Rabbimizin El-Evvel isminin bir tecellisi olarak ilkler unutulmaz.
Her detayı daha dün gibi hatırlarsınız o ilkinizle ilgili.
İlk kitabınız da bundan gayrı değildir.
Mihriban İnan Karatepe
Hüseyin Su, 1983’ün Temmuz ayında Menemen’de kısa dönem askerdir. Hasan Aycın, İbrahim Gafarlı ve Hüseyin Yavaş da asker arkadaşları. Bir hafta sonu arkadaşlarıyla vakit geçirirken adı anons edilir. Ziyaretçisi gelmiştir. Edebiyat dergisini ve yayınlarını da bilen Tavşanlı’daki öğrencileridir gelenler. Bir ara öğrencilerinden biri “Hocam sizin kitabınız.” diyerek bir kitap uzatır. Hüseyin Su hiçbir şey söylemeden, kapağını açmadan hatta kapağı bile incelemeden kitabı montunun iç cebine koyar. Öğrencileriyle uzun uzun sohbet eder ama kitap hakkında hiç konuşmaz. Öğrenciler gittikten sonra arkadaşlarının yanına döner. Edebiyat dergisini ve orayla olan bağını bilen arkadaşlarına da tek kelime etmez. Muhtemelen kitabın yayımlandığını onlar da bilmektedir ancak bu konu hakkında asla konuşulmaz.
Koğuşa gidip yatağının üzerine oturduğunda kitabı cebinden çıkarıp bakar. İlk kitabı Tüneller ’in kapak tasarımında Hüseyin Su adının altında “Su” sözcüğünün aşağıya doğru on bir kez tekrarlandığını görse de bir anlam veremez. O an hissettiklerini “önemsenmiş ve öğretilmiş bir hüzün” diye tanımlar yıllar sonra. İlk kitabım çıktı sevinci değildir yaşadığı. Zira Edebiyat Dergisi Yayınları’nın yayımlanan her kitabından sonra “Kitabımız çıktı.” tavrı ve duygusu yaşanabilir sadece. Sanatçı tavrı, egosu, afra tafrası hükümsüzdür.
Hüseyin Su askerdeyken yayımlanan kitapta Nuri Pakdil’in emeği ve tasarrufu büyüktür. Askerlik sonrası Ankara’da iki gün birlikte vakit geçirirler. Kitap hakkında sadece küçük bir diyalog yaşanır: “Kitabımız” bağlamında gerçekleşen bir diyalog.
Şimdi bulunduğumuz yerden bakınca anlamakta zorlandığımız belki de dudak büktüğümüz bir ilk kitap sevincidir Hüseyin Su’nun yaşadığı. Kendisi de farkında olacak ki şöyle bir açıklama getirir: “Edebiyat dergisinin manifestosu, iç işleyişi, yazı ve yayının bu yapı içinde ne anlama geldiği hem derginin hem de yayınevinin adındaki edebiyat sözcüğünün bir yazın kavramı değil, bir eylemin adı olduğu… gibi birçok ek ve iç bilgilere vakıf olunmadan, Edebiyat dergisi bağlamında anlaşılması neredeyse imkansızdır.” Edebiyat dergisini bir okul olarak düşünecek olursak; yaptığı işle bir özne olarak övünmemek, sevincini mümkün olduğunca belli etmemek derginin başöğretmeni Nuri Pakdil tarafından öğretilen ve önemsenen tavırlardandır. Çok ince düşünülmüş asil bir duruştur.
İlk kitap, yazarın edebiyat dünyası önüne ilk çıkışı olarak görülür. Halbuki yazar çok zorlu, sorunlu ve belirsiz bir sürecin sonunda almıştır kitabını eline. Çok uzun soluklu bir çalışmanın, birikimin yansımasıdır kitap. Belki de bir dergide yayımlanan ilk yazısı kitaptan daha büyük heyecan yaratmıştır yazarda. Handan Acar Yıldız kitabevinden aldığı dergide ilk öyküsünün yayımlandığını görünce yaşadıklarını şöyle anlatır: “Sokağa çıktım. Kapağa baktım ve adımı öykü bölümünde gördüm. Sokak ortasında yüksek sesle “öyküm çıkmııış!” dediğimi hatırlıyorum. Dükkanları önünde taburede oturan iki adam bana çok garip bakmıştı.” İlk kitabını eline aldığında kızının doğduğu gün kadar heyecanlı ve mutlu hissettiğini söylese de dergilerde yayımlanan her öyküsü benzer duyguları yaşatmıştır yazara.
Dergilerin edebiyat dünyasındaki yeri tartışılmaz. Kitabını okuduğumuz birçok yazar için yazma serüveni dergilerde başlamıştır. Bir coğrafyanın edebiyatındaki dinamikleri dergiler belirler. Bazı dergiler misyonunu büyüterek adeta bir mektep işlevi üstlenir. Yetenekli kişileri bulur, besler, büyütür. Vakti geldiğinde sayfalarını açar. Yaratıcılık konusunda geniş imkanlar sunar. İşte Edebiyat dergisi de böyle bir mekteptir. Hem de öğrencisi olmak çok zordur bu mektebin çünkü başında Nuri Pakdil gibi bir tavır ve eylem adamı vardır. Ali Göçer bu zorluğu şöyle dile getirmiştir: “Nuri Pakdil gibi bir ustanın gözetiminde yazmak ateşle oynamak gibi bir şeydi. Nuri Pakdil ustanın vurguladığı gibi kitap namluya sürülen bir şeydi. Yazmak bir ateş hattında yürümekti. Gerilimdi yazmamızı besleyen. Edebiyat dergisinde yazmak önemli bir misyon yüklenmekti aynı zamanda.”
