Önceki yazımızda ailenin oluşumunu üç kategoriye ayırmış onlar hakkında genel bilgi ve nasıl oluştuğuna dair bilgiler aktarmıştık. Tekrar hatırlayarak, bu aile tiplerinde varolan problemler ve sonuçları üzerinde duracağız;
AİLENİN OLUŞUMU
1- Aile katkılı evlilik
2- Gönül katkılı evlilik
3- Hem gönül hem aile katkılı evlilik.
Aile Katkılı Evliliğin Problemleri
Çevre etkisinin oldukça fazla hissedildiği bu modelde, kişisel iradeden ziyade çevrenin (mahallenin) iradesi esastır. "El ne der!" kaygısı herşeyin önündedir. Her ne kadar “el” bazen doğru şeyleri söylese de içinde çokça doğru olmayan gelenekleri de taşır. Böyle olunca evlilik ilişkileri ve yeni evlilik adayları "Elin" söylediği doğrulara/yanlışlara göre şekillenir. Bu şekillenme doğru tarzlar içerdiği gibi, insan kişiliğine ve öz saygısına zarar veren gelenekler de içerebilir. Anadolu'da "değişik, berdel, kalın, başlık parası, süt parası vb" olarak anılan pek çok incitici gelenek sorgulanmadan uygulanır. Bu tür geleneklerin çözülmesi ise başka bir sorundur. Bunlar çözüldüğünde yerine konacak bir şey olmayınca geleneksel aile biçimi tamamen yok olur. Yoğun medya bombardımanı altındaki geleneksel aile biçimi, nikâha karşı geliştirilen 1960’lı yıllardaki "nikâhsız yaşama" propagandası ile en onulmaz darbesini almıştır.
Türkiye'de de aynı şekilde, küçük yaşta evlenme, başlık parası, berdel gibi kötü gelenekler eleştirilirken ne yazık ki, geleneksel ailenin tamamen ortadan kalkmasına sebep olan dağılmalar yaşanmaktadır. Geleneksel ailenin günümüzde yaşadığı en temel problemler:
1- Kapalı ilişkiler: "Kol kırılır yen içinde kalır",
2- Dışarıdan yardım isteyememe,
3- Mahalle baskısı
4- Kişisel seçimlerin saygı görmemesi
5- Özgüven eksikliği
6- Çocukların şiddete maruz kalması
7- Şiddetin saklanması
8- Öğrenilmiş çaresizlik
“Kol kırılır yeni çinde kalır”, Geleneksel aile ve onun oluşturduğu ilişkiler ağını ne güzel anlatan bir söz. Bütün dertler yaşanır, kırılan kırılır ama her şey ev içinde kalır. Tıpkı kırılan kolun, gömlek kolunun içinde kaldığı gibi. İlk başta aile sırlarının dışarı taşmasına mani olduğu için güzel bir tavır gibi gözükmesine rağmen, sonradan aile içinde haksızlıkların hatta temel insan/islam haklarının çiğnenip de sessiz kalındığı, çaresizlik haline döner. Ne gidilecek bir büyük, ne komşu, ne de deli derler diye gidilecek bir psikolog/psikiyatr vardır. Her şey aile içinde yaşanır ve bitmez. Üst üste gelen sorunlar sonunda çok yoğun öfke, nefret, düş kırıklığı vb. üretiminden dolayı patlayan çöplük gibi ev ve ahalisinin patlamasına sebep olur. Ya bir cinayet, ya yolu izi bilinmeyen yerlere kaçmalar, ya da boş bakışlarıyla anlamını yitirmiş yürekler kalır geriye. Son yıllarda sosyal medya kaçamakları (zinası) bir başka dram olarak hayata eklenir.
Bir ailenin özelini aile dışına açmaması gerçekten önemli ve saygıdeğer bir durumdur. Bu geleneksel ailenin en güçlü yönlerinden biridir. Bu güçlü yön, aynı zamanda hızlıca zafiyete de dönüşebilir. Yani çözemeyip, halı altına süpürdüğünüz her sorun yerinde kalmayıp, büyüyerek size döner.
