İslamcılık ve Fıkıh

GİRİŞ

İslamcılık, köklerini İslam’dan alan bir akım olarak XIX. Yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır.  Ama belirgin bir fikri hareket olarak II. Meşrutiyetten sonra varlığını göstermiştir.  Onun tanınması ve tanıtılması sürecinde, hakkında çok şeyler söylenmiş ve hala da söylenmektedir. Bu yazımızda, tanımlarından ve onun hakkında söylenenlerden hareketle İslamcılığın fıkıhla temas noktalarını irdelemeye çalışacağız.

 

I-İSLAMCILIK

Bazıları İslamcılığı, çeşitli sebeplerle “dönüşüme uğrayan İslam” diye tarif etmiş, kimi “İslam’ın modern siyasal şekillenmesi” şeklide değerlendirmiştir. Kimi de “Uyuyan İslam’ı uyandırmak için Müslüman aklına, Müslüman kalbine ne olduğunu kim olduğunu, nerede ve nereye gitmekte olduğunu hatırlatma gayretlerinin hasılası” olarak tanımlamıştır.

Konuyla geniş çaplı çalışmalar yapan İsmail Kara da tanımnda bazı eleştirilen noktalar bulunsa da İslamcılık için daha kapsamlı bir tanım yapmıştır: “İslamcılık, XIX-XX yüzyılda İslam’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, eğitim) yeniden hayata hakim kılmak, ve akılcı metotla Müslümanları, İslam dünyasını Batı sömürüsünden, zalim müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten ve hurafelerden kurtarmak, medenileşmek, birleştirmek ve kalkındırmak adına yapılan aktivist, modernist ve eklektik yönleri baskın siyasi fikri ve ilmi çalışmaların arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket” diye tanımlamıştır.

Abdurrahman Aslan İslamcılığı, “modern dünyada yaşamak durumunda olan Müslümanların bu dünya karşısında geliştirmeğe çalıştığı entelektüel ve pratik tavırlar olarak görmek mümkündür”  der. Ayrıca insanlık tarihinin en önemli kırılma noktalarından birisi olan modernliğe karşı Müslümanların nefsi müdafaası olarak değerlendirir. Modernlik karşısında bir itirazımız olacaksa onun karşısına iki şeyin konulması gerektiğini,  bunlardan birisinin hakikat mefhumu diğerininse bir hayat biçimi diğer bir ifadeyle bir yaşam hayat tarzı olduğunu zikreder.

İslamcılık İslam’ın hukuki, iktisadi ve siyasi boyutu olduğunu vurgular. Öte yandan bireysel hayat, toplumsal gidişat ve devlet yapısıyla ilgili konularda söz sahibi olduğunu ifade eder. İslam’ın pasif bir din olmadığını, bahsi geçen boyutlarıyla aktif ve dinamik bir yapıyla mücehhez olduğunun altını çizer. Buna göre böyle bir durum tespitini ortaya koyan İslamcıların da canlı, diri, aktif ve dinamik olmaları kaçınılmaz olacaktır. Buradan hareketle İslamcılığın sadece bir düşünce akımı/yapısı olmakla kalmayıp, aynı zamanda planlı, programlı ve hedefe kilitli bir hareket/eylem öngördüğünü de söyleyebiliriz.

Aslında bu bir karşılaşmadır ve Müslümanların hayatı için kritik bir öneme sahiptir. İslamcılık bu karşılaşma sürecinde entelektüel, politik ve pratik bir karşı duruş geliştirmiştir. Konumuz itibariyle Abdurrahman Arslan’ın vurguladığı pratik tavır üzerinde durmak gerekir. 

Yukarıda zikredilen ve genel hatlarıyla kendisini kuşattığını söyleyebileceğimiz tanımlardan hareketle İslamcılık hem teorik hem de pratiğe dönük meseleler hakkında kafa yormak durumundadır. Bu haliyle çok dinamik bir yapıya sahiptir.

Bütün bu ve buna benzer tanımlardan, İslamcılığın, bireysel, toplumsal, hukuki ve ekonomik yönlerden iddiaları bulunmakta ve sömürü altında haklarını kaybeden, kültürel ve inanç bakımından kendisine mobbing uygulanan hatta fiziksel şiddete uğrayan dünya Müslümanlarını ayağa kaldırma amacını taşımaktadır.

 

II-FIKIH

İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin, “fıkıh kişinin leh ve aleyhinde olanı bir diğer ifadeyle hak ve sorumluluklarını bilmesi” şeklindeki tanımı fıkhın en kapsamlı tanımıdır. Buna göre itikadi, ameli ve ahlaki hükümler fıkhın kapsamı içine dahil olmaktadır. Bu tanımdan hareketle inançla ilgili hükümler itikadi fıkıh, ameli konularla ilgili hükümler ameli fıkıh ve ahlakla ilgili hükümler de vicdani fıkıh olarak değerlendirilmiştir. Bu tanımlamanın XI. Asra kadar devam etmiştir.

