Çünkü benim ülkem,
Emsalsiz suçları üretmiş ülkem
Her defasında bu gerçekle yüzleştirilen ve hesap sorulan ülkem
Şimdi ticaret adına,
Hazırcevaplarca tazminat diye gösterilip
İsrail’e bir denizaltı daha gönderiyor.
GÜNTER GRASS
Almanya’nın Frankfurt şehrinde bulunan üniversiteye 1932 yılında Goethe Üniversitesi adı verilir. Bu üniversite, halk tarafından kurulup finanse edilen ve topluma açık, ilerici yöntemleri ile tanınan bir öğretim kurumudur. Üniversite, 1959 yılında edebiyatın kuramsal çerçevesine ilgi duyan herkesin katılabileceği dersler başlatır. Alman edebiyatını geliştirmeyi, edebiyat bilimine katkılar sunmayı, alanında yetkin yazarlardan yararlanmayı hedefleyen bir girişimdir bu. Başlangıçta yılda bir kez yapılan derslere dönemin şair ve yazarları davet edilir. Konuk sanatçılar, akademinin kuru ve cansız edebiyat iklimine içeriden bir bakışla katkıda bulunur. Edebiyatçıların kendi yazma süreçlerini, poetikalarını ya da edebiyatla ilgili bir sorunu merkeze alarak işledikleri derslerin etkisi üniversiteyle sınırlı kalmaz. Bugün hala devam eden “Frankfurt Dersleri” ülke sınırlarını aşan bir ilgiyle takip edilmektedir.
Üniversitenin 1990 yılındaki konuk edebiyatçısı Günter Grass’tır. Ressam, heykeltıraş, grafiker olmasından ziyade yazarlığıyla bilinen bir isimdir. 1959’da yayımlanan “Danzig Üçlemesi” olarak adlandırılmış serinin ilk romanı “Teneke Trampet” geniş yankı uyandırmıştır. Grass, bu eserinde üç yaşındaki bir çocuğun dilinden savaş esnasında yaşananları anlatır. O günlerde Almanya’da hâkim anlayış olan geçmişle hesaplaşmaya bu eserle katkıda bulunur. Eleştirmenlerin farklı yorumlarla değerlendirdiği roman, ironik üslubuyla öne çıkar. Eserlerinde “tarihin unutulmuş yüzünü trajikomik masallarla tasvir ettiği” için yazara 1999’da “Nobel Barış Ödülü” verilir. Belki de bu ödülü almasında konuk olduğu üniversitede anlattıklarının etkisi vardır. Zira İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin maruz kaldığı kötülük hakkında konuşur. Yazarın davet edildiği “Frankfurt Dersleri” ne uygun bulduğu başlık “Auschwitz’ den Sonra Yazmak” olur. Üzerinde çokça tartışılan bir konuya kendince katkıda bulunur. Savaş hakkındaki görüşlerini eserleriyle ortaya koymuş olsa da bu derste kuramsal bir içerikle dile getirmiştir.
"Auschwitz' ten sonra şiir yazmak da barbarlıktır” ifadesi Theodor W. Adorno ’ya aittir. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların kurduğu toplama kampları, insanların sistematik işkenceyle yok edildiği merkezlere dönüşmüştür. İnsanlık hafızasının bir yüzkarası olarak tarihteki yerini alan kampların en bilineni Auschwitz’tir. Adorno, vahşetin dille görünür kılınamayacağını, imgelem gücünün gerçekliğin gücü karşısında susmak zorunda olduğunu vurgulamak amacıyla söylemiştir bu sözü. Bu yaklaşım hala devam eden bir tartışmanın fitilini ateşler. Birçok sanatçı, bu söylemi merkeze alarak estetik ve ahlak üzerine kafa yorup kendi poetik duruşunu şekillendirir. Adorno ’ya katılanlar kadar karşı çıkanlar da tartışmaya katkıda bulunmuş, bu polemik hayli geniş bir külliyat oluşturmuştur.
