İslâmî Hareketlerin İmkânı Üzerine

İslâmî hareketler İslâm’ı yalnızca bireysel bir inanç sistemi olarak görmeyip, toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda uygulamayı hedefleyen organizasyonlardır. Bu hareketler, İslâm’ın insan hayatına bütüncül bir şekilde rehberlik edebileceği inancıyla, Müslüman toplumları ıslah etmeyi ve Kur’an ile Sünnet çerçevesinde yeniden inşa etmeyi amaçlar. Bu bağlamda İslâmî hareket, çoğunlukla İslâm dünyasının sömürgecilik sonrası karşılaştığı kimlik, bağımsızlık, adalet ve modernleşme gibi soru(n)lara bir cevap olarak ortaya çıkmıştır diyebiliriz.

İslâmî hareket, Allah’ın dinini en güzel şekilde yaşamak ve insanlığı tevhidin nuruyla aydınlatmak için ortaya koyulan bir çabanın adıdır. Bu anlamda bir değişim ve dönüşüm yolculuğudur. Bu hareket, bireysel ve toplumsal bir dönüşüm hedeflerken, Kur’an ve Sünnet’i rehber edinir. İslâm’ın çağlar üstü mesajı, insanları Allah’a kulluğa çağırmak ve yeryüzünde adaleti tesis etmektir. Bu yönüyle, bir eliyle adaleti dağıtırken diğer eliyle merhameti taşımaktır. 

İslâmî hareket, cemaatler, vakıflar, dernekler, eğitim ve kültür faaliyetleri yürüten yapılar, sosyal yardım organizasyonları, akademik çalışmalar yapan çevreler gibi geniş bir yapıyı bağrında taşısa da, özelde ise, İslâmcılık düşüncesine dayalı olarak hareket eden, İslâm’ı bir dünya görüşü ve yönetim modeli olarak benimseyen, modern ulus-devletlere karşı ümmet bilincini önceleyen, siyasal ve sosyal dönüşümü İslâm merkezli gerçekleştirmek isteyen, İslâm’ı sadece bireysel değil, toplumsal ve siyasal bir nizam olması gerektiğini savunan yapıları ifade eder.  

İslâmî hareket, İslâmcılık düşüncesinin aslında sahadaki/pratikteki tezahürleridir. İslâmcılık, Batı modernizmine ve sekülerleşme süreçlerine karşı Müslüman toplumların özgün bir İslâmî kimlik ve düzen geliştirme çabası olarak tanımlanabilir. İslâmcılık ile İslâmî hareketler, çoğu kez birbirinin müteradifi olarak kullanılsa da İslâmcılık, teorik bir zeminde fikir üretirken, İslâmî hareketler bu fikirleri somut hale getirmeye çalışır. Ancak İslâmcılık düşüncesi zamanla farklı bağlamlarda çeşitli yorumlara açık hale gelmiş ve İslâmî hareketler arasında metodolojik farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bazı hareketler, siyasi iktidar üzerinden bir dönüşüm arayışındayken, bazıları toplumsal ve kültürel dönüşümü öncelikli görmektedir.

Evet, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslâmcı çevrelerde "sistem içi mi, sistem dışı mı?" tartışması ciddi bir düşünsel dinamizm oluşturmuştu. Bu tartışma, İslâmcı hareketlerin stratejisini belirleme açısından oldukça önemliydi.

Daha radikal ve devrimci bir yaklaşımı savunanlar, mevcut sistemin İslâmî bir dönüşüme elverişli olmadığını, bu nedenle onun tamamen dışında, hatta ona karşı bir mücadele yürütmek gerektiğini öne sürüyordu. Hasan el-Benna’nın düşüncesinden beslenip kendi fikriyatını oluşturan Seyyid Kutub’un “Cahiliye Toplumu” kavramsallaştırması bu görüşü ciddi anlamda besledi. Türkiye’de de benzer yaklaşımlar 1960’lardan itibaren çeşitli gruplar içinde yankı buldu.

