1928’de Hasan el-Bennâ liderliğinde kurulan Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimîn), İslâm dünyasında Batılılaşma, sekülerleşme ve sömürgeciliğe karşı köklü bir direniş hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Hareket, sadece dini bir yapı değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve siyasi boyutlarıyla toplumların dönüşümüne öncülük eden bir misyon üstlenmiştir. El-Bennâ, bu hareketin kurucusu ve ruhani lideri olarak, İslâm dünyasının bağımsızlık ve yeniden diriliş mücadelesinde vazgeçilmez bir rol oynamıştır.
Hasan el-Bennâ, İslâm dünyasındaki gerileme ve Batı hegemonyasına karşı çözümü, İslâm’ı bireysel hayattan toplumsal düzene kadar tüm alanlarda uygulamaya geçirmek olarak görmüştür. El-Bennâ, sadece teorik söylemlerle değil, pratik adımlarla da bu hedefe yönelmiş; eğitim kurumları, sosyal yardım kuruluşları ve dini bilinçlendirme programlarıyla Müslüman Kardeşler’i toplumun her kesiminde etkin bir yapı haline getirmiştir.
Onun liderlik anlayışı, hem İslâmî bir kimlik inşasını hem de toplumsal dayanışmayı teşvik etmiştir. Müslüman Kardeşler’in ortaya koyduğu bu model, Mısır’la sınırlı kalmamış, Ortadoğu’dan Güneydoğu Asya’ya kadar geniş bir coğrafyada ilham kaynağı olmuştur. El-Bennâ, İslâm dünyasının bağımsızlığını ve İslâm birliğini savunmuş, bu vizyonuyla sadece bir lider değil, bir rol model haline gelmiştir.
Müslüman Kardeşler, İslâm dünyasının en etkili toplumsal hareketlerinden biri olarak, sadece dini bir yapı değil, aynı zamanda bir toplumsal reform ve direniş hareketi olmuştur. Hareketin ortaya koyduğu “dava” anlayışı, dinin sosyal, ekonomik ve siyasi alanlardaki belirleyici rolünü savunmuş ve bu yönüyle modern İslâm dünyasında bir model oluşturmuştur.
Hareket, Batı emperyalizmine ve otoriter rejimlere karşı anti-emperyalist bir duruş sergilemiş; Filistin meselesinde İsrail işgaline karşı verdiği güçlü destekle hem İslâm dünyasında saygınlık kazanmıştır. Müslüman Kardeşler’in bu duruşu, Filistin’den Ürdün’e, Sudan’dan Türkiye’ye kadar birçok ülkede siyasi ve toplumsal hareketlere ilham vermiştir.
Hasan el-Bennâ’nın ardından Müslüman Kardeşler’in liderliği, hareketin ideolojik ve pratik boyutlarını daha da geliştiren isimlerle devam etmiştir. Müslüman Kardeşler’in ideolojik çerçevesini derinleştiren Seyyid Kutub, “Yoldaki İşaretler” ve “Fizilâl-il Kur’an” gibi eserleriyle hareketin teorik temelini güçlendirmiştir. Kutub, modern dünyanın sorunlarını İslâmî bir perspektiften ele alarak, hareketi küresel bir direniş modeli haline getirmiştir. Abdülkadir Udeh ise İslâm hukukunun modern dünyada uygulanabilirliğini savunarak Müslüman Kardeşler’in adalet anlayışını hukuk alanına taşımıştır. Onun liderliği, hareketin toplumsal adalet vurgusunu daha da güçlendirmiştir. 2012’de Mısır’ın demokratik yollarla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, Müslüman Kardeşler’in siyasi temsilini zirveye taşımıştır. Ancak bu süreç, hareketin karşılaştığı siyasi baskıların ve zorlukların da en belirgin olduğu dönemlerden biri olmuştur.
Müslüman Kardeşler, yalnızca geçmişteki başarılarıyla değil, günümüzde de adalet, özgürlük ve İslâmî değerler etrafında şekillenen mücadelelerin öncüsü olarak, İslâm dünyasının geleceğini şekillendiren bir model olmayı sürdürmektedir. Hasan el-Bennâ ve onun yolundan giden liderlerin mirası, İslâm dünyasında toplumsal dönüşüm için bir rehber niteliği taşımaktadır.
Müslüman Kardeşler’in HAMAS Üzerindeki Etkisi
HAMAS’ın kökenleri ve ideolojik temelleri, doğrudan Hasan el-Bennâ’nın liderliğinde kurulan Müslüman Kardeşler hareketine dayanmaktadır. 1987 yılında Filistin’de kurulan HAMAS (Harakat al-Muqawama al-Islamiya - İslami Direniş Hareketi), Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olarak şekillenmiş ve bu hareketin ideolojik, organizasyonel ve pratik prensiplerini benimsemiştir.