Örneğin; ergenlik yaşında sigara alışkanlığına veya başka bir kötü alışkanlığa müptela olma aşamasındaki kız veya erkeğin durumunun genellikle anne tarafından babadan saklanması gibi. Bu durum ilk etapta otorite olan babanın otoritesini zayıflatmamak için bir önlem olsa da söz konusu alışkanlığı gidermek için başka bir önlem alınmamışsa problemi halı altına süpürmek demektir. Elbette geleneksel ailelerde “en son baba duyar” sözü boşuna söylenmemiştir. Duyduğunda ise ya iş işten geçmiş sorunu çözecek bir yol kalmamıştır, ya da iş çözülmüş yalnızca acı/tatlı bir hatıra olarak kalmıştır. Bizi ilgilendiren sorun çözülemeyip de babaya ulaştığı aşamada babanın göstereceği tavırdır. Genellikle şiddet içerikli çözümler, ailenin büsbütün dengesini ve çocuk üzerindeki etkisini, daha da önemlisi sevgisini yitirmesine sebep olur. Sonuç; ailedeki sorun, topluma sorun olarak döner.
Bu tür ailelerin var olan iletişim ortamından fazlasıyla etkilenip eski refleksleri göstermedikleri görülmektedir. Gazetelere haber olanlar ise geneli ifade etmemektedir. Tıpkı televizyonda yayınlanan dizilerin Türk toplumunu yansıtmadığı gibi. Bu tür problemlerde ailelerin okullardaki rehber öğretmen uygulamasıyla birlikte daha iletişime açık hale geldikleri görülmektedir.
Geleneksel aile modelinde var olan ilişkiler yumağı ilişkilerin kapalılığı sebebiyle bazen çözülemez, kördüğüm halini alır. Bu durumlarda çözüm zamana terkedilir ama çözüm için adım atılmaz. Ama sorun sürekli ve katmerleşerek tekrarlar. Bu durumda yapılacak ilk müdahale aile içi “meclisin” harekete geçirilmesidir. Bu meclisi oluşturan bireyler de aynı düşünce mekanizmasına sahip oldukları için bireye dönük çözümler üretmez. Sonuçta her gün gördüğümüz, haberlere konu olan olaylar meydana gelir.
Çocukların kendini ifade edememesi stres yüklü fay hatlarına benzer. Son kertede gelen ufak bir sarsıntı üzerindeki bütün değerleri, ilişkileri hatta canları yok eder. Oysa insanın en temel ihtiyacı “kabul” görmektir. Kabul görmeyen, iradesi hiçe sayılan birey bunu bir şekilde topluma yansıtır. Bu bazen hippilik, bazen serserilik, bazen ise terördür. Bunun bir başka yansıması da bireyin akıl sağlığını kaybetmesidir.
Aile içindeki çözümsüzlük bireyin dışarıda geliştirdiği ilişkilere de yansır. Ya çok edilgen ya da çok saldırgan bir kişilik gösterir. Bir türlü orta yolu bulamazlar. Çevremizi iyi gözlemlediğimizde bu tip insanlardan oldukça fazla olduğunu görürüz. Kendi başına alışveriş yapamayan bayanlar, bilmediği halde yol sormayan erkekler bunların tipik örnekleridir. Okullarda öğrencilerimiz içinde de bu tip ailelerin çocukları ya çok agresif ya da hakkını aramakta oldukça pasiftirler.
Bir de bu ailelerden yetişmiş öğretmenler olduğunu düşünürseniz meselenin ne kadar girift ve çözüme muhtaç olduğunu anlarsınız. Düşünün ki, sürekli ayak bağcığı bağlanan, acıktığında zorla yemek yedirilen, üşüdüğünü bilemez diyerek sürekli giyindirilmeye çalışılan bir çocuktan yönetici olursa, O’nun yönettiği insanların vay haline!
Dar alanda süren ilişkiler insan doğasına aykırıdır. Alanın darlığı şüphesiz evin metrekaresi ile ilgili değildir. Darlık var olan paylaşım darlığıdır.