Grass, Frankfurt dersinde Adorno’nun söylemini yorumlarken: “İnsan ırkının, kendisini ve diğer tüm canlıları çeşitli şekillerde yok etme yeteneği, günbegün ispatlanabiliyor veya harp oyunlarında talim ediliyorsa geriye anlatacak ne kalır.” diyecektir. Ona göre insanlık yaşanan büyük savaştan bir ders almamış, karşısındakini yok etme potansiyelini güçlendirmeye devam etmiştir. Savaş güdüsü ve ihtimalinin böylesine güçlü olduğu dünyada edebiyatçının odaklanacağı başka bir alan olmamalıdır. Adorno’nun tezi hakkında “Bu yeni kategorik emir derhal bir yasak levhası sanılıp yanlış anlaşıldı.” tespitini yapar. Bir yazar olarak ulaştığı noktada ya suskunluğu yüceltip kenara çekilecek yahut insanın elinden gelen bu yok etme işini adlandırmaya çalışacaktır. Bunlardan ikinci yolu tercih eden Grass, yazma görevini bir şartla kabullenir: “Bu talimat saf renkten vazgeçmeyi gerektiriyor, gri ve grinin sonsuz tonlarının kullanılmasını emrediyordu.” Böylelikle hayatın ve edebiyatın renklerinden vazgeçerek insanlık dramına odaklanmış bir yazarlık görevini üstlendiğini vurgular.
“Auschwitz bir parçamız, tarihimizden çıkmayacak bir namus lekesidir.” diyerek yoluna devam etse de takındığı bu tutumun yanlış anlaşılmasını istemez. Pozitif kahramanlar yardımıyla nasyonal sosyalizm aleyhinde içlerini döken edebiyatçıları eleştirir. Onların bu yaptığı “Uyuma abone bir çağda uyumcu, yani yalancı” olmaktan ibarettir. Hiçbir şeyin yolundan saptıramadığı körü körüne inanış bugün tersinden işlemektedir. İnsanlar antifaşist olma konusunda bir yarışa girmiştir. Bu kesimle arasına bir çizgi koymaya gayret eder. Adorno’nun söylemi üzerinden sürdürülen tartışmada tarafı bellidir. “Auschwitz ’ten sonra yazmaya son verileceği vaadinde bulunulamayacaktır; meğerki insanlık kendinden vazgeçsin.” Dersini “Henüz dile gelmemiş bir şeylerin söylenmesi lazım.” diyerek sonlandırır. Bu söz ilerde yaşanacak gelişmelerin habercisi olur.
Goethe Üniversitesinde anlattıklarıyla kendi dışında sürdürülen bir tartışmaya katkıda bulunmuştur. Oysaki ilerleyen yıllarda Günter Grass ismi hayli tartışılacak, yazar kendini nesnesi değil öznesi olduğu polemiklerin ortasında bulacaktır. Yazdıkları, siyasi kişiliği, itirafları, karşı çıkışlarıyla ortamı hareketlendirir. Merkezinde yer aldığı tartışmalar, Alman toplumunun gerçekliğini gün yüzüne çıkarır. Bu tartışmalara odaklanmak, Aksa Tufanı’ndan sonra Almanya’nın tutumunu anlamak adına önemlidir. Almanya, 7 Ekim’den sonra istihbarat paylaşımı ve savunma konularında İsrail ile iş birliği yaparak ilişkilerini pekiştirmiştir. İsrail’in eylemlerini eleştiren akademisyenlerin, sanatçıların ve aktivistlerin etkinliklerini iptal etmiş ve protestoculara şiddet uygulamıştır. Söz konusu tavrın kaynağına bir de buradan bakmak gerekir.