Müslüman Kardeşler’in Filistin’deki etkisi, 1940’lı yıllarda, el-Bennâ’nın Filistin meselesine verdiği büyük önemle başlamıştır. El-Bennâ, İsrail’in Filistin topraklarında kurulmasına ve bu süreçteki İngiliz desteğine karşı çıkarak Filistin’deki Müslümanları desteklemiş ve onların direnişini İslâm dünyasının ortak meselesi haline getirmiştir. Hasan el-Benna liderliğindeki Müslüman Kardeşler, Filistin davasına güçlü destek sağlamış; mali yardımlar, eğitim kampları, protestolar ve silahlı direniş faaliyetleri düzenlemiştir. Hasan el-Benna, Filistin’in tüm Müslümanlar için manevi önemine vurgu yaparak Filistin davasına özel bir önem atfetmiş ve siyonizmin oluşturduğu tehlikeye dikkat çekerek Filistin’in kurtuluşu için cihad çağrısında bulunmuştur. İzzeddin el Kassam ve Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni ile yakın ilişkiler kuran Müslüman Kardeşler, 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında Filistin’de aktif rol almış ve direnişe doğrudan destek sağlamıştır.
İsrail Devleti’nin ilan edilmesiyle başlayan Arap-İsrail savaşında, teşkilât üyeleri sahada aktif bir şekilde yer almıştır. Bu mücadele, Fransa, İngiltere ve Amerika gibi Batılı ülkelerin tepkisini çekmiş; bu ülkelerin Kahire büyükelçileri, Mısır hükümetine İhvân-ı Müslimîn’i feshetmesi yönünde baskı yapmıştır. Bunun sonucunda Mısır hükümeti, teşkilâtı devlete karşı ayaklanma planlamakla suçlayarak 8 Aralık 1948’de kapatma kararı almış ve tüm mal varlıklarına el koymuştur. 12 Şubat 1949’da İhvân’ın kurucusu Hasan el-Bennâ, hükümetin düzenlediği bir suikastla şehit edilmiştir. Daha sonra teşkilâta karşı şiddetli bir baskı politikası uygulanmış, altı ay içinde 4000’den fazla üye tutuklanmıştır.
Hüseyin Hicazi, “Ümmete Kendini Feda Eden Cemaat” adlı eserinde, İhvan-ı Müslümin hareketinin Filistin davasına sağladığı katkıyı vurgulamış ve hareketin tarihsel rolünü anlatırken çarpıcı bir tespitte bulunmuştur. Hicazi, Mısır hükümetinin İhvan’ı dağıtmasının ve Hasan el-Benna’nın suikasta uğramasının, hareketin Filistin üzerindeki etkisini sınırladığını savunmaktadır. Ona göre, bu olaylar yaşanmasaydı, İhvan’ın gücü ve etkisiyle Filistin’in tamamı, Siyonistlerin elinden kurtarılabilirdi. Bu tespit, İhvan’ın Filistin mücadelesine olan derin bağlılığını ve hareketin potansiyelinin büyük bir öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Hasan el-Benna ise Arap ülkelerine güvenmiyor, asıl kötülüğün Arap yöneticilerden ve onların Müslümanlara yaptığı baskı ile düşmanla kurdukları dostluklardan geleceğine inanıyordu. Bu sebeple Arap ordularının Filistin’e müdahale etmesine karşıydı. Mısır hükümetinden, İhvan’ın yalnız başına Yahudilerle savaşmasını talep etmişti. El-Benna, “Eğer Yahudiler İhvan’ı mağlup ederlerse, Mısır’ın istediği gerçekleşmiş olur ve İhvan’dan dolayı içine düştükleri sıkıntıdan kurtulup rahatlar. Eğer İhvan, Yahudileri mağlup ederse, bu kez bütün Araplar Yahudi belasından kurtulup rahat ederler,” diyordu. Filistin mücadelesine sadece Mısır İhvanı değil, Suriye, Ürdün ve Irak İhvanı da destek vermiş; ancak Mısır hükümetinin baskıları ve Hasan el-Benna’nın suikastı, İhvan’ın Filistin’deki etkinliğini büyük ölçüde zayıflatmıştır. Cemal Abdülnasır döneminde artan baskılar, İhvan mensuplarının tutuklanmasına ve idam edilmesine yol açmıştır.
İhvan-ı Müslimîn’in Filistin davasındaki etkisi, teşkilatın baskı altına alınmasıyla doğrudan bu isimle devam edememiştir. 1950’lerin sonlarına kadar Gazze ve Batı Şeria halkı, Yahudi devletini engellemek ve direniş yolları aramak için mücadele etmiş, ancak 1954 itibarıyla Mısır yönetimi, Filistin direnişini zayıflatmayı ve İhvan’ın bu bölgedeki etkisini kırmayı amaçlayan politikalar uygulamaya başlamıştır.