Çocukluğumda hatırladığım paylaşım alanımız, tek odalık bir evde yaşamamıza rağmen oldukça genişti.
Evlerde radyo yaygındı ama siyah beyaz televizyon her evde yoktu. O da akşam 20:00’de yayına başlar 12:00’de “Güne Bakış” denilen haber programı ile sona ererdi. Babam beni komşuya gönderir: “git …….. amcana müsaitler mi? çay içmeye geleceğiz” diye sor derdi. Genellikle de bu tür çağrılar geri çevrilmez, bir odada erkekler siyaset konuşurken, aynı odanın bir köşesinde kadınlar ev işleri konuşurlardı. Biz çocuklar da biraz büyükleri dinler, biraz da kendi aramızda oynardık. Bazen terbiye maksatlı azarlansak da o paylaşım genişliği çok mutlu olduğumuz bir ferahlıktı.
,Bu genişlik yalnızca biz çocuklara oynama alanı sağlamaz aynı zamanda eskilerin deyimiyle “kulağa çalınma” sonucu, erkek çocuklara babalığı, siyaseti, dış hayatı; kız çocuklara; anneliği, yemek yapmayı, ev yönetmeyi öğretirdi.
Aslında okulsuz toplumu savunan Ivan Illich’ın bahsettiği “okul” budur. İhtiyacı gören ve onu tamamlayan aile okulu… Bu tespitler eskiye güzelleme yapmaktan ziyade, Celaleddin Rumi’nin dediği gibi: “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım”. sözüne yer açmaktan ibarettir.
Zaten bu yazının amacı da; Çağ ve araçları ile insan ilişkileri arasında yeniden dengeyi sağlayacak öneriler getirerek “yeni şeyler” söylemektir. Şu ana kadar yaptığımız, eskiden alabileceğimiz iyi uygulamaları hatırlamak ve ânın teşhisinden ibarettir. Devam edelim.
Bahsettiğimiz aile destekli ya da geleneksel aile eskinin araçları ile uyumlu bir birliktelik sağlamışken bugünün araçları ile uyumlu birliktelik sağlayamadığı için dağılmaya yüz tutmuştur. Sorunları çözmek için eskiye özlem duymakta ama sahip olmadığı araçlarından dolayı da çözüm adına sorunlarından kaçmaktadır. Yukarıda anlattığım tabloda, çocuklar, anneler ve babalar aile içi sorunlarını komşularıyla, akrabalarıyla çözerken, bugün bu çözümcü araçlardan mahrumdurlar. Hızlı ve uyumu zorlaştıran göçler, ekonomik zenginliğin artışı, iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi yalnızca mesafeleri uzaklaştırmamış, insanın kendine ve çevresine de yabancılaşmasına yol açmıştır. İnsanın enerjisini tüketen en önemli unsur yalnızlık duygusudur. Bu anlamda bizden önde giden batı toplumunda “yalnızlık” çok dramatik sonuçlarıyla yalnızca bir bilim dalının; “Gerontoloji”nin (sağlıklı yaşlanma, kendi kendine yetme) konusu olabilmiştir.
Fransa’da 2003 yılında yüksek sıcaklardan dolayı evlerinde yalnız yaşayan 20.000 civarında yaşlı ölmüş ama kimsenin haberi olmamıştı. Ta ki, kokusu ortaya çıkıncaya kadar… Yani bu yaşlılara bir bardak su verecek akrabayı bir tarafa bırakın bir komşuları dahi olmamıştı.
Aile ilişkilerimizi çağa göre tekrar yorumlayamaz “yeni” bir şey söyleyemezsek bizim de varacağımız nokta burasıdır.
Gönül Katkılı Evliliğin Problemleri
20. yüzyılda İletişim araçlarının yaygınlaşması ve kültür endüstrisinin getirdiği ürünler neticesinde bütün dünyada kültürel kırılmalar ve sosyal depremler yaşandı. Hollywood’un ve onun çevresinde oluşan kültür endüstrisi; mantıklı olanı değil liberal ekonominin gereği olarak çok satanı destekledi. Bu durum aileleri ani yakalayan sosyolojik bir tsunami ile karşı karşıya bıraktı. Tsunami geldi ve eski değerlerin hepsini sildi, süpürdü, geriye enkaz bıraktı gitti.