Daha önce iç içe olan şer’i ilimler, kendi alanlarında oluşan bilgi birikimleri neticesinde müstakil birer ilmi disiplin haline gelmişlerdir. Şöyle ki, akaidle ilgili bilgi, delil, teori, yöntem ve literatürden oluşan bilgi birikimi el-Fıkhü’l-Ekber, İlmü’t-Tevhîd, İlmü Usûli’d-Dîn ya da Kelam İlmine dönüşerek Fıkhın kapsamı dışına çıkmışlardır. Aynı şekilde insanın iyi ve kötü davranışlarının irdelendiği, insan-ı kâmil olmanın bilgisinin, yol ve yönteminin ele alındığı ahlaki konularsa Tasavvuf İlmi şeklinde kendisini göstermiş ve o da fıkhın kapsamı dışına çekilmiştir. (bak. Hayreddin Karaman, Fıkıh, Dia) Bu sebeple İmam Şafii fıkhı, “Dinin amelî hükümlerini muayyen delil ve kaynaklarından çıkararak elde edilen bilgidir” şeklinde tanımlamış, yukarıda bahsi geçen ilimlerin kapsam dışı olduğu ve hükümlerin, “ameli” olanlarına vuru yapıldığı bir tanım geliştirmiştir.  İnsanın, Allah’la, diğer bir insanla, toplumla, devletle ve çevreyle ilişkilerini konu edinmiş olan ameli hükümleri fıkıh tanımı içine dâhil etmiştir. (bak. Hayreddin Karaman, Fıkıh, Dia) İmam Şafii’nin bu fıkıh tanımı, kendisi de müstakil bir ilmi disipline dönüşen Fıkıh ilminde yaygın bir tanım haline gelmiştir. Fıkıh bu tanımıyla bir Müslümanın hayatındaki pratiğe dönük sahalarının büyük bir kısmını içine almıştır.

İslam dünyasının zayıflayıp siyasi gücünü kaybettiği ve geri plana düştüğü zamanlarda, birçok bakımdan olduğu gibi hukuk sistematiği açısından da batıdan istifade etme yoluna gidilmiştir. Bineanaleyh Fıkıh, modern hukuk şablonu içinde ele alınmaya başlamıştır. Bunun sonucunda da “İslam Fıkhı”, “İslam Hukuku”na evrilmiştir. Fıkıh içerisinde ele alınan ibadetler her ne kadar “amelî”  bir mahiyet arz etse de modern hukuk sistemi içerisinde yer almadığı için ibadetler, fıkıhın bu son dönüşümü olan İslam Hukukunda ele alınmamıştır. 

İslami ilimlerin bir kısmının, her ne kadar pratiği besleme gibi bir yönü olsa da teorik olma özellikleri baskındır. Bu ilimler içinde fıkhın ayrı bir yeri vardır. Fıkıh doğrudan pratiğe yansıyan yapısıyla Müslümanların pratik hayatıyla en yakın ve sıcak teması sağlayan bir disiplindir.

Bu noktada İslamcılığın Fıkıhla olması gereken teması bir ihtiyaç olarak kendisini hissettirmektedir.

 

III- İSLAMCILARIN FIKIHLA TEMAS NOKTALARI

İslamcılığın, ruhunu İslam’dan alan bir düşünce akımı olduğu, sadece düşünce olmayıp siyasal, entelektüel ve pratik boyutlar da ihtiva ettiği yukarıda zikredilmişti. Fıkhın da bir Müslümanın hayatına özellikle pratik hayatına doğrudan dokunan bir ilim dalı olduğu ifade edilmişti. Şimdi İslamcılıkla Fıkıh arasında olması gereken sıkı ilişkiyi ve bu doğrultudaki bağlantı noktalarını aşağıdaki şekilde sıralamaya çalışacağız.

 

1-Temel ilkeler:

İnsanlığın ortak değerlerinden en önemlisinin en azından ilk sıralarda gelenlerinden birisinin adalet olduğunu söylemek abartı değildir. Fıkhın ele aldığı bütün amel hükümlerinin, herkese ve her şeye hakkını vermek şeklinde ifade edebileceğimiz adalet anlayışı doğrultusunda ele alındığını söyleyebiliriz. Adaletin merhamet temelli bir kavram olduğunun da altını çizmek gerekir.  İslamcılık da, “Müslümanları, İslam dünyasını Batı sömürüsünden, zalim müstebit yöneticilerden ve yönetimlerden kurtarmayı” amaçlayan bir düşünce ve pratik öneren yapı olarak bu iki temel insani ilkeyi yani adalet ve merhameti fıkıhla paylaşmaktadır.  

