Arsız Kötülük

İyilik ve kötülük kavramları insanlığın en kadim tartışma konularından biridir. Allah'ın varlığı konusunda şüpheye düşenler, her şeye gücü yeten ve mutlak iyi olan bir yaratıcının kötülüklerle dolu bir dünyayı halketmesini çelişkili bir durum olarak kabul etmektedir. Ateistlerin "kötülük problemi" olarak ifade ettikleri ve inkarlarına dayanak yaptıkları bu argümana karşılık olarak inananlar farklı cevaplar vermektedir. Bazıları aslında kötülük diye bir şeyin olmadığını ya da kötülük mefhumunun izafi olduğunu ifade ederken, bazılarıysa her kötülüğün kendi içinde bir iyilik taşıdığını veya iyi diye bir kavramın varlık kazanıp anlamlı olabilmesinin kötü kavramıyla mümkün olabileceğini, diğer bir açıdan ise bu durumun imtihanın bir gereği olduğunu dile getirmektedirler. Ayrıca eşyanın özü itibarıyla kötü olmadığı, bunun insan fiilleriyle ilişkisel bir mahiyet taşıdığı, dolayısıyla yaratıcıya kötülük kavramının isnat edilemeyeceğinin de altı önemle çizilmektedir.

İslam kelamında hüsün-kubuh diye ifade edilen bu tartışma konusu insan iradesi ve özgürlüğüyle doğrudan ilişkili bir mevzu olarak ele alınıp hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığı savunulurken ahiret inancının bir gereği olarak mesele; insanın imtihan edilmek üzere yaratılıp tercihte bulunabilme yetisiyle ilişkilendirilmiştir. Bu bağlamda "İyi nedir kötü nedir, bunu kim belirler, bu kavramlar eşya ve olguların zatı ile mi ilgilidir?", "Ahlaki bir içerik taşıyan iyilik, kötülük kavramları sabit ya da değişken midir?" soruları karşısında geçmişten günümüze çok çeşitli görüşler ortaya konmuştur.

Taha Abdurrahman bu konuda: Kant'ın; kötülüğün kökleşmesi ve insan benliğinde içgüdüsel bir hâl alması açısından varabileceği son noktayı ifade etmek için kullandığı "radikal kötülük" ve Arendt'in; totalitarizmin bireyleri değersizleştiren, bürokratları fikirsiz gören ve normal insanlara dahi büyük kötülükleri görev gereği yaptıran olguya verdiği "sıradan kötülük" kavramlarına karşılık; Siyonizmin Filistin'de yapmış olduğu katliamları da ifade etmek için kullandığı ve sekülerizmin açmazlarını da ifade eden ve çok daha tehlikeli bir boyut kazanan "mutlak kötülük" kavramını öne çıkarır. Taha Abdurrahman özetle şöyle der: "Radikal kötülük, ahlaki yasaları çiğnemektedir, sıradan kötülük ise değerleri hedef almaktadır, mutlak kötülüğe gelince o, değerlerin de yatağı olan fıtratı yok etmek istemektedir. Yani "mutlak kötülük" fıtratı, emaneti ve sözleşmeyi yok etmek istemektedir. Mutlak kötülük 'asıl', diğerleri bunun yanında 'fer' hükmündedir."

Evet, kötülüğün tarih boyunca çok sayıda adlandırması olmuştur. Günümüzde oldukça yaygınlaşan bir kötülük türünü "arsız kötülük" şeklinde tanımlamak çok yerinde olacaktır. Aslında arsız kötülüğün geçmişine göz attığımızda birçok temel mesele gibi onun da ilk insan dönemine kadar dayandığı ortaya çıkmaktadır. Çok sayıda sapmanın kaynağı olan şeytan, arsızlıkta da kötü bir çığır açmıştır. Şeytan, Allah'ın emrine isyan etmekle kalmayıp işlemiş olduğu cürmün müsebbibi olarak da Allah'ı gösterecek kadar arsızlaşabilmiştir. Hz. Adem ve eşinin yasak ağaçtan yiyip Allah'ın emrine uymamasında şeytanın hile ve aldatmasının da rolü olmasına rağmen onlar işledikleri hatayı kabullenip tövbe istiğfar etmişlerdir. Şeytan ise hem isyan etmiş hem de hatasının sorumluluğunu üstlenmeyip kendisini Allah'ın azdırıp saptırdığını söyleyecek kadar azgınlaşmıştır.

