Mevdûdî, 25 Eylül 1903’te Hindistan Haydarabad’da doğdu. Aslen Heratlıdır. Farsça, Urduca, Arapça eğitiminin yanında; mantık, hadis, fıkıh gibi temel İslâmî ilimleri ilk olarak babasından aldı. 1914’te İslâmî usullerle Batı tarzı eğitimi bir araya getiren Medresetü’l-Fevkâniye’ye kaydoldu. Ailesinin taşınması üzerine eğitimine Dârü’l Ulûm’da devam etti. Babasının sağlığının bozulması üzerine ailesinin geçimine katkı sağlamak adına eğitimini okul dışından kendi çabaları ile sürdürdü.
1918’de Delhi’ye taşındı. Siyasi ve edebî hayatının dönüm noktası burası oldu. 1919’da Cebelpur’da Kongre Partisi destekçileri tarafından çıkarılan “Tac” isimli derginin editörlüğünü üstlendi. Buradaki bazı yazılarında sömürge yönetimini tenkit ettiği gerekçesiyle söz konusu gazete kapanınca Delhi’ye döndü. Daha sonra 1921 yılında Cem’iyyet-i Ulemâ-i Hind’in çıkardığı Müslim gazetesinin editörlüğünü üstlendi. Bu gazetedeki yazı dizisi “el-Cihâd fi’l-İslâm” adıyla kitap olarak basıldı (1930). 1920 yılında Hindistan Hilafet Hareketi’ne daha sonra da Hindistan Hicret Hareketi’ne katıldı. Ebü’z-Ziyâd Niyâzî’den “ders-i nizami” denen bir yöntemle Arapça, fıkıh, edebiyat, mantık ve kelâm dersleri aldı. Ayrıca Fetihpûrî Medresesi’nden de icâzet aldı. İngilizce öğrendi. Daha önce bahsi geçen yazarlık yönü gelişerek devam etti.
“Telif”, Mevdûdî için bir mücadele yöntemiydi. Bu yönteme teşkilat yönü eklendiğinde takvimler 1941’i gösteriyordu. Lahor’da birkaç arkadaşıyla birlikte Cemaat-i İslâmî’yi kurdu. Başlarda Diyobendî okulu gibi bağımsız Hindistan’ın toprak bütünlüğünü savunuyordu. Fakat 1947’de Pakistan’ın kurulmasıyla sonuçlanan iç savaş bunun mümkün olmadığını göstermiştir. Mevdûdî ve arkadaşları artık bu yeni devletin İslâmî temelini güçlendirmek için çalışacaktı. Pakistan’ın kuruluşunda başat rol oynayan Muhammed Ali Cinnah ve partisine, laiklik konusundaki derin fikir ayrılığı sebebiyle mesafeli oldu. Onlardan farklı olarak cemaat, Pakistan’da İslâmî temellere dayalı ve kanuni meşruiyetini Kur’an ve sünnetten alan bir yapıyı hedefliyordu. Bu yoldaki çalışmalar 1956’da anayasal çalışmalarda ilk meyvesini verdi. Mevdûdî bu hasat dönemi uğruna 1951 ve 1953’te İslâmî temele dayanan hukuk düzeni isteyen gruplarla bir araya geldi. Bir dönem bu şekilde olumlu ve ılımlı geçse de özellikle Eyüp Han dönemi Mevdûdî ve cemaati üzerinde baskıların arttığı bir dönüm noktası oldu. Tüm siyasi ve askerî baskılara rağmen Mevdûdî bilhassa, dış siyaset ve bağımsızlık konularında Pakistan devletinin yanında oldu. 1972’de sağlık sorunları sebebiyle cemaatin fiilî liderliğinden çekildi. Bu dönemde Ali Butto yönetimine karşı Ziyâu’l Hak’ı konjonktürel olarak desteklemiştir. Pakistan dışındaki gelişmelere de ümmetçi bir tavırla yaklaşan Mevdûdî, 22 Eylül 1979’da vefat etti. Cenaze namazını Yûsuf el-Karadâvî kıldırmıştır.