Modern zamanların tsunamisi 1960’lı yıllarda daha belirgin hale gelerek; özgün adıyla “hippilik” olan, sosyal sorumluluk taşımayan, geleceği inşa etmek bir yana, gününü gün eden bir nesil meydana getirdi. Geneli ifade etmese de popüler olan çok etkili olmuştu. Aileler sosyal bir refleksle çözüm arayışına girdiler ama gelişmeler o kadar ani idi ki, ne yapacaklarını anlayamamışlardı. Çünkü bu çağ ne ilk çağa, ne orta çağa ne de yeniçağa benziyordu. İngiliz Sosyolog, David Harvey’in deyişiyle, “zaman ve mekanın” sıkıştığı bir anı yaşıyorduk.
İşte meseleyi Tsunami diye açıklamamızın temel sebebi budur. Her şey çok hızlı ve karşı konulamaz bir çabuklukta meydana geliyor. Ve ne kadar güçlü olursanız olun, size ait değerleri silip, süpürüp, değiştirip gidiyor.
Bu durumun farkına varan emperyal ülkeler bu meseleleri artık çok daha ustaca kullanarak kâr marjlarını artırmaya gayret ettiler/ediyorlar. Medya içine yerleştirdikleri gizli mesajlar (subliminal) ile insanların tüketim güdüsünü, psikolojik hallerini, sosyal duruşlarını, statülerini belirliyorlar.
En tipik örneği Irak savaşında kullandıkları, petrole bulanmış, bir ördek oyunudur. Irak’ın işgali için kullandıkları bu görüntünün yıllar sonra Irak’ın kıyılarından binlerce mil ötede çekildiği ortaya çıkmıştı.
Böyle resmettiğimiz bir yüzyılda evlilikler oldukça acele kuruluyor ve oldukça acele bozuluyor. Çünkü her şey tadımlık; zevk ve hız merkezli…
Bu bağlamda tanımladığımız gönül katkılı evlilikte aileden çok çevrenin o çevre içinde de medyanın büyük etkisi olmaktadır. Bugün internet aracılığı ile kontrolsüz bir şekilde çok uzak mesafelerden iletişim kuran ergen gençler, ailelerin bilgisi dışında yüzlerce km yol kat edebilmekte, durumdan ise en son ailelerinin haberi olmaktadır. Bu tür evliliklerin en önemli handikapı evliliği koruyacak surlardan mahrum oluşlarıdır. Evlilik sürecinde saf dışı bırakılan aile, akraba, sosyal değerler gibi koruyucu değerler, sorunlar başladığında ihtiyaç duyulan çağrıya cevap vermezler. Evliliğin tarafları, sudan çıkmış balığa dönerler. Bir ay içinde sona eren evliliklerin sayısının artması tamamen bu sebepledir. Bu tür evlilikler aşkın kısa süren ateşi ile başlar sorumluluk suyu ile hızla sönerler.
Ankara’da yaşayan bir ailenin çocuğu, internetten tanıştığı Diyarbakırlı bir gençle aileye haber vermeden parkta buluşmuş, ailesinin karşı çıkmasına rağmen kaçarak evlenmişti. Ancak evliliğin sonu gazetelere konu olarak, dramatik bir şekilde bitmişti.
Gönül katkılı evlilikler daha sonra aileden destek aldığında, çevre tarafından gözetildiğinde sağlam evliliklere dönüşebilmektedir. Ancak bu her zaman mümkün olmamaktadır.
Aslında gönül katkılı aile oluşumunu tam anlamıyla incelemeye tabi tutup, teşhis etmemiz, ideal olarak gördüğümüz aile ve gönül katkılı evliliğin tesisi için de ufuk açıcı olacaktır.