Buna karşın bazı çevrelerde sistemin sunduğu imkânları kullanarak, hukuk ve siyaset içinde kalarak bir değişim sağlanabileceğini savunuyordu. Erbakan’ın Milli Görüş çizgisi bu anlayışa örnek gösterilebilir. Bugün ise sistem içi mücadele, özellikle iktidar tecrübesiyle birlikte tartışmasız bir şekilde baskın hale gelmiş durumda.

Ancak tartışılması gereken asıl mesele "sistem dışı mücadele nasıl olmalı?" sorusudur. Çünkü sistem içi mücadele, uzun vadede sistemin kendisini dönüştürmek yerine ona entegre olma riskini taşıyor ve taşıdı da… Fakat sistem dışı mücadele derken salt şiddet veya illegal yöntemlerden bahsetmiyoruz; düşünsel, kültürel ve sivil bir sistem dışılık nasıl olabilir, İslâmî bir kimlik ve toplumsal örgütlenme bu bağlamda nasıl şekillenebilir, bu konular halen canlı bir tartışmayı hak ediyor?

Bugün, sistem içi/dışı alternatif bir hayat tarzı, bir model oluşturma gayreti var mı, yoksa İslâmcılar sistem içinde konforlu bir alan mı oluşturdu? İşte bu sorular kritik ve üzerinde düşünmeyi gerektiriyor.

Bu anlamda İslâm’ın temel değerlerini ve felsefesini dikkate alarak modern dünyanın karmaşık soru(n)larına bir cevap olarak, hem teorik hem de pratik düzeyde çözümler üretilmelidir. Ancak bu söylemlerin başarılı olabilmesi, İslâm’ı bir bütün olarak okuyup kendi iç eleştirilerini yaparak eksikliklerini giderme ve modern dünyanın sorunlarına karşı daha kapsayıcı ve derinlikli cevaplar üretebilme kabiliyetine bağlıdır. 

Elbette ki, İslâm'ı temsil etme düşüncesi, sadece bir ideal değil, aynı zamanda bir sorumluluk gerektirir. Bu sorumluluğun hakkını verebilmek için hareketlerin sürekli bir özeleştiri içinde ve hassas olmaları gerekir.

Bu açıdan ‘İslâm’ın bütün bir hayat sistemi olduğu ve her şeyi ihata ettiği söylemi’ öz itibariyle yanlış olmamakla birlikte kısa bir süre sonra her şeyi kendi bakış açısıyla “İslâmileştirme” tehlikesine yol açmıştır. Bu söylem sayesinde “hakikat” tek bir yoruma irca edilmiş ve insanların buna karşı çıkma ihtimalleri ellerinden alınmıştır. Zira herhangi bir söylemi İslâm ile eşitlemek sağlıklı bir analiz yöntemi değildir. Bu yüzden İslâmi düzen, sistem, iktidar, devlet gibi hatta İslâmî dergi, İslâmî TV, İslâmî müzik vb. söylemler revaç bulmuştur. Bu anlamda sık sık “gerçek İslâm”, “gerçek din”, “gerçek Müslüman” vb. söylemlere başvurulduğuna şahit olmaktayız. Bu söylemler görece masum gibi gözükse de parçacı bir zihni ve hakikati tekeline almayı zımnen barındırmaktadır. Onun için herhangi bir söylemi İslâm ile eşitlemek isabetli olmayacaktır çünkü bu o söylemi eleştirilemez ve sorgulanamaz kılacaktır. 

İslâmî hareketlerin toplumu ve dünyayı yeniden imar ve inşa etmeye yönelik çabası, genellikle toplumsal dönüşüme odaklanırken fertlerin manevi ve ahlaki olgunlaşmasını ihmal etmekte, manevi gelişimin ve kalbin tasfiyenin arka planda kalmasına yol açmaktadır. Dolaysıyla, dünyayı imar ederken kalbi ihmal etmektedir. Bu durum, harekete katılan bireylerin içsel dönüşüm yaşamadan, yüzeysel bir aidiyet geliştirmelerine neden olmaktadır. Hâlbuki dünyayı imar çabası, ancak kalplerin ihyası ile mümkün hale gelir. Unutulmamalıdır ki, içsel dönüşüm, toplumsal dönüşümün temelidir.