 

2-İslam’ın hayata hâkim kılınması:

Fıkıh, naslardan ve içtihat yöntemlerinden hareketle, İslam’ın hayata hâkim kılmanın kurallarını üretmiştir. İslamcılık ise İslam’ı hayata hâkim kılmanın mücadelesini verme amacını gütmektedir. Fıkıh ve İslamcılığın sıkı ilişki içinde olmalarını gerekli kılan en önemli noktalardan birisi budur.

 

3-Yaşam biçimi:

İslamcılık, bir düşünce biçiminden başka Müslümanca bir yaşam biçimini ön görmek durumundadır. Zira kaynağı İslam’dır. İslam ise hayat dinidir. Dinin yaşantıya dönük yüzünü ele alan bir ilim olarak Fıkıh, Müslümanlar için öncelikle bireysel bir yaşam biçimi ön görür. Bireyin ibadet ve muamelat konularında uyması gereken kuralları ihtiva eder.

 

4-Hukuk ve içtihat:

İslam fıkhında hak, Allah’ın hakları ve kulların hakları olarak iki kısımda incelenir. Onun için Fıkıh, insanların haklarının korunması ve ilişkilerinin sağlam bir zeminde tutulması için gerekli olan kurallarla ilgilendiği gibi modern hukuk sistematiğinden farklı olarak Allah’ın haklarının ele alındığı ibadetleri de ele almıştır.

Hakkın her çeşidiyle ilgili konuları işleyen Fıkıh, sınırlı nasslar karşısında sınırsız hayat tecrübelerine cevap vermiştir. Bunu yaparken de nassın oluşturduğu temel çerçevelerden istifade ederek içtihat etmiştir. Ancak hukukun dinamizmini temsil eden içtihat, zaman içerisinde ferini kaybetmiştir. İşte bu noktada İslamcılık Müslümanları “taklitten kurtarmak” adına, bir şekilde içtihadın yeniden canlanması için tefekkür etmişlerdir.

 

5-İçtimai düzen:

Fıkhın ele aldığı konulara bakıldığında sadece bireysel hukuk ve bireysel yaşama biçimi çerçevesi içinde kalmadıkları görülür. Medeniyyü’t-tab’ olan ve onun için de diğer insanlarla birlikte yaşayan insanı toplumsal boyutuyla da ele aldığı anlaşılır.  

Toplumsal yapı ile ilgili iddiaları da olan İslamcılık bu boyutuyla da Fıkıhla yakın temas içinde olmalıdır.  

6-Siyaset:

Fıkıh İslam devleti ve yönetim biçimleriyle ilgili ilkeler koymuştur. Devletin tebaasıyla ve diğer devletlerle ilişkisini ele alan kurallar vaz etmiştir. Siyasal alanda İslami değerlerin ve kuralların uygulanmasını savunan İslamcılık bu konuda da Fıkıhla sıkı bağlantı içinde olmalıdır. 

 

7-Günümüz problemlerine cevap arama:

Günümüzün sosyal, düşünsel ve teknolojik şartlarından kaynaklanan yeni problemlere cevap vermek fıkhın sorumluluklarındandır. Nitekim “Günümüz Fıkıh Problemleri” ile ilgili olarak, İslam dünyasının her yerinde aynı zamanda bireysel ve kurumsal anlamda çok çalışmalar yapılmaktadır.

Modern dünyanın kendine mahsus yapısı sebebiyle ortaya çıkan hukuki, ekonomik, bireysel ve toplumsal problemlere cevap arayışında olan İslamcılığın Fıkıhla sıcak temas içinde olması gereken noktalardan birisi de budur.

İslamcılığın fıkıhla bağlantı noktalarının bir kısmını zikretmiş olduk. Bu noktaların daha da artırılması mümkündür.

 

SONUÇ

Bütün bu sıkı bağlantı noktalarından sonra İslamcılığın fıkhi mesaisinin kaçınılmaz olduğu ortadadır. Günümüze kadar bu mevzuda şu veya bu şekilde mesai harcanmıştır.  Ancak, modern yaşam tarzı ve düşüncesiyle birlikte, baş döndürücü bir hızla ilerleyen hikmetten yoksun teknolojinin sebep olduğu onca problemler karşısında İslamcılığın fıkıhla ilgili mesaisinin çok daha yoğun olması gerektiği de gün gibi ortadadır.

Bu sıkı ilişki fıkha, zaten içinde mündemiç bulunan dinamizmini harekete geçirme, fıkhın da İslamcılığı bir istikamet üzere tutma işlevini görecektir.

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.

Yorum Yapın