Bu tür evliliğe götüren sebepler, geleneksel ailelerde meydana gelir. Daha önce de teşhis ettiğimiz gibi, ailedeki şiddet, söz hakkı tanımama, kişiliğe saygı duymama, çocuğu özgün bir kişilik olarak görmeyip sahip olduğu bir meta olarak görme eğilimi sonucunda erkek olsun kız olsun çocukların bir an önce evi terk etme isteklerini tetikler.
“Evden kaçtı, başına gelmeyen kalmadı” diye google’dan bir arama yapıldığında onlarca habere rastlamak mümkündür. Bu yalnızca haberlere konu olmuş çok dramatik haberler olup, haberlere konu olmayıp yaşanan binlerce buna benzer olay vardır.
Temeline indiğinizde yaklaşık olarak aynı hikayelerle karşılaşıyorsunuz:
“Aslında yaşım daha küçük, 21 yaşındayım. Annem bana hep düşmanmışım gibi davrandı. Bu yaşıma kadar tokat yedim, bardak, bıçak fırlattı. Hatta yediğim yemek bile gözüne takılıyordu. Babamın yanında hep gülecek aile faciasına sebep olmayacaktım. Hep başkalarının annelerine imrendim. Son defasında annemle birtakım şeyler paylaştım ama sonunda şiddetli azar ve tokat yedim. Dayanamadım Babaanneme kaçtım. Sonunda babamın da rızasıyla sevdiğim adamla nişanlandım. Belki ailem beni biraz dinleseydi kolayca evliliği düşünmeyecek, okulumu bitirecektim…..” diye devam ediyor.
Bir internet forumuna yazan ve içini boşaltmak isteyen genç kız; Sonunda ailesiyle ilişkisinin düzeldiğini “ama şimdi de evlilikte acele mi ettim?” diye bilmediği insanlardan yardım istiyordu.
Bu sahne çoğumuzun hayatına yabancı sahneler değil. Bazen kendi ailemizde bazen komşuda, ya da benim gibi öğretmenseniz öğrencilerinizde rastlarsınız.
Öğrencilerimden birisiydi, güzel ve zeki bir kızdı, dersi bir defa dinlemesi yetiyor çok tutarlı sorular soruyordu. Ama bir türlü okula devam sorunu çözülmüyordu. Yılların tecrübesiyle sorunu teşhis etmekle beraber bir gün okulun rehber öğretmeniyle birlikte ailesini ziyarete gittim. Kız babaannesiyle kalıyordu, baba hapiste, anne ise başka bir adamla yaşıyordu. O gün görüşmeye annesi de gelmişti. Yaşı 13-14 olan kız çocuğunun gece 22:00’den evvel eve girmediğini öğrenince şok olmuştum. Öncelikle aileye bunu sorduğumda: “Ne yapalım dinlemiyor….” dediler. Aslında ailenin sosyal haritasını görünce bütün yolların ne kadar tıkalı ve ne kadar çok çıkmaz sokaklarla dolu olduğu görülüyordu. Çocuk; baba ve anne şiddetinin yaşadığı ortamda yetişmiş, şu anda anne-babasıyla birlikte olmamasına rağmen ev O’na hapis gibi geliyordu. Ferahlığı dışarıda arıyordu. Biz bu öğrencimizi kurtarabildik ama sokaklarda kurtaramadığımız o kadar çok çocuk var ki….
Gönül katkılı evliliklerin ürettiği bir diğer önemli sorun ise batıda “single mother” diye anılan boşanmış ama çocuğunu bırakamayan anneler sorunudur. Çocuk-anne ilişkisi babadan daha yoğun olduğu için genellikle çocuk, annenin yanında kalmakta sonuçta da baba rolünü tecrübe etmeyen çocuklar yetişmektedir.
Rol model dediğimiz ebeveynlerden birinin eksik olması tek kanatlı uçamayan bir kuş gibi çocuğu psikolojik olarak bir türlü mutluluk göğüne uçamayan yaralı bir kuşa dönüştürmektedir. Babanın olmaması yalnız erkek çocuğu için değil kız çocuğu için de önemli bir rol model kaybıdır. Erkek çocuğu babalık rolünü babasından öğrenirken kız çocuğu da; babasının eş olarak annesiyle ilişkisinden gelecekteki eşine tavrını öğrenmektedir.