Bu süreçte, İhvan kökenli pek çok lider, Filistin davasında farklı kimliklerle yer almıştır. Yaser Arafat başta olmak üzere, El-Fetih ve FKÖ’nün önde gelen isimlerinin çoğu İhvan kökenliydi. 1960’larda ise Arap ulusçuluğu ve komünizmin etkisiyle Filistinliler farklı bir ideolojik yöne evrilmiştir. Zamanla Arap milliyetçiliği ve bölgesel politikaların etkisi, İhvan’ın Filistin üzerindeki nüfuzunu sınırlamış, ancak bu çizgi tamamen silinmeden farklı biçimlerde varlığını devam ettirmiştir. Şeyh Ahmed Yasin gibi liderler, İhvan’ın İslami çizgisini koruma çabalarını sürdürmüştür. Ürdün’de ise Şeyh Abdullah Azzam gibi isimler, "Şeyhlerin Kışlaları" adlı askeri birim aracılığıyla El-Fetih çatısı altında İhvan’ın ideolojisini yaşatmaya çalışmıştır.
1967’de gerçekleşen Altı Gün Savaşı, yalnızca askeri bir yenilgi değil, aynı zamanda Arap dünyasında ideolojik ve siyasi dengeleri kökten değiştiren bir dönüm noktası olmuştur. Bu mağlubiyet, Cemal Abdünnasır’ın liderliğindeki Arap milliyetçiliğinin gücünü zayıflatırken, Müslüman Kardeşler’in (İhvan) yeniden yükselmesi için bir fırsat oluşturmuştur. İhvan, bu yenilgiyi Arap dünyasının İslam’dan uzaklaşarak sosyalizm ve milliyetçilik gibi ideolojilere yönelmesinin bir sonucu ve ilahi bir ceza olarak değerlendirmiştir.
Altı Gün Savaşı sonrasında, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) başarısızlığı ve İsrail’i meşrulaştıran politikaları, halkın komünist ve seküler hareketlere olan güvenini sarsmıştır. Afgan Cihadı, 1979 İran Devrimi ve İslami düşüncenin yükselişiyle birlikte, “devrimci İslami” bir direniş modeli ortaya çıkmıştır. Bu durum, İhvan’ın Gazze ve Batı Şeria’da halk arasında destek bulmasını sağlamış ve İslami hareketlerin direniş içindeki rolünü güçlendirmiştir.
HAMAS, İhvan mirasını devralarak İslâmî bir perspektiften Filistin’in özgürlüğü için mücadele etmeyi temel hedefi olarak belirlemiştir. Müslüman Kardeşler’in sosyal dayanışma ve eğitim yoluyla toplumsal dönüşüm stratejisi, HAMAS’ın da temel faaliyetleri arasında yer almıştır. Ayrıca, Hasan el-Bennâ’nın vizyonu, HAMAS’ın siyasi ve sosyal hedeflerine de yön vermiştir.
1988 yılının Ağustos ayında yayınlanan HAMAS Misakı, örgütün ideolojik yapısının ve örgütlenme modelinin Mısır kökenli Müslüman Kardeşler hareketine dayandığını açıkça ortaya koymuştur. Filistinli Müslüman Kardeşler'in, HAMAS adıyla bağımsız bir yapı olarak sahneye çıkması ise 1987’de başlayan Birinci İntifada ile gerçekleşmiştir. Aralık 1987’de HAMAS ismiyle yayımlanan ve halkı işgale karşı direnmeye çağıran bildirilerle birlikte, Filistinli Müslüman Kardeşler kendi siyasi programlarını ve organizasyonlarını hayata geçirmişlerdir. Birinci İntifada sırasında kurulan HAMAS, kendine ait ilk resmî açıklaması olan Misak’ı kuruluşunun üzerinden çok geçmeden, 1988’de açıklamıştır. 2006 seçimleri ve diplomatik süreçlerdeki deneyimlerin ardından, 2017 yılında yayınlanan Yeni Belge, HAMAS’ın söyleminde önemli bir dönüşümü yansıtmaktadır. Yeni Belge’de HAMAS, Misak’ın prensiplerine sadık kalmakla birlikte, dil açısından daha diplomatik bir üslup geliştirmiştir. Öte yandan küresel değişimlere karşı daha kuşatıcı ve gerçekçi bir yaklaşım sergilemiştir. Yeni Belge’deki değişikliklerden biri de Müslüman Kardeşler ile örgütsel bağının bulunmadığı, yalnızca fikir temelli bir ilişki olduğunun belirtilmesidir.
HAMAS ve benzeri yapılar, Müslüman Kardeşler’in ortaya koyduğu modelden sadece ideolojik olarak değil, aynı zamanda metod ve organizasyon, halk desteği sağlama gibi yöntemleri açısından da etkilenmiştir. El-Bennâ’nın İslâm birliğine ve sömürgecilik karşıtı mücadeleye yaptığı vurgular, HAMAS’ın hem direniş hem de toplumsal inşa misyonunda belirleyici olmuştur. Hasan el-Bennâ’nın ve Müslüman Kardeşler’in Filistin davasına verdiği tarihsel destek, HAMAS’ın İslâm dünyasındaki meşruiyetini artırmış ve bu hareketin, Filistin direnişinin İslâmî bir çerçevede yorumlanmasında önemli bir rol oynamasına zemin hazırlamıştır. HAMAS’ın bu güçlü bağı, el-Bennâ’nın liderlik modelinin ve Müslüman Kardeşler’in İslâm dünyasındaki etkisinin bir devamı niteliğindedir.
*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.