temel alır. Ekonomi alanında helal kazanç, adil paylaşım ve yardım müessesesi olan zekât kurumu devletin görevleridir. Peygamberin bu ilkeler doğrultusunda idare ettiği İslam devleti bunun modelidir.

Karakoç açısından yıkılmaması gereken, daha da serpilmesi gereken “Yüce Devlet” Devlet-i Aliye, yeni bir dirilişle ıslah edilmelidir. Bu vasıflara ve vizyona sahip olacak devlet, modern dönemin siyasi ve tarihi şartlarında kendisini Asya ve Afrika lideri yapacaktır. Ona göre II. Dünya Savaşı yıllarında ‘Yüce Devlet’ yaşamış olsaydı, İslam dünyası için altın çağ yaşanabilirdi Karakoç, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra ‘‘Yüce Devlet” sandalyesinin halen boş olduğunu söyler. Ona göre, Osmanlı Devleti’ni yıkıp onun yerine oturmak isteyen İngilizler ve Amerikalılar bu boşluğu dolduramamışlardır. Bu mirasa sahip çıkmak için İslam’ın kişiyi kurtaracak bir öğreti olarak harekete geçirmek ve kurtarıcı devlet fikrine sahip olmak gerekir. Devletlerin, toplumların ve fertlerin İslami şuur kazanmaları aynı zamanda onların kurtuluşu olacaktır. Bu yönüyle Karakoç, İslam Birliği düşüncesinin yanında Osmanlı Devleti’nin varisi olarak Türkiye’ye tarihi bir misyon yüklemektedir.

Sezai Karakoç ise Diriliş kavramı etrafında İdeal Devlet görüşünü sergiler. Onun ideal devlet anlayışının temel referansı medeniyettir ve Farabi’nin İdeal Devleti onun için bir model oluşturduğu söylenebilir. Karakoç, İslam’ın yönetim şeklinden çok dayandığı medeniyet değerlerine önem atfetmekte ve insanı merkeze alan bir anlayış sergilemektedir.

Devlet kavramını İslami düşünce ile yorumlayan Karakoç’un devlete yüklediği anlam devletin toplumlara huzur getirecek bir erdem sistemi olduğudur. İslamiyet ise, devletin adil bir şekilde yönetim kurmasına olanak sağlayan dayanağıdır. Bireyi yok sayan, tüm hakkı devlete veren sistemi Firavun ve Nemrut yönetimleriyle ile özdeştiren Karakoç, peygamberlerin misyonunu bu sisteme başkaldırı olarak değerlendirmiştir. Devlete yönelik vasat bir yorum getiren Karakoç, ne devleti kutsallaştırılacak bir anlayışı ne de devletin tümüyle reddini içeren yaklaşımları doğru bulmaz.

Kaynakça

Duman, F. (2011). “Muhafazakâr Düşüncede Devlet Kavramı Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme”, Muhafazakâr Düşünce, Yıl: 7 - Sayı: 28, s. 33-63.

Farabi, (2020). İdeal Devlet, Çev. Ahmet Arslan, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Gürkan, A. (2018). Ütopya ve Modern Dünya, Ankara: Pruva Yayınları.

İnalcık, H. (2018). Osmanlı’da Devlet, Hukuk ve Adalet, İstanbul: Kronik Kitap.

Karakoç, S. (1966). “Devlet Kaygısı”, Diriliş, S. 7, Ekim.

Karakoç, S. (1976). “Diriliş Neslinin Amentüsü”, Diriliş, S. 17, Ocak.

Karakoç, S. (1986). Günlük Yazılar III,  İstanbul: Diriliş Yayınları.

Karakoç, S. (1988a). “Devlet I”, Diriliş, S. 9, Eylül.

Karakoç, S. (1988b). “Devlet II”, Diriliş, S. 10, Eylül.

Karakoç, S. (1988c). “Devlet III”, Diriliş, S. 11, Ekim.

Karakoç, S. (1988d). “Devlet IV”, Diriliş, S. 12, Ekim.

Karakoç, S. (1988e). “Devlet V”, Diriliş, S. 13, Ekim.

Karakoç, S. (1988f). “Devlet VI”, Diriliş, S. 14, Ekim.

Karakoç, S. (1988g). “Devlet VII”, Diriliş, S. 15, Ekim.

Karakoç, S. (1988h). “Devlet X”, Diriliş, S. 18, Kasım.

Karakoç, S. (2018). Diriliş Neslinin Amentüsü, İstanbul: Diriliş Yayınları.

Nispet, R. (2014). Muhafazakârlık: Düş ve Gerçek, haz. Bülbül, K., Ankara: Kadim Yayınları.

Niyazi, M. (2015). Türk Devlet Felsefesi, İstanbul: Ötüken Yayınları.

Platon, (2020). Devlet, İstanbul: Türkiye İşbankası Yayınları.

Şen, H. (2011). “İslam İslamcılar ve Devlet”, Muhafazakâr Düşünce, Yıl: 7 - Sayı: 28, 125-139.

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.

Yorum Yapın