Günter Grass’ın 2006 yılında yayımlanan “Soğan Soyarken” adlı otobiyografik eseri söz konusu tartışmalardan birini başlatır. İkinci Dünya Savaşı’nın son iki yılında çok sayıda çocuk, Alman Hava Kuvvetlerine alınmıştır. Grass bu çocuklardan biridir. Henüz on yedi yaşında bir çocukken askere alınmıştır. 1946’da Amerikan esaretine düştüğü ve hayli zorluk yaşadığı herkesçe bilinmektedir. Yazar bu eserinde “Hitler Gençliği” ne mensubiyetini ve gönüllü olarak birliğe katıldığını itiraf eder. Epey geç gelen bu itiraf karşısında okurlar ikiye bölünür. Bir kısmı cesaretinden dolayı Grass’ı tebrik ederken çoğunluk ağır eleştirilerle linç etmeye çalışır. Almanya kendi geçmişiyle girdiği hesaplaşmada antisemitizmi büyük bir suç olarak görmekte ve buna bulaşan herkes linç edilmektedir. Ülkede, Frankfurt Dersi’nde tespit ettiği akıl yürürlüktedir. “Soykırımın büyüklüğü gerçi artık cilt cilt evraklar halinde el altındaydı, gerçi öğrenilmiş Yahudi muhalifliği, öğrenilmiş Yahudi muhipliğine çevrilmişti. Gerçi herkes kendince risk almadan antifaşistti…” sözleri, içinde yaşadığı atmosfer hakkında fikir verir. Böyle bir ortamda gelen itiraf elbette rüzgârı arkasına alanların hedefinde olması için yeterli olacaktır.
Yazar hakkındaki asıl büyük linç kampanyası 2012 yılında yazdığı “Söylenmesi Gereken” şiirinden sonra başlar. “Henüz dile gelmemiş bir şeylerin söylenmesi lazım.” diyerek dersini bitiren Grass, bu şiiriyle ortamı yeniden hareketlendirir. Şiirin başında “Neden bu yaşıma kadar bekledim / Son mürekkebimle bunları söylemek için.” diye hayıflansa da cin şişeden çıkmış olur bir kere. Bir tabu haline gelen Siyonist politikalar karşısında Almanya’nın ve Batı’nın ikiyüzlülüğünü, aydınların suskunluğunu dile getiren şiir, şaşkınlık yaratır. Avrupa’da Yahudilerin aleyhinde konuşmak antisemitizm şeklinde karşılık bulmaktadır. Yahudi tarihçiler, maaşlı gazeteciler, eleştirmenler harekete geçer. Grass ve şiiri hakkında onlarca yazı yazılır. 1999 yılında aldığı ödülü iade etmesini isteyenler olur. Kimsenin alışık olmadığı şekilde Nobel ödüllü bir edebiyatçı Siyonizm’e eleştiri oklarını yöneltmiştir. Nazi dönemi gerekçe gösterilerek İsrail’in bugünkü haksız ve saldırgan politikalarına ses çıkarmayan, kendi politikalarını Siyonist akla teslim eden çevreler bu eleştiri karşısında saldırganlaşır. İsrailli diplomatlar hiç susmaz. Yazarın hayatı teşrih masasına yatırılır. Didik didik edilir. Neredeyse uluslararası bir soruna dönüşür şiir. İsrail İçişleri Bakanlığı Grass’ı istenmeyen adam ilan eder. Alman şansölyesinden açıklama beklenir.
Büyük baskılara rağmen Nobel ödülü kendisinden geri alınmadı. Artık bunun bir önemi de yok. Günter Grass 2015 yılında öldü. Dünyada olup bitenlerden haberi yok. Aldığı ödüller, hayattayken elde ettiği her şey burada kaldı. Elbette yazdıkları ve takındığı tavır heybesindedir. Kimin haklı kimin haksız olduğunun anlaşılacağı o büyük günü bekliyor Öngörüsü yüksek bir edebiyatçı olarak İsrail’in ne tür bir belaya sebep olacağını yazma cesareti göstererek ayrıldı dünyadan.
Bizdeki edebiyatçıların üzerinde düşünmesi gereken bir duruştur bu. Edebiyatçı; vicdanının, aklının, gönlünün sesini bastıranlara inat, dile gelmemiş şeyleri söylemelidir. Etrafında olup bitene kayıtsız kalmamalı, yeri geldiğinde söz hakkı almalıdır. Düşüncelerini dile getireceği yer eseridir. Yeter ki ayaklarını doğru yere basmış olsun. Zulmün haksızlığın karşısında adaletin temsili eserler yazsın. Edebiyatın gücünü hafife almamak lazım. Yeri geldiğinde bir şiir uyuyanları uyandırabiliyor, yeri göğü ayağa kaldırabiliyormuş demek ki.
*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.