Hizbullah

Hamas’ın 7 Ekim’de işgalci kuvvetlere karşı başlatmış olduğu saldırılar sonucunda bölgemizi ve İslâm alemini derinden etkileyen olaylar, Lübnan’a karşı yapılan ağır bombardıman ile birlikte farklı bir boyut kazanmaya başlamıştır. Ayrıca bu süreç içerisinde Hizbullah’a karşı yapılan suikast girişiminde Nasrallah’ın vefatı, Gazze’de Hamas lideri Yahya Sinvar’ın şehit edilmesi gibi önemli gelişmeler, Hamas ve Hizbullah’ın iç gelişmeleri ve yapılarını muhafaza etmeleri açısından oldukça önemlidir. Hamas ve Hizbullah’ın liderlerinin vefatını müteakip dağılma sürecine gireceklerini düşünenler ise bu anlamda yanılmışlardır.  


Bölgenin Suriye’yi ve ileride muhtemelen ülkemizi de derinden etkileyecek büyük bir savaşa doğru sürüklendiği düşüncesi gündemimizi ciddi anlamda etkilemektedir. Böylesine büyük çapta bir savaşın gerçekleşmemesini temenni etmekle birlikte özellikle son elli yılı aşan dönemde Siyonist güçler ile Müslüman ülkeler arasında yer yer geniş çaplı bazen de daha lokal kalan savaşlar sürekli olarak vuku bulmaktadır. Bu nedenle aslında Hamas ve Hizbullah’ın İsrail ile savaşma tecrübesi ve Filistin ve Lübnan’ı düzenli ordular yerine milis kuvvet olarak kabul edilebilecek yapıların savunması; onlarda ciddi bir savaş tecrübesinin olduğunu da göstermektedir. Bu yazımızda son dönemde hakkında çokça konuşulan Hizbullah’ın tarihi ve bugünkü yapılanması hakkında önemli gördüğümüz bazı noktalara değinmeye çalışacağız.


1979 İran İslâm Devrimi içinde yaşadığımız bölgede İslâmî hareketler için büyük değişimlere neden olmuştur. İran Devrimi’ni ülke toprakları dışına çıkarma fikrinin en başarılı örneği Lübnan siyasetinde kırk yılı aşkın süredir önemli bir rol oynayan Hizbullah’ın ortaya çıkmasıdır. Hizbullah’ın silahlı bir yapıya bürünmesinde İran’dan gelen Devrim Muhafızları gurubu oldukça önemlidir. Bunun öncesinde Lübnan Şiilerinin bir bilinç kazanmasında Musa es-Sadr (ö. 1978)’ın rolü önemlidir. Kendisi aynı zamanda askeri bir yapı olan Emel hareketinin kurucularındandır. 


1982 yılında kurulan Hizbullah hareketi ismini (حزب الله), Kur’ân-ı Kerîm’de Mâide suresinin 56. ayetinde geçen bir kavramdan alır. Hizbullah’ın İran ile ilişkisi bölge gündemini en çok meşgul eden konuların başında gelmektedir. Grubun ilk dönem liderleri fikirsel anlamda İran İslam Devrim ilkeleri ile birtakım farklılıklara sahip olmuştur. Özellikle velayet-i fakih görüşüne karşıt duran hareketin İran politikası ile tam uyumlu hareket etmesi 1992 yılında Hasan Nasrallah’ın lider olmasıyla gerçekleşmiştir. Bu nedenle bugün İran siyasetinde bölgede önemli aktörleri ve siyasetlerinin paydaşları olan Hûsî ve Hizbullah hareketleri tarihsel süreçte politika anlamda değişim yaşamış, İran ile birleşmeleri zamanla olmuştur.


22 Ekim 1989’da Suudi Arabistan’ın Taif şehrinde imzalanan Taif Anlaşması ile iç savaşın bitmesine giden sürecin önü açılmıştır. Lübnan İç Savaşı’nın 1990 yılında sona ermesinden sonra ülkede tek silahlı yapılanma olarak kalan Hizbullah, ülkenin Güney sınırlarını muhafaza etmiştir. Bu anlaşmaya göre 1991 yılının Mayıs ayında İsrail ile mücadele etmesi nedeniyle Hizbullah dışında bütün milis güçler Lübnan ordusuna katılmış, Hizbullah ise ordudan bağımsız olarak silahlı yapısını devam ettirmiştir. Hizbullah aynı zamanda Lübnan siyasetinde de önemli aktörlerin başında gelmektedir. Doksanlı yıllardan bu yana Lübnan meclisinde temsilci bulundurmaktadır. Bununla beraber özellikle siyasi yapılanması, kendine has eğitim ve basın yayın kurumları ile ülke içinde müstakil bir yapıya sahiptir. 


Bölgede doksanlı yılların en önemli konularından biri olan Güney Lübnan’ın İsrail tarafından işgalinde Hizbullah’ın verdiği mücadele, Lübnan siyasetinde önemli bir yer tutmuştur. Hizbullah’ın direnişi sonrasında 22 Mayıs 2000’de işgalci kuvvetler bölgeden çekilmek zorunda kalmıştır. Bu ve bunun gibi birçok olay işgalci kuvvetlerde Lübnan’a karşı bir sendrom oluşturmuştur. Benzeri durumun Gazze’ye karşı birçok işgal girişiminde bulunan askerlerde de var olduğunu ifade etmek gerekir. 
1 Ekim 2024 tarihinde bir yıldır Gazze’ye yoğun saldırılarda bulunan işgalci İsrail kuvvetleri bu sefer Güney Lübnan’ı işgal planına başladı. İşgalci kuvvetlerin yapmış olduğu bu saldırılar kırk yılı aşkın sürede dördüncü kez Lübnan’ın işgalini planlaması anlamına gelmektedir. Hizbullah’ın bu anlamda uzun yıllardır İsrail ile savaşma tecrübesi ve silahlı kuvvetlerinin dayanma gücü düşünüldüğünde, savaşı Lübnan’ı da geçerek Suriye’ye uzatma imkanlarının aslında çok da mümkün olmadığı söylenebilir. 