Mevdûdî, Hint alt kıtası bölgesinde ehl-i hadis ve ehl-i Kur’an akımlarının yoğun olarak kültürel ve ideolojik faaliyetlerde bulunduğu bir düşünce ortamında yetişmiştir. Yine siyasal ve sosyal faaliyetlerini bu havzada ortaya koymuştur. Mevdûdî’nin içinde bulunduğu bu ortam onun sadece siyasal faaliyetlerini değil, teolojik ve akademik faaliyetlerini de etkilemiştir. Mevdûdî’nin telifleri günümüzde genel olarak İslâm’ın siyasal yorumuna ve İslâm’ın egemenlik anlayışına indirgenmeye çalışılsa da yakın geçmişten itibaren Mevdûdî’nin esasen ilahiyat alanında coğrafyası da göz önünde bulundurularak orijinal bir yaklaşım sunduğu tezi kuvvet kazanmıştır. Özellikle Tefhîmu’l-Kur’ân çalışması tefsir alanında; arkeolojik unsurları, vahiy geleneğinin tahrif edilmiş unsurları olan Tevrat ve İncil verilerini, aynı zamanda dönemin sosyal tarihini de göz önüne alan metoduyla sadece İslâmî hareketler veya akımlar için değil modern dönemin ilahiyat entelijansiyası için de önemli bir kaynak hâline gelmiştir.
Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılması ile başlayan siyasi süreçte toplumsal rolü daha da ön plana çıkan Mevdûdî, kurduğu Cemaat-i İslâmî ile bu yeni devletin İslâmî esaslar ve temelde Kur’an ve sünnetin kaynaklığı ile yoluna devam etmesi için anayasa çalışmalarının devamında önemli katkılar, tenkitler ve öneriler sunmuştur. Belki başlığımızın da sebebini ortaya koyacak şekilde onun dinî kaynaklara bakışı ve özelde sünnet-hadis anlayışı bu dönemdeki siyasal çalışmalarına ve anayasanın nasıl bir yapıda olması gerektiği ile ilgili görüşlerine büyük oranda şekil vermiştir.
Bilhassa anayasa çalışmaları sırasında Pakistan’da o dönemde yaygın olarak bulunan ehl-i Kur’an akımına mensup hukukçularla ciddi epistemoloji ve hukuk felsefesi tartışmalarına girişmiştir. Bu tartışmalarda özellikle sünnetin ve doğal olarak sünnetin kaynağını oluşturan hadislerin hukuk ve anayasa noktasında ne düzeyde otoriteye sahip olacağı, ne düzeyde delil olarak başvurulacağı konusunda o dönemde hukukçularla yaptığı yazışma ve mektuplaşmalar Sünnetin Anayasal Niteliği şeklinde dilimize çevrilen çalışmayla kitaplaşmıştır. Burada sünnet ve hadisi temelden inkâr eden, onun hukuksal anlamda bir kaynaklık sunamayacağını düşünen zihniyete karşı usulî argümanlar sunmuştur.
Mevdûdî’ye göre bir anayasanın veya bir ülkenin siyasi atmosferinin gerçek anlamda İslâmî olabilmesi için oluştuğu veya muhtevasında bulunan kaynakların sünnet unsurunu temel olarak içermesi zaruridir. Zaten sünnet ona göre bir İslâmîleştirme aracıdır. Daha açık ifadeyle bir toplumun bireyden yola çıkarak İslâmî hale gelmesi için nebevî rehberliğin/sünnetin gözetiminden geçmesi gereklidir. Çünkü ona göre Resûlullah (s.a.s.), sahâbîlerden İslâmî bir toplum ve devlet meydana getirmiştir. Bu devlet de İslâm’ı yeryüzüne hâkim kılmıştır. Bu hâkimiyet ve davet süreci sadece Kur’an vahyi ile değil onun Resûlullah tarafından açıklanması olan sünnetin hidayetiyle gerçekleşmiştir.
Burada vurguladığımız İslâmîleştirme vurgusu, Mevdûdî’nin sünnet ve hadise bakışının onun İslâmî hareket metoduyla ne kadar uyumlu olduğunu ortaya koymaktadır. Sünnet ve hadisi, Müslüman toplumun tarih içerisinde ortaya koyduğu geleneğe indirgeyen anlayışa karşı sünneti temelde, Resûlullah’a ait ve bizzat onun söz fiil ve davranışlarının ilkeler ve değerler bütünü ortaya konmasının adı olarak görmüştür. Örneğin Pakistan’daki bir vatandaş, orduda pilot olmak için gereken işlemleri için fotoğraf gönderdiğinde, sakallı olması sebebiyle bu fotoğrafın kabul edilmeyişini anlatan bir mektup yazar. Mevdûdî bu mektuba verdiği cevapta, Müslüman gençlerin memuriyet gibi önemli mevkileri elde edememe pahasına da olsa sakal gibi İslâm’ın şiarı ve Resûlullah’ın emri olan unsurlardan vazgeçmemeleri gerektiğini belirtir. Anlaşılacağı üzere Mevdûdî, sakal gibi sünnetin somut ögelerine de son derece önem veren bir isimdir. Modern dönemde özellikle oryantalist çalışmalarda Mevdûdî’nin sünnet anlayışı, moral, motivasyon ve ahlak çerçevesinde daha soyut düzlemde ele alınmaya çalışılmıştır. Sonraki süreçte bu soyutlamacı anlayışa karşı, Mevdûdî’nin sünnet ve hadis anlayışının rivayet unsurunu ötekileştirmeyen, hadislerin Resûlullah’a aidiyetini ve sünnetin bu hadislerden kaynak hâle gelmesini genel olarak benimseyen bir yaklaşıma sahip olduğu belirtilmiştir.