Şeytan'ın böyle bir arsızlığı yapmasının nedenini araştırdığımızda karşımıza birçok kötülüğün kaynağı olan kibir çıkmaktadır. Onu akılalmaz bir azgınlığa sevk eden bu kibrin kökenine indiğimizde ise bizi karşılayan olgu günümüzün de en büyük sapkınlıklarından olan ırkçılık hastalığıdır. Irkçılık hastalığı, akletmeyen, atalar dinine tabi olan ve kör taklitçilik batağına saplanan kitlelerde daha bir kök salmaktadır. Bilgi ve hikmet menbağı yerine cahiliye karanlığından beslenen bu kitleler adalet merkezli bir birliktelik yerine, ırkçılığı; çıkar odaklı bir dayanışma, çeteleşme modeli olarak formüle etmektedirler. Aslında bu aşamada ırkçılık artık herhangi bir etnik aidiyet meselesi olmaktan çıkmıştır. Öyle ki modern ırkçılık çeşitlerinden olan ulusçuluk olgusu bahsedilen bağnaz ve arsız çeteleşmenin en güzel örneklerindendir. Meselenin birazcık derinlerine indiğimizde klasik ırkçı dayanışmanın payandası yapılan kabile ve halk küçük bir azınlık tarafından sömürülmektedir aslında. Modern uluslarda ise oligarşik bir zümre, geniş halk yığınlarını sözde birlik ve dayanışma söylev ve ritüelleriyle istismar ederken, asıl efendileri olan küresel emperyalizme gönüllü ya da gönülsüz olarak kölelik yapmaktadır. Ancak tüm bu trajikomik durumlarına rağmen mevzubahis oligarşi, kitleler önünde özgürlük ve bağımsızlık sloganlarını yüzsüzce haykırmaktan geri durmamaktadır.

Kötülüğün arsızlaşması yüzsüzlükle doğrudan ilişkilidir. Zira utanma duygusunu yitiren kişilerden her şey beklenebilir. Bu süreçte kötülüğün sıradanlaşması arsız kötülüğe giden yolda önemli bir kırılma noktasıdır. Normal görünümlü kişiler tarafından kötülüğün sıradan bir davranışmış gibi sergilenmesi yalnızca kapalı, totaliter sistemlerle ilgili durum değildir. Aksine liberal demokratik düzenlerde, özgürlük adı altında ortaya konan kötülüklerin haddi hesabı yoktur. Postmodernitenin göreceli hakikat algısını araçsallaştıran liberal kapitalizm, yaptığı onca zulüm, sömürü ve katliamı, bilgiyi manipüle ederek meşrulaştırabileceğini zannetmektedir.

Sokrates kötülüğün kaynağı olarak bilgisizliği işaret etmiştir. İslam'daki "iyiliği emredip kötülükten nehyetme" vecibesindeki iyilik kelimesi Arapça "maruf", yani "bilinen" kavramıyla ifade edilerek benzer bir açılım getirilmiştir. Hakim anlayış olan postmodern tahakküm ise bilgiyi bulanıklaştırarak, zihinleri yapılan kötülüklere hazır hale getirmektedir. Bir taraftan hakikat göreceli hale getirilip ahlaki sabiteler yok sayılırken, diğer yandan bilimsel bilgi mutlaklaştırılarak seküler hegemonya ve küresel emperyalizmin her türlü kötülüğü evrensel normlar olarak dayatılmaktadır. Ulaştığı devasa askeri, ekonomik ve siyasal güçle, küresel kötülüğü radikal kötülük formunda sürdürebileceğini düşünen emperyalizm, sahip olduğu ileri teknoloji ve inşa ettiği sanal dünya aracılığıyla kitleleri efsunlayıp köleleştirerek tüm zihinleri kötülüğün sıradanlaşmasına uygun bir hale getirmektedir.

Emperyalizm elinde tuttuğu güçle büyük bir kibre bürünüp şımardıkça arsız kötülüğün yaygınlaşması kaçınılmaz olmaktadır. İsrail terör çetesinin Filistin'de yapmış olduğu katliamlar bunun en açık örneğidir. On binlerce çocuk ve kadını dünyanın gözü önünde öldürüp daha sonra da ahlaktan bahsetmek ya da yalnız bir gün içinde çadırlarda yaşayan çocuk, kadın, yaşlı yüzlerce sivili öldürüp daha sonra ekranlarda bir tane bile sivil öldürmedik diyebilmek; asla kitleleri manipülasyonla açıklanabilecek bir olgu değildir. Zira burada küresel çete yalnız Filistinlileri değil tüm insanlığı aşağılamaktadır. Kötülük arsızlaştığında yaptığı zulümlere gerekçe gösterme ihtiyacı bile hissetmez yahut sözde gerekçeleri bile şımarıklık ve azgınlık gösterisinden başka bir şey ifade etmez. Amerika'nın başını çektiği küresel çetenin yıllardır ortaya koyduğu tablo tam bir arsız kötülük resmidir.

Kötülüğü besleyen ana faktörler; kibir, bencillik, çıkarcılık, merhametsizlik, empati yoksunluğu, dünya hırsı, mal ve makama düşkünlük, haset, kin ve düşmanlık, ırkçılık, içki, uyuşturucu ve aklı örten her türlü şey, yalan, şöhret, haram, fıtrattan uzaklaşma, hikmet yoksunluğu ve ölçüsüzlük vb. şeylerdir.

Kötülüğün arsızlığa dönüşmesi ise; kibrin kişiyi sarhoş etmesi, vicdanın tamamen dumura uğraması, ahlaki sabitelerin büyük ölçüde buharlaşması, akıl tutulması hali, cehaletin hamakatla birleşmesi, kötülüğün kollektif bir hal alması, utanma duygusunun ortadan kalkması, kötülüğün örgütlü olması, iyilerin kötüler kadar cesur olamaması gibi sebeplerle toplumda kendisine yer bulabilmektedir.