Hizbullah birçok bölge ülkesiyle kıyaslanacak bir askeri güce sahiptir. Onların elinde bulunan silah ve mühimmat adedi ile ilgili verilen istatistiklere karşı temkinli yaklaşmakta fayda olduğu kanaatindeyiz. Bununla beraber Hizbullah füzeden, insansız hava aracına, tank ve gemi zırhını delebilecek önemli mühimmatları envanterinde barındırmaktadır. 2006 yılında Hizbullah’ın İsrail’e karşı verdiği mücadele İslam aleminde teveccüh ile karşılanırken, Suriye iç savaşı ile beraber Nasrallah’ın olumlu imajı zayıflamıştır.


27 Eylül tarihinde Nasrallah’ın İsrail saldırıları nedeniyle vefat etmesi sonucunda vekaleten görev yapan Naim Kasım, 29 Ekim tarihinde Lübnan’ın yeni lideri olmuştur.1953 doğumlu Naim Kasım, 1991 yılından günümüze kadar Hizbullah’ta ve Lübnan siyasetinde üst düzey birçok görev yürütmüştür. Nasrallah’ın vefatı sonrasında Hizbullah’ın İsrail’e karşı saldırılarına devam etmesi ve yeni lider Naim Kasım’ın bu hususta mücadeleye devam mesajı vermesi, Hizbullah’ın güç kaybetmesinin kısa vadede söz konusu olmadığını göstermektedir.  Hizbullah her ne kadar Lübnan ile özdeşleşse de İran politikaları doğrultusunda ülke dışında da faaliyet göstermektedir.


Arap ülkeler arasında önemli Şii nüfusa sahip ülkelerden birisi olan Bahreyn devleti önemli bir Şii nüfusa sahip olmasına rağmen Şii örgütlenmelere karşı sert bir tavır takınmaktadır. Bahreyn’in ülke içerisinde Şii-Sünni karşı karşıya gelmelerinde birinci derecede Hizbullah’ı sorumlu tutması bu yapının Bahreyn’deki durumunu sorgulatmaktadır. Ayrıca ülkenin Temsilciler Meclisi Hizbullah’a karşı bir savaş başlattıklarını ifade etmiştir. Katar’a karşı körfez ülkelerinin boykotuna neden olan önemli işbirliklerinden ve yakınlaşmalardan biri Katar- İran ilişkileridir. Bu nedenle Bahreyn’in İran’a ve Şiilere karşı net tavrının arkasında yatan sebeplerinden birisinin de bu olduğu ifade edilebilir. 


2016 yılında Hizbullah, Arap Birliği tarafından terör örgütleri listesine alınmış, bu karara bağlı olarak Bahreyn tarafından aynı yıl içerisinde Hizbullah destekçisi olduğu iddia edilen isimler ülkeden sınır dışı edilmiştir.  Arap Birliği Hizbullah’ı terör örgütü olarak addetme kararından bu yılın Haziran ayında geri adım atmıştır. Karar Arap Birliği genel sekreter yardımcısı Husam Zeki ile Hizbullah’ın üst düzey yetkilileri arasında gerçekleştiren görüşmeden sonra olmuştur. 


Bahreyn Hizbullah’ı olarak bilinen yapı (الجبهة الإسلامية لتحرير البحرين) 1976 yılında kurulsa da Bahreyn içerisinde sıkı bir takibe uğramaları nedeni ile uzun yıllar kimliklerini gizlemek zorunda kalmışlardır. Kurucuları Hâdî el-Medresi olup, Abdulvehhab Hüseyin, Ali Ahmet Kazım gibi isimler Bahreyn Hizbullah’ının önde gelen isimlerindendir. İran’ın Bahreyn içerisinde yer alan ve muhtemelen ilerleyen süreçte gündemimizi işgal etme ihtimali bulunan önemli yapılarından birisi Eşter Tugayları’dır(سرايا الأشتر).  Ayetullah Abdullah Celil el-Miktat önderliğinde kurulan el-Vefa el-İslâmî aracılığı ile İran tarafından Eşter Tugaylarının desteklendiği iddia edilmektedir. Bugün Hizbullah’ın Eşter Tugayları’na Bahreyn içerisinde yapılacak silahlı saldırılar için lojistik destek verdiği söylenmektedir.


Hizbullah hakkında bir takım bilgiler vermeye çalıştığımız bu kısa yazımızda belki de cevabı aranması gereken en önemli sorun Sünni ve Şiiler arasındaki ilişkilerin nasıl ilerlemesi gerektiğidir. Zira Hizbullah’ın İsrail karşısındaki mücadelesinin yanı sıra İran’ın ve destek verdiği gurupların İslam ülkeleri içerisindeki özellikle silahlı mücadeleye dayanan birtakım girişimlerinin, Müslümanların kafasındaki soru işaretlerini arttırdığını görmekteyiz. Bu nedenle bölge aktörlerinin bulundukları ülkeler ve bunun dışındaki bölgelerde yaptıkları faaliyetler tek tek göz önüne alınarak, kuruluş ilke ve amaçları ile kıyaslanmalıdır. Bu şekilde onlar hakkında daha gerçek bir kanaate ulaşmamız mümkün olacaktır. 

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.

Yorum Yapın