1974’te Edebiyat dergisinde ilk şiirleri yayımlanan Ali Göçer, kendini galaksi içinde bırakılmış bir yıldız gibi hissettiğini söyler. Çok yukarılardadır ama kimseye görünmeden orada olduğunu bilmekle yetinir. 1980 yılında Nuri Pakdil’den gelen mektupta şu talimat yer almaktadır. “Yayımlanan şiirleriniz üzerinde yeniden birtakım çekiç, kalemtıraş, pudra çalışmaları yapacaksanız onları da yaparak, son halini içeren dosyayı en geç Şubat 1981’e değin Ankara’da büromuza bırakın.” Aynı yıl ilk kitabı yayımlanınca sarılıp öper onu. Kendi kendine, kimselerle paylaşmadan, o kimsenin bilmediği galakside yaşar sevincini. Bu utanma ve saklanma halini şöyle izah eder: “Bir kitaba sevinmek, dostlara tanıdıklara kitabımın yayımlandığını haber vermek sanki burjuva ahlakının bir yansımasıydı. Biz misyon adamıydık.”
İlk kitabı Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan çıkan bir başka isim de Ali Ulvi Temel’dir. Derginin ve yayınların düzelti işini yapmaktadır. Süreci yakından takip ettiği için ilk kitabın kendini çok şaşırtmadığını söyler. Onun için asıl mutluluk öykülerinin dergide yayımlanmasıdır. Ancak 1982’de asker dönüşü bir kitabevinde kendi çevirilerinin basıldığını görür ve o anda yaşadığı şaşkınlık, heyecan ilk kitap sevincinden büyük olur. Düşlerin bile ortak olduğu o dönemde mutluluğunu bireysel yaşamasını şöyle gerekçelendirir: “Edebiyat dergisi ortamında sorumluluk, ciddiyet her şeyin önündeydi. Orada, yazmanın verdiği şımarıklığa yer bulamazdınız.”
Ömer Erinç, ilk kitabı eline ulaştığında bitimsiz yolculuklardan sonra aldığı kelimelerin kokusunu şöyle anlatır: “Kocaman bir yüreğin hamlesinden atlılar sökün ediyordu. Ezeli ve ebedi bir aşkla koşuyordum. Çıngılar serpiliyordu her yana.” Her ne kadar bu coşkuyu yaşasa da şairin, “Bir gençlik ölümü saklı kaldı bende” dediği türden bir hevesi belki de ömür boyu taşımıştır içinde. Kitabı 1991 yılında Öncü Kitap tarafından yayımlanan Erinç, Edebiyat mektebinin gedikli bir öğrencisidir. Şiirleri Edebiyat dergisinde yayımlanmıştır. Kitabın dosyası ilkin Edebiyat Dergisi Yayınları’na gönderilir. Dergi 1984 yılında yayınını durdurunca beklediği sevinci gecikmeli ve başka bir yayınevi aracılığıyla yaşar.
Edebiyat dergisi kapanmıştır ama hikayesi devam eder. Sadece belli bir dönem yayın hayatını sürdürüp zamanı gelince kapanan bir dergi olarak anılmaz. Nuri Pakdil’in namluya sürdüğü isimler o günden sonra yayımlanan birçok derginin hem yazar kadrosunda hem de mutfağında yer almaya devam eder. Her biri kendi yatağını bulup Edebiyat mektebinin yeni şubelerini açmaya devam eder.
İhsan Deniz, 1997’nin başında gazetedeki köşesinde “Bir süredir Ankara’da yeni bir dergi için gerekli hazırlıklar içinde olduğunu duyduğumuz arkadaşların söz konusu emeklerinin neticesi olan “Hece”, ilk sayısıyla geçtiğimiz günlerde okuyucu karşısına çıktı.” diyerek başlar yazısına. Bu dergi etrafında toplanan isimlere bakarak Nuri Pakdil öğrencilerinin “Edebiyat” sonrası toplu bir resim verdiklerini söylemek herhalde yanlış olmaz.
Derginin yayın yönetmenliğini Hüseyin Su üstlenmiştir. İlk sayıda “Sıcak Takip” adlı bir çıkış yazısı da vardır. “Her şeye karşın düşlerimiz yıkılmadı. Bilincimiz yılmadı. Uygarlık enkazı içinde yaşasak da düşlerimiz diri.” diyerek yeniden yola revan olur. Geniş kapsamlı dosya değerlendirmeleri ve özel sayılarla adından söz ettiren dergi, yeni şair ve yazarlar için de büyük imkanlar sunar. Hüseyin Su, ustasından öğrendiği gibi namluya şairler, yazarlar, kitaplar sürer: Necip Tosun, Hilmi Uçan, Yunus Develi, Mustafa Muharrem, Mustafa Köneçoğlu, Ömer Faruk Dönmez, Merve Koçakkurt, Emine Batar gibi aklımıza ilk anda gelen onlarca isim ilk kitap sevincini Hece Yayınları’nda yaşar.
Şimdi her biri kendi yatağında gürül gürül akmaya devam eden isimlerdir “Edebiyat” mektebinin öğrencileri.
Edebiyat, sadece bir dergi değil etkisi her geçen gün büyüyen, halka halka genişleyen kocaman bir mekteptir. Sesi yankılanmaya devam etmektedir.
Bu vesileyle Nuri Pakdil’e rahmet olsun. Mekânı cennet, makamı âli olsun.
*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.