Modern toplumlar gösteri toplumları olarak da adlandırılmaktadır. Sosyal medya ve dijital dünya, gösteri toplumunun teşhircilik yönünü zirveye çıkarmıştır. Mahremiyet aşındıkça utanma duygusu kaybolmuş bu da kişiliksiz insanların çoğalmasına ve arsız kötülüğe karşı koyabilecek potansiyelin erimesine yol açmıştır. İslam dininin "kötülüğün aşikar edilmemesi", "kardeşinin yapmış olduğu hataların örtülmesi" (kul-kamu hakkı olmayan) gibi buyrukları özgür, şeffaf toplum sloganlarıyla göz ardı edilmiş ve yüce insani değerler yerine süfli hazlar geçer akçe haline getirilmiştir. Ne yazık ki bu olumsuz gelişmeden Türkiye sekülerleri en fazla etkilenen kesim olarak öne çıkmıştır. Bunun en önemli nedeni bu kesimin yukarıda sayılan kötülüğün nedenlerine karşı en korumasız kitle olmasından ve küresel kötülük şebekeleriyle yakın ilişki içerisinde olmalarından kaynaklanmaktadır.

Türkiye sekülerlerinin önemli bir kısmı, arsızlığın önünde engel olarak gördükleri din, aile, ahlak ve diğergamlık gibi pek çok kurum ve değere saldırmayı adeta bir görev addetmiştir. Sekülerlerin laikçi diye adlandırılan, militan karakterli, sayısı hiçte az olmayan oldukça azgın bir kesimi ise "örgütlü kötülük" kapasitelerini hayatın her alanında yaygınlaştırmak için olağanüstü bir çaba göstermektedir. Küresel emperyalizm ve karanlık Siyonist çetelerle içli dışlı olan bu mahfiller kadim ahlaki değerleri ve Türkiye toplumunu ayakta tutan her türlü toplumsal yapıyı zayıflatmak için karmaşık bir şebeke yapısı ile her fırsatı kullanma azminde gözükmektedirler.

Siyonistlerin Gazze'de yaptığı soykırımı görmezden gelmek şöyle dursun, açık ya da örtülü bir şekilde bu katliamları savunan yahut Siyonistlerin katliamlarını meşrulaştıracak söz ve tutum ortaya koyan laikçilerin sayısı hiç de az değildir. Kendilerine bu insanlık dışı pozisyonları hatırlatıldığında laikçilerin azgınlıkları tam bir arsızlığa dönüşmektedir. Türkiye laikçilerinin arsız kötülük örnekleri çok fazladır. Buna şaşırmamak gerekir, zira yukarıda zikredilen Hz. Adem ve Şeytan örnekliğinde onların takip ettikleri model ikinci kötü örnekliktir. Kibir, üstenci bakış açısı, ırkçı-ulusalcı duruş, fıtrata karşı isyan, yalan, hile, bencillik ve haz peşinde koşma gibi birçok kötülük özelliği laikçi kesim tarafından içselleştirmiş gözükmektedir.

Mesela laikçiler kendi haklarına müdahale edilmediği halde daha önce başkalarının yasaklanan haklarının onlara geri verilmesinden rahatsızlık duyarlar. Bu yalnızca içte duyulan bir hoşnutsuzluk olsa keşke; onlar bununla yetinmeyip özellikle dindar kesimin en doğal haklarını, nüfusun ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede kısıtlamak için azgın ve arsızca bir mücadeleye girişirler.

6 Şubat 2023'de  Kahramanmaraş merkezli  büyük deprem sonrası laikçilerin ortaya koyduğu kötülük şeklini ifade etmek için "arsız kötülük" kavramsallaştırması çok uygun bir terkiptir. Laikçi kesimin her katmanından çok sayıda kişi, deprem sonrası yapılan seçimlerde, o bölgede seçim sonuçları mevcut iktidar partisi lehine çıktı diye deprem bölgesi sakinlerine ağza alınmayacak hakaretlerde bulunmuşlardı. Çok kısa bir süre önce büyük acılar yaşayan bu insanlara farklı politik tercihlerde bulundu diye insanlık dışı hakaretlerde bulunabilmek "mutlak kötülük" ve "arsız kötülük" terkiplerinin cem edilmesiyle anlaşılabilir belki de. Verdiği üç kuruşluk yardımı canlı yayında, sosyal medyada yahut dost meclislerinde sırf farklı tercihlerde bulundu diye depremzedelerin başına kakmak ve acıları hala dinmemiş yaraları hala sızlayan bu insanlara akıl dışı, ahlak dışı ithamlarda bulunup onlara lanetler yağdırmak ancak azgın-arsız-örgütlü kötülük çetelerinin yapabileceği bir sapkınlıktır. Laikçilerin bunun benzeri çok fazla "arsız kötülük" örneğini sergilemesi ülkemiz, insanlık ve toplumsal huzur açısından büyük bir tehdit teşkil etmektedir...

Yorum Yapın