Batıda boşanma oranlarına baktığımızda maalesef Türkiye de aynı oranlara doğru ilerlemektedir. Türkiye İstatistik Kurumuna göre 2001 yılından bu yana evlenme istatistiklerinde sayısal olarak çok fark olmamasına rağmen, boşanma oranları istatistiki olarak artmaktadır. 2001 yılında 91.994 olan boşanma oranı 2014 yılına geldiğinde 130.000 civarında olmuştur.
Bu da kültürel olarak dünya ile entegre oldukça tavuk gribi benzeri aynı sosyolojik virüslere bizim de açık olduğumuz anlamına geliyor. Yalnız başına Türk kültürüne, İslam kültürüne güvenmek problemleri çözmediği gibi fazla özgüven çözümü zorlaştırmaktadır. Şüphesiz bu kültürler içerisinde çözüm mevcuttur ancak bunu geçmişin bir övünç vasıtası olarak kullanmak, sonrasında ise sistematik olarak yol alacak çalışmalara girişmemek bizi çaresizliğe itmektedir. Böyle olunca daha kolay olanı tercih edip, batı ne yapmışsa aynısını taklite yelteniyoruz. Bu da çözüm yerine daha da içinden çıkılmaz problemlere yol açmaktadır.
Bunun en güzel örneği; kimsesiz, boşanmış ailelerden geriye kalan, ya da bakıma muhtaç çocuklar için 1921 yılında Himayeyi Etfal Cemiyeti olarak kurulan, bugünkü ismiyle çocuk esirgeme kurumudur. Batıdan aynen kopyalanan bu kurum; çocukları esirgemesi bir yana suçlu yetiştiren kurumlara dönüşmüştür. Medyada yer alan bir habere göre Malatya çocuk cezaevinde yapılan bir araştırmada çocuk suçluların %80’inin Çocuk Yurtlarında kalan çocuklardan oluştuğu görülmüştür. Bugün tekrar ıslah çalışmaları yapılan bu kurumun geldiği nokta, taklit çözümlerle nereye kadar gidileceğinin göz açıcı bir örneğidir.
Ailelerin desteğini alamayan gönül katkılı evlilik toplum denizinin ortasında yalnız başına kalmış bir ada gibidir. Toplumla paylaşımda, sorunlarını çözmede yetersiz kalır. Batı ideal aileyi yok ettiği için bu sorunlara sosyal hizmet projeleri ile çözüm aramaktadır. Yani kendi ninesine, dedesine bakmayan torun; hizmet projesi ödeviyle yaşlı evlerindeki yaşlılarla ilgilenmekte, geniş aile desteğiyle giderilemeyen uyuşturucu bağımlılığı çeşitli sivil toplum örgütlerine verilen destekle giderilmeye çalışılmaktadır. Bütün bunlar çözüm adına yapılmasına rağmen geniş ailenin sağladığı samimiyetten ve sabırdan yoksun kalmaktadır. Samimiyetin ve sabrın suni olduğu bu çabalar ise sonuçta insanın daha da yalnızlaşmasına ve yalıtılmasına yol açmaktadır. Batılı toplum bu ihtiyacını psikologlar aracılığı ile gidermeye çalışmakta, kendisini dinleyecek birini bulmak için bu kişiye önemli miktarda paralar harcamaktadır. Amerika’da en hızlı yükselen ilk 20 meslek arasında Psikiyatr ve psikologlar ön sıralardadır. ABD’de 18 yaşından büyük yaklaşık 40 milyon psikolojik rahatsızlığı olan insanın (http://www.adaa.org/about-adaa/press-room/facts-statistics) sağlık hizmetleri kapsamında maliyeti 140 milyar dolara yaklaşmaktadır. Sağlıklı aile olmadığında bu maliyetin yalnızca sağlık hizmetleri kapsamında maliyetler olmayıp çok daha katmanlı maliyetlere yol açtığı anlaşılmaktadır.