Uzun süre yayın yöneticiliğini yaptığı bir anlamda fikir ve hareket hayatının en önemli meyvelerinden olan Tercümânü’l-Kur’ân dergisinin okuyucularından gelen sorulara ve mektuplarına verdiği cevaplarda Mevdûdî’nin sünnet-hadis anlayışını net şekilde görebiliyoruz. Bu noktada döneminde ortaya çıkan hadis inkârcısı akımlara karşı bunları temelde usulsüz gören, tepkisel bulan yaklaşımlar ortaya koymuştur.
Mevdûdî, sahih hadis kaynaklarında geçen ve içerik olarak tenkit edilmesi muhtemel olan birtakım sayılı rivayeti öne sürerek, hadis kaynaklarının bütününü yok saymanın veya kaynaklık bakımından iptal etmenin metodik bir yaklaşım olmayacağını belirtmiştir. Ona göre belli başlı rivayetleri sünneti inkâr adına öne sürmenin ezbere dayalı ve ideolojik ön yargıdan başka bir açıklaması yoktur. Bunları ifade ederken Mevdûdî’nin birtakım hadis verilerine ve ögelerine karşı eleştirel yaklaşımının olmadığını söylemiyoruz. Fakat Mevdûdî’nin bu eleştirel yaklaşımı kaynakları bütüncül olarak kabul eden ve özellikle İslâmî hareket anlayışına kaynaklık eden bir sistematiğin ürünüdür. Mevdûdî cemaatinin eğitim müfredatını hazırlarken hadis kaynaklarını önemli bir merci olarak görmüştür. Öyle ki ülkemizde dahi onun öğrencilerine hadislerde yer alan belli zikir ve tesbihatları düzenli olarak yaptırdığı övgü anlamında dile getirilmiştir.
Faiz gibi İslâm iktisadına dair meselelerde kaleme aldığı eserlerde hem İslâm iktisadi anlayışını hadisler üzerine bina etmiş hem de bu hadisleri anlarken belli bir metodu takip eden Hanefî anlayışı ortaya koymuştur. Zaten Mevdûdî’ye göre Hanefî mezhebinin imamı Ebû Hanîfe’nin dini anlayışındaki inceliğin sebebi, Resûlullah’ın hadislerinin sıhhatini veya fıkhını kavraması, Resûlullah’ı çok iyi “idrak etmesidir”. İmam Mâlik de böyle bir idrake sahiptir. Bu bağlamda o Mîzâc-ı Şinas Resûl kavramını temele almıştır. Ona göre dinin asıllarını, maksatlarını doğru anlayan bir âlim, Kur’an ve sünnetin genel ilkelerini benimsemiş bir zihin, Resûlullah’a isnat edilen rivayetlerin hangisinin sahih, hangisinin zayıf olduğunu bilme noktasında usuli bir meleke geliştirebilir. Sened önemli olmakla birlikte bir hadisin Resûlullah’a aidiyeti, bu meleke veya dirayete sahip müçtehitlerce metinden de anlaşılabilir.
Türkiye’de bu yönü çok gündeme gelmemekle birlikte Mevdûdî’nin metodik bir Hanefî olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kader gibi itikadi meselelerde yayınladığı kitaplarda da yine bu Hanefî anlayışın izleri ciddi olarak görülmektedir. Dolayısıyla sünnet ve hadise bakışında inkâr veya toptan kabulden ziyade Hanefî mezhebinin yaklaşımını büyük oranda korumuştur. Bütüncül olarak hadis ve sünnet kaynağını olumlarken bunlara karşı tetkik ve tenkit yoluyla bir kabulü benimsediğini söyleyebiliriz.