Toplumu takva ekseni üzerine değiştirmek, ihya ve ıslah etmek, fertlerin takva/tezkiye ekseninde bir dönüşüm yaşamasıyla mümkündür. Takva sahibi şahsiyetler, sadece kendilerini değil, bu vesile ile yaşadıkları toplumu da etkiler ve dönüştürür. Elbette bu mücadele, sadece kalplerde değil; zihinlerde, fikirlerde, amellerde ve toplumda da verilmesi gereken bir mücadeledir. Bu açıdan mücahede ve mücadeleyi bireysel ve toplumsal boyutları ile bir bütün olarak ele almak icap etmektedir. Parçacı yaklaşımlar sadra şifa olmaktan uzak olup varılmak istenen hedefe de ulaştırmayacaktır. 

Ayrıca İslâmî hareketlerin güncel sorunlara karşı cılız ve yetersiz söylemler geliştirmesi, hareketlerin topluma hitap etme gücünü zayıflatmaktadır. Hâlbuki kapitalist ve seküler düzenlerin varlığından neşet eden ve insanlık üzerinde oluşturduğu ağır krizlere karşı, İslâm’ın adalet ve denge eksenli bir söylemini geliştirmesi, İslâmî hareketlere özgün bir alternatif üretme imkânı verecektir. Bu durum da onların söyleminin ve yerinin muhkemleşmesini perçinleyerek tabandan gelen güçlü bir halk desteğini sağlayacaktır. 

Bütün bunlara karşın İslâmî hareketlerin asıl büyük başarısı, yalnızca geniş kitlelere ulaşmaları veya sayısal olarak büyümeleriyle değil, ortaya koydukları fikirler ve toplumsal muhayyileyi inşa etme niteliğiyle ölçülmelidir. Nicel başarı, bir hareketin görünürlüğünü artırabilir, ancak niteliksel başarı, hareketin öz değerlerini koruması, hedeflerini gerçekleştirmesi ve topluma derinlemesine nüfuz etmesi açısından çok daha önemlidir.

Sonuç itibariyle İslâmî hareket, bireyin ve toplumun bütüncül bir şekilde ihyasını hedefleyen bir yaklaşımı benimsemeli; hem tabandan hem tavandan değişimi beslemeli, hem tümel meselelerde hem de tikel olaylarda pratik çözümlerle yol almalıdır. Bu bağlamda yeni İslâmcılık ile yeni İslâmî hareket yapısına, söylemine ihtiyaç hissedilmektedir. İslâmî hareketlerin güncel ve somut meselelere dair tutarlı ve derinlikli bir söylem geliştirmesi gerekiyor. Yeni İslâmî hareket, yalnızca geleneksel meselelerin tekrarıyla değil, modern dünyanın yeni sorunlarına özgün ve uygulanabilir çözümler üretmekle kendini var edebilir. 

Günümüzde defolu modernizmin sömürge ülkelere ihraç sisteminin/rüyasının raf ömrünü tamamlanmasına doğru hızla giderken insanlığa güçlü bir soluk olabilecek sosyal, siyasi ve kültürel çözümlerin yanında maden kazaları, emek sömürüsü, çevre sorunları, hayvan hakları ve sosyal medya gibi modern meseleler karşısında da güçlü ve derli toplu bir duruş sergilemek, yeni İslâmî hareketlerin söyleminin olmazsa olmazıdır. Çünkü İslâm, hem tümel hem de tikel düzlemde rehberlik eden bir sistemdir; ancak bu rehberlik, yaşanılan dönemin koşullarına uygun bir şekilde yeniden yorumlanmalı ve sunulmalıdır.

Bu, sadece İslâm’ın mesajının çağın ruhuna uygun bir şekilde yeniden yorumlanmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda Müslüman toplumların dünya sahnesinde güçlü bir aktör olmasını da mümkün kılar.

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.

Yorum Yapın