Geleneksel aile yoksunluğunun en bariz etkilerini dünya intihar oranlarında da görmekteyiz. Bir genelleme yapacak olursak, geleneksel ailenin önemli olduğu fakir ya da müslüman ülkelerde intihar oranları çok düşük iken, diğer ülkelerde intihar oranları oldukça yüksektir. Türkiye batılaşma yolunda bir islam ülkesi olarak, maalesef diğer islam ülkeleri arasında en yüksek intihar oranına sahiptir.(Türkiye; %3,62- G.Kore: %31,2, ABD: %11,3, Pakistan: %0.88)
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ntihar_oran%C4%B1na_g%C3%B6re_%C3%BClkelerin_listesi
Geleneksel aile katkısından mahrum evliliklerin, kısa süreli olması, geriye anne baba sevgisinden mahrum çocuklar bırakması, ekonomik, sosyolojik pek çok maliyeti de beraberinde getirmektedir.
Bu arada tespitlerimiz arasında şunu belirtmekte fayda var: idealize ettiğimiz gönül ve aile katkısıyla oluşmuş evlilikte hiçbir şekilde sorun çıkmaz diye bir iddiamız yoktur. Aksine problemlerin doğal ancak çözümsüzlüğün anormal olduğunu düşünüyoruz. Aile katkılı evlilikler problemleri halı altına süpürüyor, gönül katkılı evliliklerin oluşturduğu çağdaş aileler ise problemleri çözmek yerine problemden kaçarak; boşanıyor, psikoloğa koşuyor, hasılı, çözmek yerine problemini başkalarına havale ediyor. Böylece her ikisi de problem çözememe noktasında ortak bir noktada buluşmuş oluyorlar.
Aile ve Gönül Katkılı Evliliğin Problemleri
Bu üçüncü tip; idealize ettiğimiz, insanlık toplumunun kurtuluşunu gördüğümüz aile tipidir. Bu tip ailelerde de diğer aile tiplerinde yaşanan problemlerin aynısına rastlarız. Ancak problemler halının altına süpürülmez ve problemlerden kaçılmaz. Tam aksine problemle yüzleşilir ve en kötü haliyle, kangren olmuşsa kesilerek ailenin bütünlüğü korunulur. Bu tip aile; fırtınada sığınılan liman gibidir, sabırla bütün suyu vücudunda toplayıp, azar azar dağıtan, enerjiye dönüştüren ve en leziz yiyeceklerin yetişmesine vesile olan baraj gibidir.
Bazen baraj misali suyu taşıyamaz olup sabrının taştığı anlar olur, ya da ani bir öfke tsunamisi ile gönül kıyıları felakete düçar olabilir ama onu tekrar eski haline döndürecek, hatta ders alıp eskisinden de iyi kılacak bir sinerjiye sahiptir.
Babam esnaf olduğu için küçüklüğüm ustalar arasında geçti. Yaşı benden oldukça büyük bir abi vardı. Okul tatillerinde babama yardıma gittiğim için bu abi ile de zaman zaman babam vesilesiyle görüşürdük. Fazlaca alkol aldığı için babam, O’na aralarındaki samimiyete dayanarak nasihat ederdi. Üniversiteye gittiğim yıllarda o da evlenmişti. Duydum ki kendine ev almış alkolü de bırakmıştı. Bir defasında geçmişinden bahsediyor, nasıl sokaklarda kaldığını, mezarlıklarda yattığını (güvenli olduğu için) anlatıyordu. İyi bir ailesi olmamıştı ama kurduğu aile çevrenin de katkısıyla mükemmel olmuştu. Kullandığı alkol ömrünü kısaltmıştı ama ömrünün son yıllarını hasretini çektiği mutlu bir aile içinde tamamlamıştı. Bugün rahmetle andığım bu güzel abimiz bugün oluşturmak zorunda olduğumuz ve üzerinde çalışmamız gereken “çevre” katkısıyla yeniden bir hayata doğmuştu.
Tekrar mahalle katkısının (baskısının değil) hayatımıza nasıl gireceği üzerinde tefekkür edeceğiz.
Selametle…
*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.