Mevdûdî’nin bir ideal ve hedef olarak benimsediği İslâmî hükümet veya İslâm devleti anlayışında da sünnet ve hadisin temel bir öge olduğunu belirtebiliriz. Zira ona göre yukarıda da belirttiğimiz gibi İslâmî bir toplumun temelinde, sünnetin önemli bir itici gücü vardır. Ülkemizde yakın tarih boyunca kimi zaman ultra modernist yaklaşımlara kimi zaman hadis inkârcılığına hapsedilmeye çalışılan Mevdûdî’nin hadis anlayışının Hanefî gelenek ile modern dönem İslâmî hareket arasında mutedil bir çizgiyi benimsediğini de bir vakıa olarak ifade etmeliyiz. Hadisleri literal veya lafzî algılamaya çalışan, döneminin ehl-i hadis anlayışına karşı sahih yorumu ve aklı önceleyen Mevdûdî, eleştirel ve tenkitçi bakış açısıyla da tümüyle sünnet kaynağını inkâr eden yaklaşımı reddetmiştir.
Söz gelimi o, Hz. Îsâ’nın nüzûlü, Mehdî’nin geleceği, recim cezası, ayın yarılması hadisesi gibi sünnet ve hadis kaynaklı itikat, fıkıh, siyer umdelerini kabul etmiştir. Örneğin, Mehdî’nin insan üstü bir varlık olarak anlaşılmasından ziyade onun geleceği dönemde Müslümanlara önderlik edecek ve cihadda onlara liderlik edecek karizmatik ve aynı zamanda İslâmî ve modern bilgi donanımına sahip bir lider olarak anlaşılmasını benimsemektedir. Hz. Îsâ’nın ahir zamanda nüzûl edeceği yönündeki rivayetlerin yirmi farklı sahâbîden geldiğini belirtirken aslında hadislere yaklaşımını da ortaya koymuştur. Buna göre sahâbî döneminden itibaren ümmetin kabulle karşıladığı hadis rivayetleri bizim için birer kaynak ve ölçü durumundadır. Buna göre Mevdûdî’nin yukarıda sayılan bu sünnet kaynaklı ögeleri kabul ettiği, yine kendi dünyasında bu ögelere birtakım yorumlar getirdiğini belirtebiliriz.
Vahy-i gayri metlüv, sünnetin Kur’an’ı beyan yetkisi gibi genel Ehl-i Sünnet anlayıştaki usul ilkelerini kabul eden Mevdûdî, hadislerin Kur’an’a arzı ve içerik tenkidi gibi konularda gelenekteki usul ekollerinin yaklaşımına benzer şekilde bu tür tenkit yöntemlerini reddetmediği gibi, bunların sünneti bütünüyle yok sayan bir anlayışa dönüşmesine ise karşı çıkmıştır.
Sonuç olarak Mevdûdî’nin hadis anlayışının geleneksel Sünnî anlayışla büyük bir farklılık arz etmediği, Kur’an-sünnet bütünlüğü, hadislerin anlaşılması vs. meselelerde ehl-i rey yaklaşıma temelde bağlı kaldığı kendi ifadelerinden anlaşılmıştır. Ayrıca onun hadis ve sünnete yüklediği anlam, İslâmî hareket metodunun ve İslâm devleti anlayışının ana kaynaklarından biri hâline gelmiştir.
*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.
Yararlanılan Kaynaklar ve İleri Okuma Listesi
Anıs Ahmad, “Mevdûdî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, TDV Yayınları, Ankara, 2004, 29/432-437.
Ebü’l-A‘lâ el-Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yayınları, İstanbul, ts., c. 1-7.
Ebü’l-A‘lâ el-Mevdûdî, Fetvalar, çev. Mahmut Osmanoğlu, Nehir Yayınları, İstanbul, 1992, c. 1-4.
Ebü’l-A‘lâ el-Mevdûdî, Sünnetin Anayasal Niteliği, çev. Ahmet Asrar, Çıra Yayınları, İstanbul, 2011.
Ebü’l-A‘lâ el-Mevdûdî, İslâm’da Hükümet, çev. Ali Genceli, Hilal Yayınları, İstanbul, 2006.
Ebü’l-A‘lâ el-Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, çev. Ahmed Asrar, Pınar Yayınları, Ankara, 2014.
Yavuz Köktaş, “Mevdudî’nin Hadîsle İlgili Görüşleri Ve Hadîs Tahlilleri Üzerine”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5/8 (Aralık 2003).
Yavuz Köktaş, “Mevdudî’nin Hadîsle İlgili Görüşleri Ve Hadîs Tahlilleri Üzerine- II”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 6/9 (Haziran 2004).
İbrahim Hatiboğlu, “Çağdaş Hadis Tartışmaları Bağlamında Mevdûdî’nin Dinamik Sünnet Yorumu”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 12/1 (Ocak 2003).
Ahmet Yücel, Hadis Tarihi, İfav Yayınları, İstanbul, 2015.
*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.